*

  • martin scorsesenin yönettiği, başrollerinde winona ryder,daniel day lewis ve michelle pheiffer olan film
  • filmin bir sahnesinde daniel day lewis ve michelle pheiffer georges seurat'ın "a sunday afternoon on the island of la grand jatte" isimli tablosundaki şemsiyeli kadın ve yanındaki adamı canlandırır. sahne neredeyse tablonun canlanmış halidir.
  • kirmizi film. parmakta oynatilan adam, huzunlu zerafet, ve renk hakimiyeti, ve daha da onemlisi bana verdigi tat acisindan great expectationsi animsatti bana. (iskelede sirti donuk bekleyen ellen sahnesi de requiem for a dreami andiriyo aslinda, ve hatta bi miktar dark city'yi de tabi..) ellen ve newland'in birbirlerine politik bi sekilde, suya sabuna dokunmadan koyduklari laflar, imali atismalar muthis. scorcese'nin anlaticiya (bkz: narrator) bu kadar cok yer vermesi, filmin bir roman uyarlamasi oldugunu hatirlatip rahatsiz da etse, kullanilan dilin guzelligi ve gucu hayran olunmayacak gibi degil. winona ryder masum comezi (gerci bikac yerde obaaa.. hatun isini biliyo, toy dedik ama..), michelle pfeiffer iki hamlede kendine asik eden kaltak, huzunlu hatunu, ve guzeller guzeli daniel day-lewis de kafasi karismaya musait, magrur genc adami mukemmel oynuyolar..
    `it is better to have loved and lost than never have loved at all` mudur, tanri hepimizi boyle asklardan, pismanliklardan, yurek acilarindan korusun mudur, bilemiyorum.. bir trajedi degil, ama cok huzunlu, cook...
  • edith wharton'in acimasiz toplum ve sinif meselelerini ele alan, istedigi gibi ozgurce yasamak vs. uzerine duseni yaparak gorevini yerine getirmek arasinda kalmis bir askin, ozgur irade denen seyin aslinda bir iluzyon oldugunu dantel gibi isledigi muhtesem romani. 1993'deki film versiyonunda daniel day lewis ve michelle pfeiffer oynamistir.

    wharton, 1920’de age of innocence’i yazarken gelecekten gelen bir insanin bilgeligine sahipti. en buyuk derdi aralarina zenginligi ile dahil olmaya calisan nouveau riche'i puskurterek kaninin maviligini korumak ve nahos seyler yasama korkusu olan 1870’lerin new york aristokrasisi, wharton hikayesini anlattiginda sanki asirlar oncesinde kalmis baska bir dunyadan kadim bir kabile gibi gorunuyordu. 1. dunya savasi herseyi oylesine geri donulmez sekilde degistirmisti ki, itibarnin zedelenmesi pamuk ipligine dayali o narin ceylanlar intikam almaya gelmis o guzel atlarin altinda olumune ezilip yeryuzunden silinip gitmisti.

    romandaki ana karakter newland archer, wharton’un geldigi yeri - aristokrat, eski para, icinden baska bir insan olmak istese bile new york’un sosyal koduna, muhafazakar ve saglam dunyasina sikica bagli, archer’in epik tutkusu countess olenska ise wharton’in archer ile ayni yerden gelip de kendini new york’tan uzaklastirarak, fransa’da donustugu kisiyi – berbat bir evlilikten kacip kendi basinin caresine bakan gonullu surgunu temsil ediyor. birbirini tamamlayan ama sartlar nedeniyle bir araya gelemeyen iki insancik…

    basindan feci bir evlilik gecmis ellen olenska, kocasindan bir sekilde kurtulup evine new york’a geri geldiginde, cocuklugunun masumiyeti ile hatirladigi ahlakli, prensipli, “iyi” insanlarin comertligine siginmak istese de, o insanlarin hic de sandigi kadar comert olmadiklarini archer sayesinde anladiktan sonra, o masumiyet iyiligini archer’in sahsina yukleyerek, onlara guvenen insanlarin sirtindan mutlu olamayacaklarini ve birbirlerini sevebilmenin tek yolunun birbirlerinden uzak olmalari olduguna inanir.

    archer ise hayatinda eksikligini hissetigi herseyi madame olenska'nin sahsina yukleyerek, onu, kendisini silahli hapisane gardiyani gibi etrafini ceviren baskici kabile uyelerinden kurtaracak tek kisi olarak gormektedir.

    saf, temiz masum gorunen ve icinde bulundugu toplum tarafindan goklere cikarilan may welland ise oyunu kurallarina gore oynayan bir master taktisyen degilse nedir, bilemiyorum.

    romanin sonunda edith hanim kendi gencligini mahveden sosyal konvansiyonlari lanetlemek yerine, onlarin da zamaninda bir yeri oldugunu, o zaman diliminde toplumu bir sekilde sevabiyla gunahiyla sekillendirdigini ifade ederek bizi rahatlacak keskin bir adalet tecellisinden mahrum birakmakta.

    gelelim filme:

    scorsese’nin bu film icin “my most violent film" demesi bosuna degil. kansiz ve zarif olumlerle dolu bu hikayedeki vahset ne taxi driver’da, ne goodfellas’da var. herseyin bakmaya doyamayacagimiz kadar guzel olmasi bir yana daniel day lewis’in newland archer’in ta kendisi olmasi hem yonetmenin hem de oyuncunun dehasinin bir gostergesi. egilip ayakkabisini optugu zaman, eldivenini cozup bilegini optugu zaman, icine kart koymadan sari gulleri gonderdigi zaman, "safer from what, safer from loving me" dedigi zaman*

    filmin sonunda, archer paris’te ellen’in penceresine bakarken camdan yansiyan isik kendisine, ellen’ı newport’ta parildayan gunes altinda sahilde gordugu zamani hatirlatiyor ya, hani “su yelkenli deniz fenerini gecmeden bana donerse yanina giderim” dedigi ve ellen’in donmedigi zamani, iste hayalinde bu defa ellen donup ona bakiyor ve archer gercekle yuzlesmektense onu hayalinde yasatmaya devam etmek isteyerek uzaklasiyor.

    bu vahset degil de nedir?
  • yapılmış en iyi dönem filmlerinden biridir, külttür. michelle pfeiffer ın filmin başlarında giydiği kırmızı kostümü hala aklımdadır, kullanılan tüm diğer kostümler gibi.. ayrıca pfeiffer ve d d lewis in oyunculukları, anlatmaları gereken tutkuyu ifade etmek adına inanılmazdır. renkler çok başarılı kullanılmıştır. özellikle aralıklarla ekranı tek bir rengin kaplaması hadisesi son derece etkileyici olmuştur. sonu acıdır, mutsuzdur, yazık olmuştur..
    dönemin sosyal normları da* bütün gerçekliğiyle ve başarıyla sunulmuştur.
  • nedense frears ` :stephen frears ındangerous liaisons` uyla karıştırdığım film.
hesabın var mı? giriş yap