• 2003 yapımı, bağımsız çekilmiş bir film. peruda daha önce çıkılması sayısız başarısızlıklarla sonuçlanan, ölümcül derecede dik bir zirve olan siula grandeye (kar fırtınalarının ortasında üstelik) tırmanmayı amaç edinmiş iki arkadaşın/dağcının öyküsü. bir insanın her türlü umut ve yardım olasılığı tükendiğinde bile nasıl bir azimle yaşamaya devam edebildiğini ve çabalamayı bırakmadığını görmek açısından herkesin izlemesi gereken,inanılmaz gerilim dolu ve etkileyici bir film olmuş bence. trailer'ı şurdan izlenebilir:

    http://www.imdb.com/title/tt0379557/trailers
  • nefis film...yeni dksk basin kurulunun ellerine sağlık diyelim o zaman...
  • kahramanın başını bir bela bitmeden diğerine sokmak klasik film formüllerinden biri ya; touching the void'da buna güzel bir örnek olabilirdi.. eğer bu hayali bir hikaye olsaydı. şüphesiz yapıma gücünü veren, joe simpson ve simon yates'in hikayesindeki yaşanmışlık. bunun içindir ki hayretler içinde ya da gerilerek ya da koltukta zıplanarak seyrediliyor. böyle şeylerin; ardı arkası kesilmeden gelmeye devam eden ve akıllara sığmayan ölümcül tehlikelerin, sadece filmlerde olmadığını hatırlatıp ürpertiyor.

    oysa joe simpson, gayet kolay bir şekilde geleceğin buz adamı olabilirdi. bundan 9000 sene sonra, peru'daki bir zirvenin yakınlarındaki koca bir yarıkta bulunup, 21. yüzyılın başlarından bir insan örneği olarak müzelerde (ya da artık o zaman ne olursa) sergilenebilirdi. ama o, çok daha zorlu bir yolu seçerek geçti tarihe. hayatta kalma isteği, [çoğu] canlının en temelinde var işte. simpson'ın gücünü ve azmini takdir etmemek de namümkün.

    touching the void, canlandırmaların da başarılı olmasının katkısıyla, hem bir macera filmi hem de psikolojik bir drama hissiyatı veriyor. iki adamın da kendi içlerinde yaşadığı düğümler var. simon yates, arkadaşını ölüme göndermek zorunda kaldığı için bir nevi cellat muamelesi görmüş. yapabileceği her şeyi yapmış olduğu gerçeğini kendisini rahatlatmak için kullansa da, verdiği kararın onu ne kadar etkilediği ortada. insanlığının sorgulanması omuzlarına büyük bir yük getirmiş olmalı.

    joe simpson'ın yaşadıkları ise daha da az alışılageldik. dünya'nın bile unuttuğu bir yarığa düşmek; üstelik kırıla kırıla bir hal olmuş bir bacakla. sanki yaşayan tek canlı oymuşçasına çöküveren bir yalnızlık. şu kelime belki daha önce perdede hiç bu kadar anlamlı olmamıştı: "çaresizlik".

    işte touching the void, bunca hissi seyirciye de aynen geçirerek, yabancı bir diyardaki yabancı duyguları tanıdık hale getiriyor. yönetmen, one day in september (2000) ile en iyi belgesel oscar'inı kazanan kevin macdonald. görüntü yönetmeni mike eley'e ise ne kadar övgü düzsek az.

    çok başarılı.
  • teknik altyapısı da oldukça gerçekçi hazırlanmış, belgesel/film. tırmanış sahnelerine çok dikkat edilmiş, vertical limit öküzlükleri yapılmamış. bir rivayete göre kitabı önce holivutlu yapımcılar filme çekmek istemiş ve joe simpsonu aramışlar; sonra senaryoda bir kaç değişilik yapacaklarını, biraz daha heyecan katacaklarını, joe simpson rolünü de tom cruiseün oynayacağını söylemişler. joe abimiz de reddetmiş haliylen, sonra da bu versiyonu çekmişler, iyi ki de böyle yapmışlar, holivutun elinde piç olmaktan kurtarmışlar güzelim kitabı...

    yalnız bende "ne yapıyoruz lan biz?" gibi bir hissiyat uyandırmıştı izleyince. alpinizm iyi güzel de... öldürüyor. sanırım yaşlanıyorum...
  • insan - doğa çatışmasını ve insanoğlunun yaşama azminin üst sınırlarını oldukça gerçekçi bir görsellik ile betimleyen, inanılması güç ama doğruluğu ispatlanmış bir hikayeyi mükemmel anlatan belgesel drama. daha önce one day in september ile iyi bir iş çıkarmış kevin macdonald yine elindeki malzemeyi çok iyi kullanarak müthiş bir dramatizasyon yaratmış. oyunculuklar, makyaj, görüntü yönetmenliği, kurgu, hepsi müthiş. ama filmde heyecan uyandıran asıl şey; karakterlerin, özellikle joe simpson'un çaresizliğini ve tüm imkansız koşullara rağmen hayatta kalma azmini birebir seyirciye geçirebilmesi olmuş. bunda elbette narrator olarak joe simpson'ın kendi hikayesini kendi sesiyle duymamız, özellikle yarığın içinde kaldığı anlardaki çaresizliğini dile getirirken simpson'un gözlerinin dolması ve sarfettiği içten ve etkileyici cümleler de büyük etken. yine aynı şekilde filmde orta ve uzak planlarda bizzat joe simpson ve simon yates oynamışlar ki yaşadıklarından sonra tekrar aynı mekanlarda çekim yapmaları bile büyük özveri diye düşünüyorum. bunların yanında film belgesel olarak nitelendirilebilse de normal olarak herhangi bir arşiv görüntüsü yok, tamamı canlandırmadan oluşuyor ama görsellik o kadar üst düzey ki adeta anı yaşıyoruz, yaşadıklarına o an tanıklık ediyoruz sanki.

    filmdeki benim için en ilginç anlardan biri ise bana 1-2 kere ağır grip geçirdiğim günlerde anlamsız şarkıların beynimi tırmalamasını ve bunun ne kadar çıldırtıcı olduğunu hatırlatan, simpson'un sonlara doğru bilincini kaybetmeye yakın ve artık öleceğini düşünürken tüm gece boyunca aklına sevdiği bir şarkı olmamasına ve hatta sık dinlememesine rağmen boney m'in brown girl in the ring şarkısının takılması ve bu anlardaki hezeyanlar ve halisünasyonlardı. bu anlar o kadar iyi yansıtılmış ki filme sürreal bir hava katmış, etkileyicliğini arttırmış. son olarak imdb'de bu filmi vertical limit ile karşılaştırma denyoluğuna düşen ibişlere de ne desek boş. hatta o kadar boş ki, kınamıyorum ve laflar da hazırlamadım.
  • etkisi günlerce süren, adamı tokatlayan belgesel - film.

    hani bazen asansör bozuktur ve 6 kat çıkman gerekir, bir ağız dolusu küfür edersin..
    ya da trafikte sıkışıtığında tahammülün biter, sinir bozulur, terk edip kaçasın gelir..
    yada spor yaparken ondördüncü mekikte karnın acır ve satayım anasını ne işim var benim sporla diyerek bırakırsın. işte bu film izleyene bu mesnetsiz, manasız ve salakça şımarıklıkların yersizliğini pek güzel hatırlatıp utandırıyor..her eve lazım.dokunuyor damardan.
  • soulfly'ın son albümünde* bulunan parça.

    i'm touching the void
    i seek and destroy
    to be reborn
    i'm touching the void
    the ghost of troy
    burned and destroyed
    i'm touching the void
    bleed and destroy
    the sacrifice of war

    i'm touching the void
    i creep and destroy,
    the paradise lost
    i'm touching the void
    i breed and destroy,
    no more idols to burn
    i'm touching the void
    i scream and destroy,
    i follow the storm
    i'm touching the void
    i've killed them before
    i'll kill them again

    void
    the return of the wicked
    void
    the revenge of the sickest

    i'm touching the void
    from stone and crust
    to ashes and dust
    i'm touching the void
    the sycophants will fall
    in the doom of it all
  • ayni zamanda dunya sinemasinda klise haline gelmis ve artik mide bulandirmis, "tanriya olan inancimi kaybetmedim ve kurtuldum" safsatasini yikmis belgeseldir.

    ayrica ankara zirve dagcilik, ocak 2009 icersinde, toplu gosterimini yapacak. dagcilarla beraber izlemek herkes icin ayri bir anlamli olacaktir.
  • daha önce rotanın kıçının, başının görünmediği anları yaşayan beni izlerken kıvrım kıvrım kıvrandırmış, sırtta çanta ile ipin ucunda askıda kalındığında fazladan iki pursiğin ne kadar süper bir şey oldğunu tekrar hatırlatmış harika belgesel, film.
  • ''tanrıya inanmayan insanların bile tanrıyla olan bir didişmesi, kavgası vardır'' gibi pardoksal bir cümleyle entrye başlayalım..
    bu cümledeki tanrı kavramını herhangi bir yaratıcı veya güç olarak adlandırabileceğimiz gibi, somut bir nesne, put veya genel geçer değerler, doğal devinimler olarak da addedebiliriz.. bir ateist için bu kavramı daha doğru ifade edersek; insanların tarih boyunca tanrı dedikleri ve mana yükledikleri somutluk ve soyutluklar diyelim..

    nietzsche'nin felsefesinin temellerinden biridir aslında bu tanrıyla olan kavga meselesi.. nietzsche tanrıyla olan didişmesinin nihayetinde tanrıyı öldürmüştür.. verdiği kavgalar sonucunda ruhunun nasıl çeşitli kademeler atladığını, kitaplarında betimlemiştir.. anlatmak istediklerimin esasen nietzsche'yle bir alakası yok lakin filmin bir dağcılık belgeseli olması, inancı işlemesi, karakterlerin zerdüşt misali yollara düşüp dağlar tepeler aşıp, kendi yalnızlığıyla baş başa kalması, yaşadıkları zorluklar karşısında gösterdikleri tepkiler, çaresizlikler ve ruh halleri; az da olsa nietzsche'nin zerdüştüyle ilintilidir..

    dağcılık öyle bir şey ki: misal hiç bir zorun yokken, metropolde ya da banliyöde rahat bir hayatın varken; günümüzün nimetleri, kolaylıkları ve teknolojilerinden yararlanırken; bir karar alıyorsun ve tüm bunlardan uzaklaşarak, bir hedefi alt etmek adına kendi yalnızlığına doğru yelken açıyorsun..
    dünyanın kolaylıklarından feragat ederek, nice zorluklarla karşılaşacağının bilincinde koca koca dağlara meydan okumanın altında insanın tanrıyla olan çekişmesi ve güç istenci yatar..
    tırmanış görünürde bir ekip çalışması olmasının yanında tekil de bir iştir..
    zirveye doğru olan tırmanış; kişinin; artan sessizlikle beraber, kendi içinde yaşadığı bireysel bir yolculuktur aynı zamanda..
    bu bağlamda bırakın vertical limit'i falan açıkça into the wild filmi'yle benzerlikler taşıyor bu film..

    çoğu insan hayatı boyunca yaşadıkları zorluklarda bir destek veya bir güç arar.. örnek vermek gerekirse; hastalandığında, kaza yaptığında, bir deprem anında... işte bu tip; kendilerini güçsüz veya çaresiz hissettikleri anlarda çeşitli monologlar yaşarlar, tanrı'dan kendisini bur zor durumdan kurtarmasını isterler.. toplumumuzun klişe bir sözü vardır ya ''türbülansa giren uçakta ateist kalmaz'' diye, o hesap... insan bu tip durumlarda neye inandığını daha iyi anlar.

    yazının bundan sonra ki kısmı hafif spoiler içerecek, okuyucunun dikkatine!

    bacağı kırıldıktan sonra uçuruma düşen arkadaşımız, yalnız ve çaresiz kaldığında şu cümleleri sarfediyor: ''dindar bir katolik olarak büyüdüm fakat tanrıya inanmayı çok uzun zaman önce bırakmıştım ve hep insanların zor durumlarda veya baskı altında olduğu zaman, yüce meryem'e döndüğünü düşünüyordum: ''tanrım, beni buradan çıkart.'' bu, bende hiç olmadı. yani gerçekten inanmıyordum. öldüğünüz zaman, ölürsünüz. heşey biter. yani, artık hayat yoktur. hiç bir şey yoktur... sonra: buradan dışarı tırmanabilirmiyim? diye düşündüm..''

    insanın bu edimi sergileyebilmesi için çok güçlü olması gerekir.. ben ateistim, bir tanrının varlığını reddediyorum diyen çoğu insan, böyle bir durumda meee'ler.. herkes de bab'aziz değil ki ölümü güle oynaya karşılasın.. bu kadar aciz duruma düştükten sonra bile, kendini yanıltmıyorsan; sana helal olsun diyorum joe simpson..
    nitekim dostumuz bizi şaşırtımıyor. kırık bacağına, hava koşullarına, açlık ve susuzluğa rağmen; bu şartlar altında kat edilmesi insanüstü bir çaba ve inanç gerektiren bir yolu destansı bir şekilde tamamlıyor..

    lafı fazlasıyla uzattık ama filme birazda teknik yönlerinden bakalım.. iki kişi olarak çıktıkları yolu, ayrı ayrı bitirdiklerinden; hikayenin anlatımında ki zamanlamalar önemli.. kurgusunda kişilere hakettiği ölçüde zamanların ayrılması güzel.. gerilimi arttırıcı çekim teknikleri ve müzikleri de yerinde.. canlandıran aktörlerin oyunculukları ve makyajları, gerçek bir hikaye olmasından dolayı fazlasıyla etkileyici olan bu filmi daha bir şükela kılan detaylardan...

    film bir dağcının başucu eseri olabileceği gibi, normal bir izleyici içinde kaçırılmaması gereken bir belgesel..
hesabın var mı? giriş yap