• gerçek edebiyat, sıkı edebiyat. güney abd'nin derin ruhu. bu açıdan william faulkner ile kapışır.
  • ilk cümlesi "kasabanın kendisi iç sıkıcıdır"la elini açık eden hikaye. nuri bilge ceylan'ın "kasaba" filmi üzerindeki etkisi merak edilir. nisan 1967 tarihli birinci baskısı "de yayınevi'nden" çıkmış olup. ankara'da bir sahafta 1ytl'ye ele geçmiştir; olur şey değildir.
  • (bkz: blue cafe)
  • carson mccullers'ın 1917 senesinde doğduğu ve 23 yaşında bu hikayeleri yazdığı düşünülünce, hikayeler 1940 senesinde tamamlanmıştır. ama hikayeler sürükleyici, döneminden ve yaşından bağımsızlar. taptaze size ulaşıp kendilerini sevdiriyorlar. insana; carson'ın özene bezene yazdığı her karakteri, her hikayesi çocuğu ile gurur duyan bir güven, samimiyet ile size uğurluyor sanki. o kadar çok içten bir dille yazılmış ki; çok sevmeye çalışıp bir türlü sevemediğim hikaye türü nesir'i sevdiirp, hiç bitmese bir tane daha olsa diyip ağzımda çok güzel tad bırakmıştır. en kısa zamanda yazarın kitaplarını tavaf edip, ağızdaki lezzetli tadı sürdürmekte fayda var sanırım.
  • carson mccullers'ın dikenli türküsü... iş bankası kültür yayınlarından çıkan baskının arka kapağındaki alıntıdır belki dikenin kanıtı: " ..bir seven vardır, bir de sevilen. ama bunlar başka başka beldelerin insanlarıdır. sevilen çoğu zaman sevenin içinde uzun zamandır saklı duran sevgi için yalnızca bir uyarıcıdır...en olağandışı kişiler bile sevgi için bir uyarıcı olabilir...en sıradan birisi coşkun, ateşli ve bataklıktaki zehirli zambaklar kadar güzel bir sevginin nesnesi olabilir..."
  • üç kişi arasnda geçen çok hüzünlü bir aşk hikayesi. bazı cümleler o kadar güzeldir ki dönüp dönüp tekrar tekrar okursunuz, cümleyi terkedemez hikayeye zor devam edersiniz.
  • carson mccullers'ın, sevgi durumunda subje-obje ilişkisini aşağıdaki cümleleriyle anlattığı kitabı:

    "there are the lover and the beloved, but these two come from different countries. often the beloved is only a stimulus for all the stored-up love which has lain quiet within the lover for a long time hitherto. and somehow every lover knows this. he feels in his soul that his love is a solitary thing. he comes to know a new, strange loneliness and it is this knowledge which makes him suffer. so there is only one thing for the lover to do. he must house his love within himself as best he can; he must create for himself a whole new inward world - a world intense and strange, complete in himself. let it be added here that this lover about whom we speak need not necessarily be a young man saving for a wedding ring - this lover can be man, woman, child, or indeed any human creature on this earth.

    now, the beloved can also be of any description. the most outlandish people can be the stimulus for love. a man may be a doddering great-grandfather and still love only a strange girl he saw in the streets of cheehaw one afternoon two decades past. the preacher may love a fallen woman. the beloved may be treacherous, greasy-headed, and given to evil habits. yes, and the lover may see this as clearly as anyone else - but that does not affect the evolution of his love one whit.
    therefore, the value and quality of any love is determined solely by the lover himself. it's for this reason that most of us would rather love than be loved. almost everyone wants to be the lover. and the curt truth is that, in a deep secret way, the state of being beloved is intolerable to many. the beloved fears and hates the lover, and with the best of reasons. for the lover is for every trying to strip bare his beloved. the lover craves any possible relation with the beloved, even if this experience can cause him only pain."
  • ruhu hafifleten, özgün bir üslupla yazılmış, yedi farklı öykünün yer aldığı güzel bir carson mccullers kitabı. az sözle çok şey anlatmış mccullers. okurken yorgunluğumu alıp götürdüğünü hissettiğim nadir kitaplardan. geç keşfettiğim, eşine az rastlanır bir edebiyat.

    --- spoiler ---

    küskün kahvenin türküsü adlı hikayede "seven" ve "sevilen"den bahsettiği bölüm insanın içine işliyor.

    "...en sıradan birisi, coşkun, ateşli ve bataklıktaki zehirli zambaklar kadar güzel bir sevginin nesnesi olabilir..."

    ***

    "bir ağaç, bir taş, bir bulut" adlı öyküde de "anımsamak"tan bahsettiği kısımdan o kadar etkilendim ki, aynı paragrafı kaç kere okudum bilmiyorum.

    "...onu nasıl ve ne zaman anımsayacağımı kestiremiyordum artık. anımsamanın tuzaklarına karşı bir çeşit savunma kurabilirsin belki. ama insana dosdoğru karşıdan saldırmıyor ki...kenardan köşeden çıkıveriyor. gördüğüm ya da işittiğim şeylerin insafına kalmıştım. ben onu bulmak için ülkeyi baştan başa dolaşırken, o beni ruhumun içinde kovalamaya başladı birden bire. o, beni kovalamaya başladı, anlıyor musun? ruhumda."

    --- spoiler ---
  • küçük boyutlu veya bir formalık kitaplara özel bir ilgi duyuyorum. boyutlarından dolayı (küçük, ince) bana çok sevimli geliyorlar. bu kitaplara dokunur geçerim, çok azına sahip olmak istemişimdir. tasarımına ve içeriğinin uyumuna bayıldığım kitaplardan biri de curson mccullers'ın "küskün kahvenin türküsü" geliyor.

    fotoğraf bundan 6 yıl önce bir yaz günü (temmuz 2008) çekildi. güneşin perdeden odaya misafir olması yeni bir şey değildi ama gölgelerin ve koltukta bırakılmış kitabın birlikteliği yeniydi. güneşin altında yeni bir şey yok elbette varsa da öncesi olmadığı için çiğdir, fabrikadan yeni çıkmıştır, yeni olan daha önce bir araya gelmememiş şeylerdir, eski bir kitap ile yıllardır aynı yerde duran koltuk, güneşi imbikten geçirip süzen perdenin gölgesi ve benim ayakta durup bunlara bakışım, eskilerin buluşması yeni.

    kitaptaki öyküler, hele bir kez okunduktan sonra unutulmayacak olan olan arasında yerini alan "bir ağaç, bir taş, bir bulut" tıpkı bu fotoğraftaki gibi güneş ışınlarının odanın içinde zarif bir edayla kanat çırpmasıdır.

    ben o zaman sevmeye başladım işte, eşyayı unutup eşyanın ruhunu hatırlayınca. sevmeye bir kitapla başlamıştım, hiç tanımadığım bir ülkede geçen çok uzak ve fazla yakın bir öyküde. sonra güneşi, ışığın içinden geçerek başkalaşıp düştüğü yerde çiçek açmasını sevdim. sonra yağmuru sevdim. küçük taşları odama götürüp bir cam kavanozda biriktirdim. sonra bulutları biriktirdim saçlarımda, yaşlandıkça daha çok bulut oldu. temiz beyaz bulutlardan gri kirli olanlarına varıncaya dek gördüğüm bütün bulutları biriktirdim, onları sevdim.

    bizim için iyi olan fotoğrafın nesi güzel biliyor musunuz? zamanın içinde bir nehir gibi akması güzel. carson mccullers'ın bir öyküsünü okurken samed behrengi'nin yazı masasına gözyaşlarından mürekkep bir adam olarak oturup bir öykü anlattığını anlamak güzel. okunan kitapların okuyanın içinde ebrulaşan rüzgâr gibi esmesi güzel.

    ışığın bir öykü olup fotoğrafa akması güzel.

    http://fgunluk.blogspot.com.tr/…-tas-bir-bulut.html
hesabın var mı? giriş yap