*

  • itl. serval**.
  • bu film leopar hakkında pek film degil de modayla ilgili atılıp tutulan bir yazıda, anlı şanlı bol barokluktan ve maksimalizmden payını almış şatafatlı sicilya tarzını tekrar günışığına çıkardığı için italyan modacıları sonsuza kadar etkilediği, daha önce pek de küçümsenmiş sicilya'nın italyan modasına en çok ilham kaynağı olan bölge olmasına sebeplendiği yazıyordu ki. o filmden alınan stilller bunu belgeliyor gibiydi.

    ayrıca bu filmin uyarlandığı kitap, dilampedusa adında yazarın ünlü kitabı olup, her italyaya gitmeye yeltelenin koltuk altına sıkıştırılır, tez okumaları önerilen bir mihenk taşı olarak. böyle zorlama "okumazsan olmaz ruhunu yakalayamazsın"lara karşı bile olsam, sesimi çıkarmıyorum biri yanımda bu kitabı önerdiğinde, hiç eskimez, hiç azalmaz, artar bir kitap...
  • luchino visconti'nin 1963 yapimi, basyapitlarindan biri olan film. burt lancaster, claudia cardinale, alain delon oynamis. sicilya'da 1800'lu yillarin sonunda garibaldi devrimini anlatiyor. burt lancaster oyunculugunun hakkini vermis salina prensi'ni oynayarak. filmin sonunda kisinin icinde waltz etme hissini uyandiriyor, esli danslardan hic hoslanilmasa bile.
  • yüzeysel bir sinema izleyicisi olarak gezici avrupa filmleri festivali'ndeki bilet sıkıntısından dolayı tercih etmek durumunda kaldığım; bana zor bir üç saat yaşatan film. filmin başlarındaki olaylara yabancı kalmamın nedeni garibaldi devrimi hakkında etraflıca bilgi sahibi olmamamdır bunu kabul ediyorum fakat; bir insan evladının üç saatlik bir film yapması için anlatacak çok çok şeyi olması gerektiğini düşünüyorum. ancak bu filmde son bir saat boyunca anlamsız bir balo üstümüze üstümüze geliyor. halay çeken gençler falan da görünce iyice yabancılaşıyor insan filme. bu dakikalar boyunca prensin ölüm korkusu, aristokrasi konuları işlenmiş ancak bunlar da yirmi dakikada anlatılabilir kanısındayım. çok zordu çok. gidecek olanlar iyi düşünsün. hayatta üç saate sığdırılabilecek çok daha iyi şeyler var.
  • iyi yada sıkı film; insan denen şeyin öyle enteresan fotoğraflarını çeker, ruh haliyetiyesini öyle yakalar ki yaradan-yaratılan ilişkisine hayranlıktan öte bitmez bir sapma( bu anlamda aşk kelimesine eskilerin yakıcı bir anlam yüklediğini düşünürüm) gösterilir. visconti’nin gattopardo’su; prens don fabrizio salina karakteri üzerinedir. 1860 yılının sicilya’sında toplum, yüz yıllardır süren feodal yönetim biçiminden devrimle demokrasiye ya da bireyselciliğe sancılı bir geçiş sürecindedir. prens fabrizio, geçmişine sadık ve o terbiye ile büyümüş ve de olgunluğunun doruk noktasında elit bir aristokrat, senyör bir efendidir. soylu sınıfın tüm kuramlarını kendinde barındırır; varlığını tescillemiş, aklı selim ve prensip sahibi, basiretli, kemalata ermiş, iyi eğitimli, geleneksel bir dindar, mağrur, görkemli(yeğeni alain delon’nun elinden kıskanmaktan başka bir şey gelmez!) ve varlıklı kısaca tanrısal erkin yeryüzünde yansıması için seçilmiş kişi mitosunu tam anlamıyla sergiler. erk ve yönetim ise ‘soysuz’, avam tabakadan insanların(geleceğin burjuvaları) eline geçmiştir. işte bu değişim ve kaybediş süreci fabrizio’nun dramını oluşturur. fabrizio’ ya göre leoparlar ve aslanların yerini çakallar ve sırtlanlar(leş yiyciler) alacaktır. şincik günümüz (modern-ben modern değil sadece insanım arkadaş) insanı fabrizio’yu eleştirel gözle bakabilir; yazlığının olduğu kasabaya girerken yapılan geçit törenindeki selam duran figüran gariban halkla empati yapıp senin ki can benim ki patlıcan mı sorunsalını ortaya dökebilir. biraz daha sadeleştirirsek, demokrasilerde yönetime, sıradan olmasına karşın iyi eğitim almış idealleri olan temiz insanların gelme ve o dirayeti gösterebilme olasılığını savunamaz mıyız ? belki de fabrizio insanı daha iyi tanıdığı için o olasılığa prim vermez ve demokrasinin bu zaafını(yozluğunu) göstererek seyirciye bir tokat atar. amma ve lakin fabrizio çok kral adamdır. prenstir ama terfisi çoktan gelmiştir. duruşu, olayları yorumlayışı, akıl yürütmesine ilaveten hüznü bende şok etkiler bırakmıştır; fabrizio’nun peder ile günah ve diğer şeyler üzerine konuşmaları, ve kızının aşkını kendince sorgulaması. kızının kime aşık olmasından ziyade kızına ve kendi aşk hayatına yönelik düşünceleri; ‘ne aşk mı evet aşk tabii; altı ay ateş, yangın ve otuz yıl kül. ben de aşkı bilirim.’ torino’dan hükümet adına gelen adam ile siyaset üzerine iğnelemeleri ve de balo gecesi tablodaki ölümü yorumlayışı unutulmazdır. dönem filmlerinin güzelliği insan denen şeyi; değişik giyim kuşam, davranış şekilleri, toplum kuralları ve sair şeylere rağmen değişmemesi onları izlenir ve izleyene yakın kılar. bu anlamda anlattığı şey ne olursa olsun burt lancaster’ı prens fabrizio olarak izlemek çok büyük keyiftir.
  • 1963 yapımı bir luchino visconti filmi.
    baş rolerinde burt lancaster ve alain delon oynamaktadır.
    1800'lü yıllarda italyan birliğinin sağlamaya çalışan giuseppe garibaldi ve bu değişim rüzgarı içinde kalan aristokrat bir ailenin hikayesi anlatılmaktadır. özellikle müzikleri, kostümleri, claudia cardinale in güzelliği ve uzunluğuyla ünlüdür.
  • baş karakterlerin sürekli terlediği, durmadan mendil, ter ya da yelpaze gördüğümüz filmdir.

    zamanında bu işlere meraklı bir büyüğümden duyduğum ilginç bir anekdodu aktarayım. filmin baş rolünde burt lancaster'ın olduğu açıklandığında "italya'da bu rolü oynayacak binlerce babacan sicilyalının olduğu" gerekçesi ile yer gök yıkılmış, derin tartışmalar çıkmış, lakin filmi prens salina'nın perforansı karşısında cümleten sözlerini yutmak zorunda kalmıştır.
  • salina prensi fabrizio, küvetten çıkışta bedenini pedere kurulatırken:
    "beden çıplaklığının ruh çıplaklığına göre daha masum olduğunu bilirsiniz. lütfen daha sıkı kurulayın. hem sözümü dinleyin, siz de bazen banyo yapın." mealinde konuşur.

    "yaşım bir kolon gibi başıma iniveriyor."

    "aşk altı ay yangın, otuz yıl kül. ben de aşkı bilirim."

    garibaldi devrimiyle birazcık yükselen yeni burjuvanın prense tanıştırılırkenki beceriksizliği, bir dilim sonra ne hale geleceğini göstermekten uzak. onun geleceğini kızı angelica (claudia cardinale) anlamlandırmakta: heyecanlı, göz alıcı dişi, görgüsüze kaçan kahkahalar, çıkarını ve evrenini çok iyi tanıma.

    plebisit sonrası balkon konuşması çok tipik: herkesi ifade eder, kucaklar görünen yukarıdan bakış. aradaki tek tük aykırı oy bütüne tahvil edilmiş, %100 evet çıkarılmış. 22.10.1860'ı temsil ediyor. sicilya ilhak edilmiş, birleşik italya kurulmuş, başta kral emanuel, yanında yetki paylaşacak meclis kurulmuş. garibaldi'nin enerjisi, milliyetçiliği kullanılıp, çerkes ethem gibi derkenar edilmiş.

    "her şeyin eskisi gibi kalması için bazı şeylerin değişmesi gerekir." leopar prens ve fırsatçı yeğeninin değişen zamana uyum sağlama gayretlerinin ortalaması.

    gururlu, düşecek aristokrat her fırsatta eskiye referansını belli eder, örneğin yeğenine hediye edeceği sarayla ilgili: "her yeri bilinen bir saray oturmaya layık değildir." ona senatörlük teklif eden krallık temsilcisini sonu belirsiz şekilde konuk ederken: "siz benim misafirimsiniz, ne zaman gideceğinize ben karar veririm."

    prens fabrizio açıkgöz değil gözü açıktır. adeta kendi düşüşünü seyre dalmıştır. bu teslimiyetten az bir fark. bitmek tükenmek bilmez bir şölen/vals akşamında terleye terleye, yalnızlığı, yaşlanışı, gelecek zamana merakı her yerinden akarak ortamda bulunur, gitmez, sürüklenir. sınıfını özetleyen bir tiradındaki yorumları: "bizde her gösteri, en şiddetlisi bile bir mahvolma isteğidir. şehvetimiz bir unutma isteğidir." burt lancaster kendinden emin, yalnız, sakin oyunculuğu damıtıyor.

    filmin yaslandığı romanı okumayıp bilmeyince izleyici kendi bildiğinden referanslar buluyor. buna uygun bir tanesi marcel proust'un kayıp zamanın izinde'sinin baron de charlus'u. baron de charlus çılgın karakter, leopar suskun volkan. her ikisi de yalnız.

    kızıl kont visconti leopar'da çöken aristokrasinin ağıtını işlerken bireysel planda da başka bir düş kırıklığını gelmeyen komünizme ağıtını dillendirmekte. kendisi hem aristokrat hem komünist olduğundan tam da üzüntü ve kayıp kavşağıdır. visconti kalabalıkları yönetmekte çok usta ve sevdiği anlaşılıyor. bu hem gerçekçi savaş-çatışma sahnelerinde hem balo kalabalığında belli oluyor. öte yandan yakın plana girmeyi, yüze, mimik kaslarına, bedendeki tekinsiz sessizliğe yaklaşmayı da seviyor. bedene, yakın plana hakimiyeti daha çok venedik'te ölüm'de görünecek.

    güney amerika'nın bülbülü gabriel garcia marquez'in simon bolivar kitabı el general en su laberinto'yu okurken şrak diye aklıma il gattopardo ile benzerliği geldi.

    ek: 1 nisan 2016'da ckm'de ilber ortaylı sunusuyla sinematek 50 kapsamında gösterimi olan film.

    ilber ortaylı seyirciyi öyle bir hazırladı ve filmi yukarıda tuttu ki, sıkılmak, öfpöf demek seçenek olmaktan çıktı, ayıp olacak diye sıkılmadılar. visconti alan derinliği yaratmada çok ustaymış. en kişisel, özyaşamsal filmlerinden biri. burt lancaster'ın daha iyi oynadığı filmini bilmiyorum. yaşlı aristokrasi kuğusunun ömür bitimi şarkısı. hem aristokrasiyi hem burjuvaziyi yeriyor filmde ama ince ince, bağırmadan. aristokrasi kuzen (sınıf içi) evlenmeleri yüzünden çirkinleşti, taze kan bulamadı diyor bir yerinde. kendi kızlarının baloda çocuklar gibi kendi aralarında oynaşmasından tiksiniyor. ölümle yüzleşmeyi kişisel olarak da iyi vermiş. claudia cardinale hem burjuvaziyi hem geleceğin genç, birleşik italya'sını temsil ediyordu. masada kenar mahalle dilberi gibi gülmesi bütün yemeği piç ediyor, daveti bitiriyordu. gene de ölenin doğmakta olana tutkusu prens fabrizio salina'da çok güzel verilmiş. dekadan bilge aristokrat portresi aristokrasi yorumundan daha çok oturuyor. pier paolo pasolini ile ortak tarafları sicilya sevgi saygısı. sicilyalılar kolay kolay değişmezmiş, çünkü kendilerini tanrı (tohumu) görürlermiş. uyandırmaya gelenlerden nefret ederlermiş.

    renkleri bakımından theo angelopoulos'un megalexandros'u ve antonioni'nin professione reporter'i ile benzerlik gösteriyor.

    ilber ortaylı italyan sineması, visconti sineması hem daha iyi bir sinemanın nasıl yapılacağını gösterdi hem de bu kadar incesi alıcı bulmayacağından (sanat sinemasının nasıl) tercih edilmeyecegini de göstermiş oldu diyor. amerikan izleyicisi de türk izleyicisi de uzun ve incelikli sahnelerden sıkılır diyor. böyle filmler eskiden türkiye'de iki parça, üç parça halinde gösterilirmiş. izleyici ve gözler hazırlıksız antremansız olduğundan. zaten aşırı uzun olmsı sayesinde bernardo bertolucci'nin 1900'ü bile bizim gençliğimizde harbiye as'ta iki ayrı bölümde ve zamanda oynatılmıştı.

    iyi tarih nosyonu olan filmlere ortaylı bayılıyor tabii. şimdikilerle karşılaştırın diyor. istvan szabo'nun colonel redl'i bu filmin akrabası, o da bunu sözüne kattı. dönemi ve coğrafyayı, toplumu bilmediği halde olağanüstü kavrayışlı olan bu sanatçılar yerli yerine oturtuyordu tarihi ve olayları diyor. bu grup sanatçılar bir vagonda topluca geldiler, bir katarda da gittiler diyor.

    (bkz: misafir/@ibisile)
    (bkz: serval)
hesabın var mı? giriş yap