• mükemmel doğal şartları sayesinde, türlerinin en irileri olan canlılar buralarda yaşar. özellikle amazon yağmur ormanları en ünlüsüdür. uçak düşürülüp film çevrilesidir.
  • gunes tutulmasi bir, yagmur ormanlari iki... olmeden once gorulmesi gereken seyler listemizin top 5'inde yer alan iki madde.
    neden? cunku yagmur ormanlari guzeldir, guzel kokar, kocamandir, islaktir, acaiptir, mistiktir, yogundur, asik olunasidir, huzurludur, heyecanlidir, duragandir, hareketlidir, makrodur, mikrodur, her seydir.
    gidip kafaniz kadar yapraklarla tanismali, 5 dakikada bir 10 saniye yagan yagmurlarda islanmali, o guzel orman kokusunu icinize cekmeli, etraftan gelen hayvan seslerini bi dinlemeli... iste o zaman dunyanin ne kadar guzel, ne kadar onemli bir seyi kaybediyor oldugunu ta icinizde hissedebilirsiniz. iste o zaman oralarda yasamis / yasayan yerli halklarin neden dogaya asik olduklarini, dogayla bu kadar butunlesik yasamak istediklerini anlayabilirsiniz.
  • dünyanın talihsizliklerinden biri yağmur ormanlarının a.b.d.'de değil brezilya gibi ülkelerin sınırları içinde olmasıdır. dünyanın akciğerleri kabul edilen bu ormanlar yokolmaktadırlar. yağmur ormanlarını yokeden şey kapitalizm falan değil gelişmemiş ülkelerin hepsinde görülen kendi yaşadığı çevrenin içine etme dürtüsüdür. işin doğrusu budur, tespitleri doğru yapalım kendimizi kandırmayalım.
  • çevrecilikle maskelenmiş antikorporasyonalizm bayraktarlarının en sevdiği teranelerden birine meze olan, dünyanın en büyük alana yayılmış ve en zengin biyosistemleri. metrekaresine düşen tür çeşitliliği bir biyoloğu bu ihtişamın karşısında ağlatacak kadar fazladır (beni ağlatıyor evet).

    yağmur ormanları yer yer zifiri olmak üzere karanlık, bu biyoçeşitliliği ayakta tutmak için sürekli biyodegradasyonla organik maddelerin hızlıca besin çevrimine sokulması gerekliliği yüzünden gayet dayanılmaz çekilde leş, çürük kokan, inanılmaz nemli ve makro/mikro boyutta hastalık yapan / ölümcül binlerce ve binlerce canlıya ev sahipliği yapan yerlerdir. onlar gerekli hayatta kalma yöntemleri hakkında bilgi sahibi olmayan yüzeysel "çevre aşığı" turistlere kahramanlık yapmaya kalkışırlarsa kısa sürede mezar olma, en azından başlarına bir parazit enfeksiyonu bağlayıp süründürme kapasitesine sahiptir. yağmur ormanlarının iyi kötü yaşanabilir kıyılarındaki "doğaya aşık" kabilelerde ortalama yaşam beklentisi 35 yıldır. onlar gidip fotoğraf çekmeniz ve arkadaşlarınıza "heey bakın ormanda neler vardı" diye slayt şov yapmanız için orada değildir. onlar sizden bizden farklı ekosistemlere adapte olmuş eşsiz canlıların eşsiz yaşam yerleridir.

    yağmur ormanları yok olursa dünya canlıları olarak felaketle karşılaşacağımız apaçık, ancak "pis kapitalistler, mis kokan ormanlarımızı elimizden alıyorlar" la yağmur ormanı kurtarılmaz. global çözümlerin önüne dikilip onları gelişmekte olan ülkelerin gelişmemiş kontrol mekanizmalarının insafına bırakmaktır yaptığımız hata.
  • sosyalist duzenlerde ahsapin yerini marstan getirdigimiz aluminyum, kagidin yerini de yine uzayda besledigimiz koyunlardan elde edilecek parsomen alacagi icin ortalik yagmur ormani dolacak

    yahu bu en niyahetinde uretim araclarinin kimin elinden oldugundan ve mal dagitiminin nasil duzenlendiginden ziyade nufus artisina, gelismeye bagli degil mi? ormanlar sadece amerikalilar ucuz mobilya kullansinlar diye degil, fakir insanlarin tarim alani acip, para kazanacaklari birseyler ekip bicmeleri icin de yokediliyor.

    ote yandan mevcut duzenin kotunun de kotusu oldugu asikar. yani bu konuda politikalar nedir bilmiyorum ama, teorik olarak, eger brezilya ormanlarini yabanci sirketlere acarsa, economies of scale yuzunden en buyuk kesimi yapacak sirketin mallari en ucuz olacak, piyasayi onlar ele gecirecek, normalde 100 senede bitecek orman da 20 senede bitecek. sosyalizme gecmeden ormanlari kurtaramayiz gibi bir felsefe yerine, daha gercekci ve planli olup regulasyonlar konusunda baski yapmak lazim. ama simdi brezilya tuketici ulkelerin misillemelerini dinlemeden kurallari koydu, vergileri arttirdi, uretime limit getirdi, o sirketler kacacaklar baska yere, ulke fakirlesecek. herkesin ayni anda hareket etmesi ve birbirine guvenmesi lazim, game theorynin klasik zorluklari iste.

    neyse, ben simdiye kadar uc ayri yagmur ormanina gittim ve anladim ki iyi ki evrimlesip buralardan cikmisiz. kardesim ne illet bir yer, bir kere binbir turlu hastalik var, bunlari tasiyan da trilyonlarca sivrisinek ve kene. gunduz bile essogluessekler surekli saldirida. bunlara karincalar ve sulukler de eklenince dayanilmaz oluyor. ben de saniyordum panterlerden, kaplanlardan korkacagiz, korunacagiz. hayir kardesim, onlari da duyuyorsun uzaktan, iste maymunlar boguruyor, kuslar cigiriyor filan ama asil katiller ufacik minicik, sessiz ve gorunmezler. hele hele yagisli mevsimde gidip, geceleri de orada gecirirseniz astronot kiyafetinden assagisi kurtarmaz. yemin ediyorum bu hippileri orada yarim saat tutsan aglaya aglaya donerler. uzaktan uzaktan bakin iste, belgeseller filan yeter.

    orada yasayan insanlara gelince. dogayla barisik, sevgi dolu filan ahahah, ayni kizilderili stereotipi, yahu sizin kafaniz iyi mi? yagmur ormani uygarliklarinin en hasi mayalar, bunlar da yuzyillar boyunca adam gibi bir araya gelip bir duzen tutturamamis, yokolana kadar mutemadiyen sehirleri birbiriyle savasmis ve "human sacrifice" endustrisi icin piramit insa etmis insanlar yahu. aztekler kadar igrenc olmasalar da yasayan kurbanlarin icini oymayi bir halk gosterisine ve dini rituele donusturmusler, bunlarin nesi dogayla barisik.

    olaya daha genel bakarsak, yagmur ormanlarinin boktan yani su: buyuk nufuslari besleyemiyorlar, merkezi bir duzenlenmeye uygun degiller. en buyuk sehirler 50 bin kisilik. bunlardan yuzlerce sene once istanbulda, romada 1 milyon insan yasiyordu. tekerlegi bulmuslar, ama sus esyasi icin, araclar yok. olsa da bir boka yaramaz, nereye yol yapacaksin. maden yok dogru duzgun, kiyida da degilsen gemicilik, tasimacilik, kesif yok. kesif demisken, yolculuk oyle zor ki, heriflerin 100-150 km otelerindeki kulturlerden, sehirlerden haberleri olmamis yuzlerce yil yahu. dusunsene istanbuldayken edirnede ne olup bittigini bilmiyorsun, hatta edirne diye bir yerin varligini dahi bilmiyorsun asirlarca. bu sartlar altinda uygarliklari ne kadar gelisecek. nufus biraz artinca zaten cokus baslamis, daha ispanyollar gelmeden kaynak kitligi yuzunden birbirlerini bogazlaya bogazlaya bitirmisler (cok garip ama kapitalist degillerdi).

    velhasili kelam, bu yagmur ormanlarinda yasamak bir nevi denizin ortasinda sussuz kalmak gibi birsey. etrafin hayat dolu ama sana yaramiyor; misir'da ayni buyuklukte bir ekili alan yuz kat fazla insani besleyebilir. biodiversity dedigin yenmiyor ki gulum.
  • sosyalizm dendiginde akla -sadece- kapitalist/modernist koklere dayanan sanayici (industrialist) uretim bicimini devlet eline alarak uygulayan sscb turevi bir imgelem sabiti geldiginden olacak, sosyalist cevre inisiyatifin karsisina her daim sanayicilik denen uretim yogunluk ve bicimini gelisme ile esdeger tutan modernist sabitler, nufus artis ve yogunlugunun mevcut cercevede serbest salindigi icin topyekun bir devrim sonrasi gelecek olan sosyalizmde de serbest salinacagini varsayan maltuzyan karsi-senaryolar getiriliyor. yanilmanin, yanilsamanin siddeti de sanirim bu ice islemis kanaatlerin cevresinden dolasma, hep bu standardin disinda kalanin sefaletine itikat mecburiyetinden kaynaklaniyor.

    ilk evvela, tam da su paragrafin sonundan devam edecek sekilde, sunu soylemekte fayda var: liberal konsensus merkezinden degil de tarihsel materyalist bir izlekten baktiginizda sosyalizm sadece bir uretim ve dagitim biciminden ibaret kalmak iddiasinda degildir. liberal-kapitalist sistemlerin modernist ust-yapisinin sanayiciligi gelisme ile es tutan yaygin kulturlesmeyi saglamasi gibi, sosyalizmin de kolektivist muradi sosyalist bir toplum icinde algi ve kavrayis degisiklikleri yaratmak, mevcut cercevede olmadigi icin hic olmayacagini sandigimiz kulturel, sosyal donusumu saglayacak cevreyi ve cerceveyi yaratmaktir. "surekli tuketim ozgurlugu esittir refah" ve "cok sayida urun ve hizmet ureten sanayicilik esittir gelismislik", tipi yerel ekonomik denklem ve dayatmalarinin yerini toplumsal dayanisma ve ihtiyaca yonelik uretime, ihtiyaca yonelik tuketimin alamayacagini, bunlarin sevgi pitircikligi, idealist estetizasyon oldugunu varsayacak ozcu (bkz: essentialist) ve kapitalist sisteme ickin degerlerle olusmus game theory merkezli bir elestiriyle ya da cynicismle yaklasacaksak o ayri. eger bu elestiriler hakliysa zaten tartisacak bir sey kalmamis, cemil cumle oyun (teorisi) geregi olmayan uzatmalari oynuyoruz demektir. ne var ki bu cynic-idealist karikatur karsitliginda dahi daha iyi bir dunyanin mumkun olduguna dair sistem asri inanca inanci, bilindik orta sinif reaksiyoner gercekciliginin kontrollu cynic inancsizliga inancina tercih etmek cok da buyuk bir kayip olmayacaktir. madem hepimiz olcegeiz, bazilarimiz inanarak olelim.

    alt-yapi perspektifinden bakarsak kapitalizm ile cevreci hareketin ayriksilastigi, butuncul kolektif eylem ve uretim bicimini temele oturtan sosyalizme kaymasi da zaten "daha gercekci" olarak regulasyonlari belirlemeyi tuketici mudahalesi, sivil toplum inisiyatifi gibi zayif ve sinirli etkenlere hapsetmek, kuresel bir mudahalenin gerekli oldugu alanlarda game theory-perver ortaklasa hareket dilemmalarindan kurtarmak mecburiyetinin zirt dedigi noktada gerceklesmistir. pek bahsi edilmemis ama, not dusmek isterim, kapitalizmin rekabet temelli olusu sebebiyle uretim iliskilerini yaratilan talebe, sanayici uretim bicimiyle birlesik bir maksimize edilen karlilik ve surekli artan fayda gozettigi icin bilaistisna sanayicilikle evlidir, kendisini ve cevresini sinifli bir toplum icinde asimetrik olarak duzenlenen, ve toplumu, bilincini, ve "vazgecilmez yasam standartlari"ni yaratan bir uretim fazlasi dongusune (bkz: over-production) mahkum etmistir. cevre inisiyatifinin kapitalizmin temellerini olusturan bu faktorlerden haberdar olup da kapitalist bir yapi icinde kuresel makul, gercekci mudahale ve regulasyon alani olacagini ummasini beklemek; mevcut isleyis ve duzenin aynen surecegi bir dunyayi vaat ettikleri, umduklari, iddia ettikleri icin maltuzyan kaynak sorunu yasanacagini goremediklerini iddia etmek, aslen ust-yapidan da once bu alt-yapi noktasinda sosyalist cevre inisiyatifine yapilmis bir insafsizlik ve haksizlik olacaktir. her ne kadar modern tuketim toplumunun gelismislik sartlarinda gecilmesi onerilen saftirik bir kasaba yasami da olsa, tum dunyanin ekosisteminin ve insanligin yok olmasi tehdidi karsisinda alinacak en makul tedbirin modernist gelismislik vizyonuna birebir uymayacagi da kabul edimeli, uzaydan getirilen kagit ve ahsap argumani da bu uretim-tuketim iliskisinde degerlendirilmelidir.

    kapitalist sistem icinde uretimin ve talebin olusumunun, alt-yapidan ust-yapiya uzanan bu bagin karsisina elle tutulur bir karsi arguman getiremedigimiz surece ancak saftirik utopyaci sosyalistlerin, ya da sosyalist-mis gibi yapan orta sinif liberal vicdan azabinin (hipi de diyebiliriz, hobo da) otekiye atfettigi estetik tekamulcu kulturel ikonalari (dogayla barisik kizilderili, birbirine zarar vermeyen asil ilkel insanlar) ile cynic makamli dalga gecmenin akli balig hic kimsenin bir paragraf dahi ayiracagi ugras alani olmamasi lazim.

    orta sinif rahatliginin, konformizminin, bireysel konum ve hacminin secim ve talep elastikiyetinin yerine secimleri yaratan iktisadi surecleri de arz-talep denklemine dahil eden sinif bilincini; sinifli toplum icinde yerlesik masturbatif bir dusunce sporu olan felsefe geleneginin aristokrasi ile bulusmasindan olma "muteber, gercekci, akilci olma"ya yonelik eylem kontrolu beklentilerinden ibaret "sistem icinde sistemin surekliligi ile tanimli" sinirli reaksiyoner tavir akumulasyonu yerine, topyekun devrim luzumunu koysaniz o kadar guzel olacaksiniz ki, ne sizin, ne su dunyanin tadindan yenmeyecek.
  • bir de şöyle bir şey var;
    (bkz: civilization 4/#12519386)
  • pek seviyorum böyle kirmayalim dökmeyelim edasindaki ironik muhalefeti de ona karşi çikan asabi tartişmayi da. ama amazondaki portakallarin oralarda durmaklari aşkina yarisini anlamadiğim (biraz gerzeğim kusura bakmayin) bu meselelere ilişkin iki kelam edip kenara çekilmek istedim gece vakti. hal böyle iken anlamadiğim, anladiklarimi da anlamak istemediğim karabasan tefekkürlerini unutup, yağmur ormanlari meselesinde bir şaplak da ben atayim, "ya barbarlik, ya sosyalizm" slogani romantik bir kapitalizm eleştirisinin ütopik taraflarina yamanmasin ve o el havada kalmasin, dünyanin dört bir yanindaki ekolojik meselelerle daha yakindan ilişkilenmeye başlayan muhalif köylü hareketleri boşa düşmesin, sloganin sahibi rosa luxemburg’a halel gelmesin dilerim. yağmur ormanlari işlerine de kurtuluş teolojisi, mst, via campesina gibi oralardaki güçlü muhalefet hareketleri falan bakiyor ama biz kenardan rol çalalim..

    -kapitalist üretim tarzi, doğal kaynaklara ilişkin yokoluş sorunlarini ve çevre krizini çözmeye yönelik yatırımlarını ancak yine kar getiren girişimler olduğu sürece tolere eder, destekler, geliştirir. (elbette çevresel yikim bu çapta olmasa da kapitalizme özgü bir sorun değildir, kapitalizm öncesinde de yaşanmiştir, reel sosyalist rejimlerin de sorunudur ve muhtemelen bundan sonra da yaşanacaktir..) bunun en büyük göstergesi halihazirda ekolojik yıkımı engellemek için ayrılan sermaye kaynaklarinin artmasına rağmen, yıkımin daha hızlı bir şekilde sürmesi, dünyanin tamamina yayilmasi ve derinleşmesidir.

    -ekolojik yikimin temel dinamiklerini büyük ölçüde kapitalizmin o çok bilindik "pazar yaratma, geliştirme ve derinleştirme" süreçlerinde bulmak mümkündür. bu çerçevede insani gereksinimler yerine çoğunlukla israfa yönelik tüketim alişkanliklarinin pompalanması ve dahası üretim/tüketim süreçleri sonrasi depolama maliyetleri yeni çevresel sorunlar doğurmaktadir. istersem dokuz tane yağmur ormani ağacindan yapilma koltuk takimi alirim, sekizini kirar sobada yakarim keyfimin kahyasi misin diyen adama o zaman git sekiz tane ağaç dik ya da üç ay ağaç dikim alanlarinda gönüllü çalış ulan eşşoğuleşek diyecek bir toplumsal bilinç durumunun yaratilamadiği koşullarda mevcut tüketim alışkanlıklarının kölesiyiz sevgili ubeyid...

    - iş bu pazar yaratma ve rekabet sürecinin hareketlendirdiği beşyüzyillik ucuz hammadde kaynakları arayışı, dünya çapındaki çevresel kaynakların da çok yönlü bir tahribatina yolaçmaktadır. (buralarda yağmur ormanlarına giriniz) ucuz emek ve yeni pazar arayişiyla birleşen bu doğal kaynak tüketiminin kontrolü tümüyle kapitalist siniflarin elindedir. çevresel sorunlar yaratmayan yeni teknolojilerin ve yatirimlarin kullanılması da yine bu güçlerin elindedir vs vs...

    -ancak “reel sosyalizm” deneyiminin yolaçtiği çevresel tahribatlar ve sosyalizmi bir kalkinma modeli olarak gören ve kapitalizmin baskisi altinda “barış içinde yariş vs.” türü saçmaliklara yönelen sovyetik, bürokratik sosyalizm pratiklerinin ekolojik sonuçlari ve olumsuz sicili de arkamizda duruyor. bu durum ekolojik sorunlari siniflar üstü, rejimler üstü, teknolojiler, ideolojiler üstü bir mesele gibi görme kolayciliğina (artniyetine demeyelim ayip olmasin) kapi araliyor ve insani uygarliğin ha bu diyardaki kapitalist hegamonyasini gözlerden gizlemeye meze oluyor. ki o kapidan sen de greenpeace kanatlari, onlar desin al gore paşalari ben diyeyim sürdürülebilir kalkinma heyecanlilari girip çikiyor malumunuz..

    neyse, bunlar işin abcsi iken ve halihazirda bilindiği varsayilirken “ekolojik yikim nasil durdurulabilir”, “yagmur ormanlari nasil kurtulabilir” sorularina, uzaydan alüminyum getirmekten ve az gelişmiş ülkelere kontrol mekanizmalari dikte etmek ve onlari zapturapt almak gibi ütopik eğlencelerden daha radikal ve gerçek cevaplar da bulabiliriz sanki muhterem. o radikal yanitlar arasina istanbul’un içme suyuna deniz suyu karistirmaktan kaçinmayan, su havzalarina villa kondurmaktan utanmayan, ürettiği enerjinin üçte birini dağıtım hatlarında kaybeden ve halkinin üçte birinin barinma, beslenme, temiz su gibi meselelerle boğuştuğu bir ülkeye de değinirsek hep beraber tadimizdan yenmeyiz. eh o vakitler sigortacilik, reklam, borsa, bankacilik gibi bir boka yaradiğini kanitlamak için üç cümleden fazlasini kuramayacağınız, insanliğin gelişme potansiyellerinin ayağındaki bağlardan başka bir şey olmayan sektörlerin bulunmadiği bir ekonomi ve toplum projesini de tartışmaya başlayabiliriz sanki… oradan başlayarak sermaye ilişkilerinin baskisi altinda tökezleyen insani uygarliğin ekololjik kriz’den de ancak sermaye ilişkilerini dağıtacak ve temel toplumsal ilişkileri değiştirecek bir toplumsal devrimle kurtulabileceğini de görürüz sanki. bütün acilari bir çirpida ortadan kaldiracağımız, bütün sorunlari iki anayasa mahkemesi karariyla çözeceğimiz yanilsamasina kapilmadan düşünebiliriz, eyleyebiliriz belki.. bir de nüfus artişinin biyolojik bir mesele olduğunu düşünüyorsak, hani malthusa falan geri gidiyorsak kiyidan, tarla açmayla sanayi bokunu kariştiriyorsak vs. ona da yazik.. buradan hareketle plan, piyasa, demokrasi, insani gereksinimler vs.ye geçeceksek ona da diyecek bir sey yok, uykum kaçti, şarkilardan şarkilara geçeriz ne yapalim…

    söyle bir seyler de var onlari da ekleyelim giderayak..
    http://www.wrm.org.uy/
    http://www.viacampesina.org/
hesabın var mı? giriş yap