• irving stone tarafındna kaleme alınmış michelangelo biyografisi.

    adamın mermere ve ona hayat vermeye olan tutkusu, sevgisi öyle yoğun ki. hayatın özü mermerin içinde gizli sanki de her defasında o gizi ortaya çıkarmaya çalışıyor. yemek yemiyor, uyumuyor, kazandığını mermere yatırıyor. ne kıyafetlerinin hırpaniliği, ne de kendisi için ne düşünüldüğü önemli. bir tek önemsediği şey var: hayat. ve hayat da mermerin içinde. michaelangelo ciltler dolusu günlük bırakmış ardında. yani kitap sadece bir kurmaca değil. kendi dilinden kendisi anlatıyor tutkusunu. hissettiğimi başka türlü ifade edemememin acizliğinden gözlerim doluyor okurken.

    yeteneğine imrenmiyorum: bazı insanlardan sadece bir tane var. adamın ölünceye kadar yapmaktan bıkmayacağı, tutkuyla bağlı olduğu, en iyisini yapabildiğini bildiği bir işi yapmasına imreniyor insan.

    üzüntüleri gerçek, çoğumuzunki gibi zahiri değil. sevgilimden ayrıldım, tatile gidemedim, laila'da fingirdeyemedim diye üzülmüyor. keskisi ve çekici kullandığı sürece mutlu, kullanamadığında kederli. üstelik bildiğini yontuyor. umurunda değil diğer sanat ulemasının ne düşündüğü.

    işin sırrı "sevdiğin bir uğraşının olması". yazarının, çizerinin, aktörünün, şarkıcısının ya da anadan dümdüz etiketi olmayan her insanın bir kıçı var, evet, onlar da ihtiyaç gideriyorlar. tıpkı yaşamak için paraya ihtiyaç duydukları gibi. ölmeyecek kadar yemek, donmayacak kadar ısınmak, ayıbını göstermeyecek kadar giyinmek ve bol su olduktan sonra, gerçek anlamda "yaşamak" paraya ihtiyacımız yok. yaşamaktan anlamamız gereken üretmek olmalı o halde. aklıyla, duygularıyla, elleriyle, tüm varlığını katıp, yaratabilmek çabası yaşamak.

    fiziksel özgürlüğün kısıtlandığı zamanlarda bile, zihin özgürdür. istediği dünyayı yaratıp kendini içine kilitleyiverir. artık yasaklı olan dış dünyadır, kişi özgürdür. insana mutsuzluğu, durağanlık ve kısırlık getiriyor. işlemeyen bir beyin, işlemeyen bir beden çürüyor. bu kısır döngüyü kırıp insanlığa onurunu ve saygınlığınız kazandırmış bu adama bir kez daha hayran oluyorum.
  • charlton heston'un michelangelo'yu oynadığı 1965 yapımı carol reed filmi. muhteşem sistine şapelinin sorunlu yapım hikayesini görkemli ama saçmasapan biçimde anlatır. sürekli yapıp bozulan anlaşmalarda, papa'nın ısrarla kira parasını mikelancelo'ya kaktırması filmin en keyifli detayı..
  • ilkokul 5. sınıfta ingilizce olarak okuduğum uzun roman.
  • bu filmi sırf michelangelo'nun ünlü "ademin yaratılışı" freskini merak ettiğim için izledim . filmde 16. yüzyılda katolik kilisesi'nin ihtiraslı ve savaşçı lideri, aynı zamanda sanata verdiği önemle de tanınan papa ıı. julius (rex harrison) kendisini hatırlatacak kalıcı bir eser bırakmak istediği için devrin ünlü heykeltıraşı michelangelo’yu (charlton heston) sistine şapeli’nin tavanına görkemli bir dinî fresk yapması için görevlendirir, ancak michelangelo resim yapmaktan pek hoşlanmaz ve görevi istemeyerek kabul eder.[4] ünlü heykeltıraşın hayatından bir bölümün ele alındığı bu biyografik filmin odağında pragmatist bir hükümdar olan papa ıı. julius'la idealist sanatçı michelangelo'nun çatışması yer alıyor.
  • yaklaşık 2,5 saat süren ve neredeyse tek tonda seyretmesiyle biraz üzmüş filmdir. michelangelo'ın biyografisini sistine şapeli'ni yapımıyla anlatsa da bence bundan çok daha farklı bir noktadadır.

    aslında film, michelangelo'ın biyografisinden ziyade iç dünyasını, dünyaya bakış açısını detaylara gizleyerek bize aktarır. tanrıyı nasıl gördüğünü şöyle anlatır; "insanın kötülüğü tanrıdan değil kendinden öğrendiği fikrinden yola çıktım" der ve bu yüzden de insanı ilk yaratıldığı gibi masum ve kendisine bahşedilen hayata minnettar şekilde resmeder. ona göre insan henüz günahsızdır.

    mesela başka bir konu da michelangelo'ın tamamlanmamış eserleridir. eserin bitmemiş görünümü aslında karakteristik özelliğidir. eğer tamamlarsa eserin ruhuna, özüne gölge düşeceğini düşünür ve eseri bazı zamanlar bilerek tamamlanmamış şekilde bitirir.

    filmi bu şekilde izlerseniz eğer michelangelo konusunda iyi bir doymuşluğa ulaşmakla beraber onun düşünce yapısını, hastalık derecesindeki sanatsal tutkusunu anlayabilirsiniz. gerçi michelangelo için denecek en son şey sanatsal kelimesi olur ki onun için bu sözcük çok yavan kalır. bu resmen karakterinin bir parçası, kendinin tam anlamıyla farkında olmadığı ama ona verilmiş en güzel şeydir ki o da sanata olan aşırı derecede yeteneği, mükemmeli bulmasıdır.
  • carol reed'in 1965 yapımı, tür olarak epik ile biyografik arasında salınan filmini, sevgili dilazad'ın hatırlatmasıyla izledim. izlemeden evvel, ben-hur'dan beri pek sevdiğimiz charlton heston'ın michelangelo rolünde olması hevesimi artırdı. filmi epey aradım, nihayet bu hafta izleyebildim.

    film, michelangelo hakkında kısa bir belgeselle başlıyor. genelde kurgusal bir filmde pek tercih edilen bir şey olmasa da öyle ustaca yapılmış ki, tüm sanat öğrencilerinin ve sanatseverlerin bu kısa ön-belgeseli izlemesini tavsiye ederim. charlton heston, michelangelo gibi bir şahsiyeti tarihsel ağırlığı altında kalmadan hakkıyla canlandırmış. filmdeki asıl sürpriz ise, papa ikinci julius'a hayat veren rex harrison'un nefis oyunculuğu. savaşçı papa adıyla anılan ikinci julius için (bkz: papa ikinci julius/@gemmatria)

    filmde, papa ile michelangelo'nun dinamik ilişkileri iyi aktarılmış. buna rağmen, rönesans ruhunu ve rönesans italya'sını vermekte zayıf. bu zayıflık, dönemin hollywood yapımlarının ortak niteliği olan oyunculuğa dayalı bir film olmasıyla açıklanabilir. the agony and the ecstasy ("ıstırap ve esrime", zevk de diyebiliriz, "acı ve ilham", "ilahi ıstırap" olarak da çevrilmiş), michelangelo'nun sancısına (agony) basmakalıp ifadelerle fazla nüfuz edemese de, sanatçının ilahi olanla ilişkisine dair coşkun bir dil geliştirebilmiş. tabii bunda filmin bir edebiyat uyarlaması olmasının da etkisi vardır. buna örnek bir sahne.

    ıstırabı, sancıyı anlatmak hiç kolay değil. nitekim filmin başındaki belgeselde, michelangelo'nun tam da bu duygusu şöyle dile getiriliyor: "yaratmanın ıstırabı, sonunda onu tasvir edilemezi tasvire zorladı." bu yüzden michelangelo, ömrünün sonlarına doğru maniyer üsluba kaymış ve eserlerini bitirmeden bırakmıştır.

    filmin merkezinde, yeni inşa edilen san pietro bazilikası ve sistina şapeli var. sistina, görenlerde hayranlık ve şaşkınlık uyandıran, ilahiliğin yoğun hissedildiği mabetlerden biridir. filmde, fresklerin zorlu yapılma süreci, donato bramante, raffaello sanzio, henüz heraklit'i yapılmamış atina okulu gibi alakalı figür ve detaylarla da iyi işlenmiş.

    karakterler arasındaki ilişkiler tam formunda olduğu için, gerçekçi ve manidar diyaloglar mevcut. hatta bu diyalogları unutulmayan film repliklerine rahatlıkla dahil edebiliriz: --- şu hiç anlamadığım spoiler dalgasından hazzetmeyenler okumasınlar. --- (spoiler nedir allah aşkına? sürpriz sonlu gerilim filmleri dışında sinemanın spoiler'ı filan olmaz; nasıl müzik dinlenilmeden anlaşılmazsa, sinema da izlenilmeden anlaşılmaz.)

    medici kontesi: "aşk, bizleri garip bir şekilde yakalar. kanın dilidir."
    raffaello'nun sanatçı tanımı: "daima güçlülerin kapı eşiğinde güzellik satan fahişeleriz."

    papa, michelangola'ya "âdem'in yaratılışı" freskinin önünde soruyor: "o'nu gerçekten böyle mi görüyorsun? güçlü, yumuşak başlı ve sevecen mi?" michelangelo'nun cevabı: "öfkeyi de biliyor, ama yaratma eylemi bir aşk eylemidir."

    yine soruyor: "insanı böyle mi görüyorsun? asil, güzel, korkusuz?" michelangelo: "insanın kötülüğü kendinden öğrendiği fikrinden yola çıktım, tanrı'dan değil. insanı ilk yaratıldığı gibi resmetmek istedim. masum, henüz günahsız, bahşedilen hayata minnettar!"

    papa'nın kreşendosu: "o'nun birer aracı olmamızın gururunu paylaşalım."
    ve papa'nın son vuruşu: "sana ne öğretti?"
    michelangelo'nun nokta atışı cevabı: "yalnız olmadığımı..."
  • güzel kısa bir belgeselle başlayıp görkemli ve aşk dolu devam eden, düşündürerek biten ve çok sanatsal olmasa da bir eseri ve sanatçısını iyi anlatan filmdir.
hesabın var mı? giriş yap