• clausewitzin topyekun savasteorisinin aksiyomu "büyük savas"in uç noktalara tasinmasi fikridir... savasin teleolojik bir biçimde topyekun savasa yönelmesi olarak alginalabilir...
    bu baglamda topyekun savas, cephe gerisinde ekonomik güçlerin seferberligi (bkz: blocus), cephedeyse tüm güçlerin tamamiyla kullanilmasina tekabül eder... bir örnegi, karsi tarafin cephesini delip geçmesi seklinde olanidir..(bkz: biltzkrieg)

    topyekun savas kendine göreceli hedef belirlemez... nihai bir amaca hizmet eder...

    clausewitz'in teorisi klasik rasyonalizm sayesinde sinirlarini bulmustur..

    zira savas politikadan dogar, kendine baska araçlar arar, tam söndügü noktada tekrar politikaya döner...
    topyekun savasin dinamigini kontrol etmek politikayla mümkündür... (bkz: realpolitik)

    modern anlamda tek topyekun savas olan birinci dünya savasinin baslangicinda, taraflar herseyin müzakere masasi etrafinda bitecegini düsünerek savasa girmislerdi.... fakat tarih clausewitz'in en uç teorilerini dogru çikardi...

    avrupa'da yeni bir stratejinin ortaya çikmasi ancak 1945'den sonra, büyük bir teknolojik ilerleme teskil eden nükleer silah vasitasiyla mümkün oldu...

    çünkü soguk savas boyunca, hersey nükleer silahin kullanilmasini engellemek ekseninde döndügünden, clausewitz'la karsilastirmada pek fark gözlemlenmez..
    nükleer silah kullanimina is varmadan önce her türlü yöntem mübahtir (bkz: vietnam)

    sadece kara kuvvetinden daha modern olan deniz kuvvetine geçis vardir...

    isoroku yamamotonun pearl harbourdan tam önce japon imparatoruna açikladigi üzere, denizlerde hakimiyet sart olmustur...

    simdi içinde bulundugumuz günlerde mevzu bahis "deniz-nükleer" stratejisi doruk noktasini yasamaktayken, 11 eylulde teröristlerin kaçirdiklari uçakta "dirty bomb" denilen, pakistanli kimyagerlerin pekala gelistirebilecekleri bir bakteriyel bomba tasidigini düsünelim...

    al kaide'nin basindakilere nükleer bomba yagar miydi? tabi ki hayir... (gerçi yeni amerikan savunma direktifleri nükleer silah kullanimini bakteriyel atak halinde kullanilir kildilar. mesru, fakat artik vazgeçirici nitelikte degil nükleer silah kullanimi..)

    artik deniz gücü+hava gücü+ultra sofistike mühendislik teknikleri olasi saldirilara en iyi cevabi vermeye yetiyor... sonra kara gücü yenilen tarafi kontrol altinda tutmaya yariyor..

    etkisi azalan savas "hiç bitmeyen ihtilaflar"a dönüsüyor (bkz: filistin)... clausewitz'in bahsettigi anlamda topyekun savas artik yok...

    düsük yogunluklu, bölgesel bazda yapilan, süreklilik gösteren "hiç bitmeyen bir savas" var...
    (bkz: dusuk yogunluklu savas)
  • (bkz: savas ustune)
  • (bkz: war ensemble)
  • yıllar önce hürriyet gazetesi tarafından atılan başlık. 28 şubat dönemiydi, her akşam reha muhtar ve defne samyeli 'nin sunduğu haber bültenlerinde arka planda 13-15 yaşında başörtülü çocukların görüntüsü varken, ekrandan yukarı doğru yazılar akardı, arada bir generallerin haşmetli yüzlerinin, askeri üniformalı diğer kişilerin olduğu görüntüler de olurdu.
    asimetrik, simetrik, milimetrik, sikimetrik ne denilirse denilsin ortada psikolojik bir savaş vardı, o zamanın hakim medyası içinde aklı başında bir kaç yazarın sesi ise duyulmuyordu.
    bir kesime sizler "düşmansınız" deniliyordu. üstelik aralarında hiç bir ayrım yapılmadan. sanki bu "duyguyu" hissetmeleri için tüm medya seferber olmuştu .
    neredeyse belediye otobüslerine başörtülüler binebilecek mi binemeyecek mi onun tartışmasının yapıldığı noktaya gelinmişti. başörtüsü sokakta da yasaklanabilir babında haberler yapılıyordu. medya aracılığıyla tunus diye bir ülkede benzer bir yasağın olduğu ile ilgili haberler anında servis ediliyordu...
    bu ülkede fikirlerine katılırız katılmayız ama bir parçamız olan milyonların yaşayacağı "hüzün" kimsenin umurunda değildi.
    bu dönemde, reha muhtarın ana haber bülteninin sunduğu show tv ile defne samyeli'nin ana haber bülteninin sunduğu kanal d ayrı bir yer işgal etti.
    yıllar sonra ortaya o dönemdeki bir çok haberin "uydurma" ve "maksatlı" oldukları ile ilgili belgeler, bilgiler, tanıklar çıktı. ali kalkancı 'ların fadime şahin'lerin bir tezgahın sıradan aktörleri oldukları. bazı görevlilerin bazı "dış güçlerle" birlikte bu süreci planladıkları.
    o dönemde bir merve kavakçı vardı, allah için güzel kadındı. yanılmıyorsam iki çocuk annesiydi, bu kanallar muhabirlerini çocukların okuluna kadar yollamıştı. o iki ufak çocuğa "yuh"lar bile çektirilip ekranlara servis edilmişti, reha muhtar'lar defne samyeli'ler "hayatlarının en ciddi işini yapıyormuş" , "işgal altındaki vatanı kurtarıyormuş" edasıyla bunları haberlere taşıyabilmişti...o zamanlar ankara üniversitesi hukuk fakültesinde sıradan bir öğrenci olduğumuzu hatırlıyorum, darbe ha oldu ha olacaktı.
    kendi yaşam tarzlarına aykırı gördükleri hemen her şeyi "suça" "kabahate" ya da en hafifi ile "kusura" çeviren, milyonları psikolojik olarak nefes alamayacakları bir köşeye sıkıştırmaya çalışan bu zihniyetle ilgili olarak;
    o gün sıradan bir vatandaş olarak kemalizm'den ve onun adına yapıldığı söylenen her şeyden sıtkım sıyrıldı...
    dilime düşen tüm duaları, bedduaları ekranın içine gömdüm...
    gerekirse 1000 - yazıyla "bin"- yıl sürecek denilen süreç iki-üç yıl sürdü.
    sonra "hayat", "zaman" o dönemi tasviye etti.
    metafizik bir açıklama olacak belki ama birilerine duydukları öfkeden gözleri, basiretleri bağlanıp, siyasi rakiplerinin "ufacık çocuklarını bile rencide etmeyi umursamayacak" bir hale geldiği için birileri, o günün ezilenleri, hizaya sokulanları aradan 7-8 yıl geçmeden bu ülkede "bir yerlere" geldi belki de.
    hürriyet gazetesinin o manşetini, "süreç" onların görüntüleri ve kelimeleri ile servis edildiği için; defne samyelini, reha muhtarı hiç unutmayan o kadar çok insan var ki bu ülkede.
    topyekün savaş başlığını atan hürriyet gazetesinin geçenlerde gazze'ye yardım götüren gemiye çıkan israil'li askerlerin onları psikolojik olarak "mazlum" gösteren dayak yemiş hallerini sayfalarına taşımasını görünce zaman tünelinin içinden bunlar geldi aklımıza...
  • "savaşın sınırlı bir kaynak ve üniformalı insan kullanımıyla yetinen bir askeri faliyet olmaktan çıkıp ülkelerin tüm insan ve ekonomik kaynaklarını uzun süre sürekli seferber etmelerini gerektiren bir yıkım sürecine dönüşmesidir. ayrıca bu savaş sırasında cephe hattı ile cephe gerisi arasındaki ayrım kalkmış cephe gerisi de savaşa fiilen iştirak etmek zorunda kalmıştır"
  • kurtuluş savaşı sırasında atatürk'ün de tekâlif-i milliye emirleri ile uyguladığı ve dünya tarihinde ki sınırlı topyekün savaşlardan biri olmuş savaştır.
  • 21.yy'da artık sadece iç savaş durumu için geçerli olabilecek durum.

    ha vatanseverliğin kuvvetli olduğu ya da gelişmemiş ülkelerde başka ülkelerin işgaline uğrama yahut başka ülke ile savaş etme durumda geçerli olacaktır.
  • günümüzde yoktur. sadece günümüz sistemlerinin kuramcıları-sahipleri tarafından istenirse kullanılabilir. topyekün savaşın sonucu kesin, net , ölümcüldür. topyekün savaş size 5 saatlik bir savaşta devletin bütün kuvvetlerini yok etmenizi-yitirmenizi sağlar. bu da güç dengelerinin iki de bir çok keskin ve öngörülemeyen bir şekilde değişmesini beraberinde getirir. savaş alanında zeki bir generalin becerisiyle ortaya çıkan bir kaç başarılı taktik sizin bütün öngörünüzü ezberinizi alfabenizi bozabilir. 18-20.yy avrupasında bu o kadar komik bir hale dönüşmüştür ki güç dengesi bi napolyon fransasının bi friedrich prusyasının bi ergen yaşta koca rus ordusunu tokatlaya tokatlaya moskovaya giren isveç şarlının! elinde ordan oraya savrulmuştur. ayrıca bu durum diğer liderlerin de iştahını kabartmış bi savaş yaparız hallolur üstad mantığıyla iyice zıvanadan çıkmıştır.

    bunu 2.dünya savaşında da net gören british ekolü güzelce bi birleşmiş milletler nato mato törpülemişlerdir bu durumu. bugün dünyanın herhangi bi yerinde kuşlar biraz fazla uçsa nato oraya müdahele eder. hiç bir savaş güç dengesini değiştirmez. insanların içindeki öfkenin nefretin köpüğünü alır sadece.
hesabın var mı? giriş yap