• bugün neredeyse unutulmuş bir dava. unutulunca ne olduğunu da her gün gözlemlemek mümkün: bir kolej mezunu, bir devlet lisesi mezunu ve bir imam hatip mezunu bir araya geldiklerinde, birbirlerine diğer ikisi uzaylıymış gibi bakabiliyorlar. hatta alman, amerikan, fransız ve ingiliz eğitimi almış arkadaşlar bile zaman zaman iletişim sorunu yaşayabiliyor. çok enteresting.
  • kabul edildiği günden beri okuyorum gibi geliyor bazen.
  • türkiye'de kız ve erkek çocuklarına eşit eğitim hakkı getiren, eğitimi laik temele oturtan ve millileştiren tevhid-i tedrisat kanunu 03.mart.1924 tarhinde yürürlüğe girmiştir...
  • tevhidi tedrisattaki tevhidlikten yane birlestirilmeden kast egitimde aslinda birlik yane butunlestirilmeden ziyade teklik yaratmaktir. boylelikle memleketin her kosesi es derece egitilcek ve akabinde memleket kalkincaktir.
    cunku tevhidlik devlet eliyle de olsa ortak dili konusan,ortak paydalari cok insan yetistirmeyi amaclayan ulvi bir fikirdir.
    her okulun es olmasi her universiteden yilda es birim arastirma cikarilmasi elbette cok idealist kavramlardir.ama amaclanan : egitimden kaynaklanan ucurumlarin giderilmesi,insanlarin aldiklari egitimin kaliteli oldugu konusunda hem fikir olacaklari kadar iyi olabilmesine calismaktir.

    uygulamadaki aksakliklar, her hukumetle degisen egitim politikalarindan dolayi memleketime tek katkisi : tevhid-i tedrisatla yane kismen bir anlamiyla kiz-erkek ogrenci gozetmeksizin butunlestirici egitimin verilmesiyle kizlarin kalem kutusuna kalem ve silgi arasina cimbiz, goz kalemi ,erkeklerin arka ceplerinede tarak girmesine vesile olmustur.
  • temel amaç medreselerin kapatılması olsa da en büyük etkisi kürtçe üzerine olmuştur. aradan geçen 85 yılda kapatılan medresler iyi kötü kimi birimlerce ikame edilmiş olsa da aradan geçen zamana kadar kürtçe nin en önemli taşıyıcısı olan medrese tarzı kürtçe nin eğitim dili olarak taşıyıcısı bir birim halen ikame edilmiş değil. ki kürtçe nin bugüne kadarki asimilasyon politikalarına rağmen yok olmamasının nedeni, taşıyıcısının analar ve de medreseler olmasıdır. medreseler sayesinde kürtçe arapça nın ardından ikincil anlamda yazı dili olmuş, günlük yaşamda da -biraz ironik olacak ama- kadınlarn eğitimsiz kalmalarından dolayı kürtçe 60 lara kadar taşınmıştır. fakat bu dönemden sonra yaşanan okur yazarlk oranı kürtler arasında bir bilinçlenmeye yol açmış olsa da, eğitim dili kürtçe den başka dili olunca dilin son taşıyıcısı kalesi de kaybolmuştur. sonuç olarak kürtçe bugün anadil in en önemli taşıyıcısı olan "ana" ve okuldan mahrum bırakılmıştır.

    bu kanunla 8347 adet medrese kanunen yasadışı olmuştur.
    http://www.kurdistantime.com/?p=144
    yerine ne ikame edildi derseniz yaklaşık bir 50-60 yıl hiç bir şey. 1998 yılına ait bölgedeki illerdeki toplam ilkokul ve ortaokul sayısı ile ilgili rakamlar bu rakımın ciddiyeti hakkında bir fikir verecektir.
    http://www.meb.gov.tr/stats/ist9899/ist_8.htm
  • çok zararını gördük çok..
  • bir sempozyumda hocanın biri işlevselliğini tanımlarken tefrik-i tedrisat demişti de garipsemiştim yıllar önce. ulus devletin hükümranlığının objesi olmak, tek tiplilik, birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, en temel dinamiğimizdi çünkü. aynı düşünmeliydik, aynı hayatları yaşamalıydık. o yüzden de aynı bilgileri öğrenmemiz gerekliydi. zaten eğitim dediğin statikonun istediği düşünceyle seni beni eğip bükmesinden başka bişey değildi ki. tanım da öyle; "kalıcı izli istendik davranış değişikliği" kim neyi istiyorsa onu dayatır, adına kültürel miras denir, ulusun felsefesi denir, bulunur bişeyler, bir kulp bul ver gaz empoze işte. bu teorinin pratikte karşılığı ne oldu? dayatılan tek tipçilik, kutuplaşmalara, hizplere yol açmadı mı?

    tarihsel zaman çok önemli, yurdun bağımsızlığı tehlikedeyken bittabi eğitim geri plana atılabilir. eğitim de tevhidi sağlayarak milli birliği korumak amaçlanabilir. anlaşılır gerekçeler. ama ne zamana kadar? savaş biter, az bir zaman geçer. yeter.

    eşyanın tabiatı böyle, birleştirirsen ayrılır, ayırırsan birleşir. oysa zorunlu olmasa, herkes dilediği eğitimi almakta özgür bırakılsa, kimse eğitim yuvalarını kale, kalemleri kılıç olarak görmeyecekti. birleşeceğimiz alanken eğitim, işte tam da orda başladı ayrılık. bunun gün gün, olay olay yaşandığı yakın tarihin en başat konularından. biliyorsunuz. etkisiyle de değişen siyaset ve ülkenin genel seyri. farklı düşüncenin zenginlik olduğu içerikli tiradlar daha yeni yeni. eskiler bunu bilmez bak.

    şimdi hocanın tefrika benzetmesi çok daha farklı, çok daha acı.
  • latin alfabesinin kabulü ile beraber, atatürk devrimlerinin en önemlisi, toplumu en temelinden, en çok değiştirmiş olanı. uzun yıllar laiklik ilkesini benimsemeyen kesimlerce en çok hedef alınan, adım adım kemirileni.

    ilke olarak doğru mudur, pratik açıdan bugün devam etmesi mümkün müdür, arzu edilir bir şey midir, kafam her konuda olduğu gibi karışık olduğu için emin olamıyorum. bir yandan, devletin belirlediği müfredat da hiçbir zaman pek bir şeye benzemedi; resmi tarihle beslenmiş fidanların çoğu zaman o öğretilenlerle hiçbir zaman yüzleşemediğinin, iyi kötü akıllı, mesleğinde bir yerlere gelmiş insanların bile yeri geldi mi on yaş çocuklarının cümleleriyle düşündüğünün, tartıştığının örneklerini her yerde görüyoruz. doksan yılın sonunda devlet eliyle ürettiğimiz kitaplar tüsiad'ın 2000'lerde yazdırdığı alternatif tarih, coğrafya, felsefe ders kitaplarının hala bir, bir buçuk medeniyet uzağında.

    ayrıca, özel okulların öğrencilerine kendi dilediği müfredatı öğrettiği örneklere en gelişmiş ülkelerde de rastlıyoruz. ama, işte o zaman ne oluyor, bakınız tam şu oluyor:

    kaynak: http://dish.andrewsullivan.com/…tionist-curriculum/

    bu mudur, 21. yüzyıla gelmişiz, insanın gen haritasını çıkarmış, göreceliği, kuantum teorisini keşfetmiş, evrenin yaşını hesaplayacak duruma gelmişiz, paylaşımdaki eşitsizlikler ve doğaya açmakta olduğumuz tahribat bir yana, tarih boyunca tasavvur dahi edilemeyecek bir refah düzeyine erişmişiz, bu arada kimi insanlar yavrularına okulda bu saçmalıkların öğretilmesini uygun görüyor. bu kadar gruplaşmış bir toplum nasıl bir arada kalabiliyor, demokrasiyi nasıl yaşatabiliyor, ben çok anlayamıyorum.

    diğer yandan, kur'an, peygamberin hayatı, temel dini bilgiler adındaki bir kaç büyük şehir ve özel okulda seçmeli, ülkenin kalanında pratikte zorunlu seçmeli derslerle, artı zorunlu din dersiyle, bugün ve burada tevhid-i tedrisat topyekün gelecek kuşağa ılımlı islam eğitimi anlamına geliyor.

    belki de şöyledir: dünyada iki çeşit insan var, herşeyin doğrusunu bilip, diğer herkese o doğruyu aşılamayı kendisine misyon edinenler ile böyle bir misyon sahibi olmayanlar. ilk türden bir insanın eline güç geçince neler olduğunun canlı bir örneğini bugün türkiye'de hep beraber yaşamaktayız. cahillik, kişisel kompleksler, içinde hiçbir şüphe barındırmadan herşeyi bildiğini sanmak, bir de böyle bir misyon sahipliği ile birleşince ülkede yaşam da çok tatsızlaşıyor. başımızdakiler bu özellikleri ile sunni müslüman olmasaydı da komunist olsaydı, kemalist olsaydı, ateist olsaydı, milliyetçi olsaydı, liberal olsaydı, alevi olsaydı aynı tatsızlık değişir miydi, bence değişmezdi.

    devlet eliyle eğitim verilecekse o eğitim sadece okuma yazma artı empati, başkalarına, farklı düşüncelere saygı, bir fikir tartışmasını iki tarafın açısından da takip edebilmek olsun. allah, fen, ingilizce, dört işlem olmasa da olur. o noktaya ulaşıncaya kadar, devlete "tevhid-i tedrisat yerin dibine girsin, senin kendi çocuğuna ne öğrettiğin beni ilgilendirmiyor, ama benim oğlumdan, kızımdan elini çek!" demek dışında bir alternatif göremiyorum.

    [düşündükçe, yaşadıkça, yaşlandıkça, bu yazıdaki fikirlerimi birden fazla kere değiştirme hakkım saklıdır]
  • eğitim ve tevhid-i tedrisat

    eğitim, insan hayatının şekillenmesinde etkisini sürekli olarak iyi veya kötü istikamette gösterdiği gibi, yüzyıllar içerisinde milletlerin ve devletlerin hayatında da müspet veya menfi yönde etkisini ortaya koymaktadır. bu sahada yapılan ihmal ve hatalar, düzeltilmediği zaman insanların, devletlerin ve milletlerin hayatında önemli, bazen hayati zaaflar ve çöküntülere sebep olmaktadır. böylesine önemli konu hakkında cumhuriyet döneminde yaşanan gelişmelere geçmeden önce osmanlı eğitim sistemi ve uygulamalarını değerlendirmekte fayda vardır.

    osmanlı eğitim sisteminde gerileme

    ıx. yüzyıldan itibaren ilim sahasında sürekli ilerleme kaydeden islam dünyası xıv. yüzyılın ortalarına kadar bir nevi ‘altın çağ’ını yaşamıştı. xv. yüzyıldan itibaren ilmî çalışmalar gittikçe seyrekleşmiş ve xvıı. yüzyıldan itibaren tetkik ve tecrübeye dayalı çalışmalar, yerini daha ziyade haşiyeciliğe bırakmıştır. osmanlı devleti dâhil islam dünyası, eğitim ve ilim müesseselerini yenileyemedikleri ve hatta bazı sahalarda eskiyi koruyamadıkları için xv. yüzyıldan itibaren gerilemeye başlarken avrupa’da xv.yüzyılda rönesans’la birlikte eğitim ideali ‘yaratıcı düşünce’ olarak şekillenip gelişmeye başlamıştı. xv. ve xvı. yüzyılda avrupa’da aklın ön plana çıkarılması, dinî eğitim dışındaki konuların da eğitimde ağırlıklı olarak işlenmesi, zihnî gelişme döneminden sonra talebelere tarih, fizik, matematik derslerinin öğretilmesi tartışılıp okul müfredatlarında ağırlıkları artırılırken medreselerde tefekkürü faaliyete geçirecek matematik, kelam ve felsefe gibi akli ilimlerle ilgili dersler terk edilerek yerlerine nakli ilimlerle ilgili dersler konulmaya başlanmıştır. mesela fatih’in, dönemin en yüksek medresesi olan sahn-ı seman’a koydurduğu, allah’ın varlığına akli ve nakli delillerle izah eden kelam ilmiyle ilgili dersler dahi kaldırılmıştı. 1576’da kurulan istanbul rasathanesi de esasında şahsi çekişmeler yüzünden 1580’de yıkılmıştı. bu, osmanlı devleti’nde müspet(pozitif) ilimlere karşı görülen ilk düşmanlıktı ve daha sonraları koyu bir taassupla neticelenmişti.

    15. yüzyılda avrupa’da bireyin bağımsızlığına düşünce hürriyeti de eklenerek bir metot çağı başladı ve 18. yüzyıl tam bir eğitim dönemi oldu. aynı dönemde osmanlı devletindeki medreseler müfredat ve sistem olarak gittikçe daha da bozuldu. müderris yetiştirme tarzı da bozulmadan nasibini aldı. imtiyazlı ulema ailelerine mensup olanlar ehliyetlerine bakılmadan yüksek seviyeli medreselere müderris tayin edildi. medreselerde tahsil süreleri azaltıldı; matematik, fen ve akli ilimler kaldırılarak veya sembolik hâle dönüştürülerek dersler nakli, islami ilimlere hasredildi. araştırma, inceleme ve tefekkür meyli ortadan kalkarak kuru bir haşiyecilik dönemi başladı. 18. yüzyılda osmanlıdaki bu zihniyeti yansıtan en güzel örnek 1716’da yaşanmıştı. sadrazam damat ali paşa’nın ölümü üzerine şeyhülislam ebu ishak ismail efendi, kataloğu dahi 4 cilt tutan kitaplar arasından felsefe, tarih ve astronomi ile alakalı kitapların kütüphanelere vakfının caiz olmadığına fetva vermişti. osmanlı devleti 19. yüzyıla geldiğinde ekonomide, siyasette, idarede ve askerî alanda avrupa’dan oldukça geri durumda olmasına rağmen, önemli bir varlık olarak mevcudiyetini koruyordu. ancak eğitim öğretim alanında, avrupa 300 yılda sistemleşmiş araştırma-incelemeye yönelmiş ve her sahada üretim artışına katkıda bulunacak seviyeye gelmişken osmanlı devleti, bu 300 yılda tamamen çökmüş bir medrese sistemine sahip, felsefesiz, sistemsiz, ezbere dayalı, inceleme-araştırma metotlarından habersiz müderris kadroları ile müfredat programları çok bozuk bir hâle gelmişti. medreselerin bu hâlde olmasından daha da kötüsü, bu sistemin yeniden düzenlenmesi ihtiyacının hissedilmemesi ve ihtiyacın farkında olunmaması idi.

    eğitimde batılılaşma

    osmanlılarda eğitim alanında eksikliğin hissedilmesi, ancak avrupa karşısında askerî alanlarda alınan yenilgilerle sınırların içerlere çekilmesi sonucunda olmuş; ordunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere avrupa tipinde ve medreseler dışında düzenlenmeler yapılmaya başlanmıştı. eğitim kurumlarını ve programlarını yenileyemeyen osmanlı devleti’nde batılılaşma hareketleri çerçevesinde batı tipi eğitim öğretim kurumları açıldı. batı tesiriyle devlet tarafından kurulan ilk kültür kurumu 1727’de açılan matbaa idi. avrupa’dan alınan ve bir avrupalı tarafından 1734’te kurulup fazla yaşamayan okul, humbarahane’dir.

    1773’e kadar, azınlık ve misyoner okulları hariç eğitim ve öğretim kurumları medreseden ibaretti. yalnız medreseler dışında saraya bağlı olan enderun mektebi mevcuttu. 1770’de çeşme baskını ile donanmada büyük kayıp veren ve bu sahada geriliğini idrak eden osmanlı devleti, deniz subayı yetiştirmek amacıyla 1773’te mühendishane-i bahr-i hümayun’u kurdu. bu müessese medrese dışında kuruldu. böylece osmanlı eğitim ve öğretim sisteminde değişiklik yapılarak yeni bir dönem başlamıştır. klasik osmanlı medreseleri dışında avrupa’dan etkilenilerek bir okulun açılması tanzimat döneminde şiddetlenen mektep-medrese tartışmalarının da başlangıcını oluşturacaktır. bu okulun açılması, osmanlılarda sistem olarak medreselerde “tevhid-i tedrisat”ın sona ermeye başladığını ortaya koymuş ve medreselerin nüfuzunu azaltmaya başlamıştır. ııı. selim zamanında 10 mayıs 1796 yılında kara kuvvetleri subayı yetiştirmek üzere de mühendishane-i berr-i hümayun kurulmuştu. bu okullarda zamanın gerektirdiği bütün hesap ve geometri konuları, tarih, coğrafya, kozmografya okunuyordu. yine bu dönemde istanbul tersanesi içerisinde donanmanın ve memleketin ihtiyacı olan hekimleri yetiştirmek üzere bir tıb mektebi açıldı (1806). ıı. mahmut döneminde 1827’de kurulan tıbhane-i amire ve cerrahname-i mamure ile eskiden beri medrese sisteminin bir parçası sayılan “daru’l tıb”lar da, medresenin dışına çıkarıldı. bu değişiklikle de medreselerin alanı daraltılmış oluyordu. tanzimat döneminde şeriat mahkemelerinin dışında karma ticaret mahkemeleriyle nizamiye mahkemelerinin kurulması üzerine, buraların hâkim ihtiyacını karşılamak üzere medrese dışında, 1878’de mekteb-i hukuk’un kurulmasıyla da medreseden mezun olanların alanı daraltılacaktı. ıı. mahmut döneminde yeniçeri ocağı’nın kaldırılması ile birlikte lağvedilen mehterhane’nin yerine muzıka-i hümayun (1831) ve mekteb-i harbiye (1834) tesis edildi.

    1838 yılında örgün eğitimin orta yani bugünkü tabirle orta ve lise kısımlarını içine alan “rüştiye” okullarının açılmasına karar verildi. böylece örgün eğitimin medrese dışında yapılmasının önü açıldı. 1845 yılında darülfünun yani batı tipi üniversite açılmasına karar verildiyse de ancak 1876 yılında açılabildi. bu düzenlemelerle eğitim sistemi büyük oranda batılı hâle dönüştürüldü.

    tanzimat dönemi

    1838’den itibaren rüştiyelerin açılması 1848 yılında rüşdiyelerin öğretmen ihtiyacını karşılamak amacıyla darülmuallim ve 1868 yılında sıbyan mekteplerinin öğretmen ihtiyacını karşılamak amacıyla darülmuallim-i sıbyan, 1870 yılında darülmuallimat adıyla bir kız öğretmen okulu açıldı. tanzimat döneminde ülkenin eğitim işleri ile ilgilenmek üzere meclis-i maarif-i umumiye teşkilatı kuruldu(1846). 1857 yılında askerî okullar dışındaki eğitim kurumlarında denetimi sağlamak üzere maarif-i umumiye nezareti tesis edildi. bir üniversite (darülfünun) açılması için çalışmalara başlandı. 1870 ve 1874’teki teşebbüsler başarısız oldu ve daimî olarak 1900 yılında darülfünun kuruldu. tanzimat döneminde meslek ve sanat okullarına ağırlık verilmeye başlandı. ormancılığı geliştirmek amacıyla istanbul’da bir ormancılık mektebi kuruldu (1857). üst düzeyde mülki yönetici ve memur yetiştirmek üzere mekteb-i mülkiye (1859) tesis edildi. midhat paşa, tuna valisi iken önce niş’te (1863) daha sonra rusçuk’ta (1864), ıslahhane adı verilen pratik sanat okulları açtı. daha sonra sayıları arttırılan bu kurumlar sanayi mekteplerinin temellerini oluşturdu. 1868 yılında istanbul’da ıslah-ı sanayi mektebi açıldı. bundan bir yıl sonra kız sanayi mektebi kuruldu. yine yabancı dil öğretmek üzere istanbul lisan mektebi açıldı (1864). ayrıca ordunun subay ihtiyacını karşılamak maksadıyla erkan-ı harbiye (harp akademisi) kuruldu.

    maarif teşkilatı

    tanzimat döneminde, müderris tayinleri dışında bütün faaliyet ve ihtiyaçları vakıflar tarafından karşılanan medreselerin idare ve ilim yönünden meşihatle ilgilerini kuvvetlendirmek amacıyla şeyhülislamlık içerisinde bütün medreselerin bağlı olduğu ders vekaleti adı verilen bir daire oluşturuldu. ders vekaleti, medreselerde yönetimin merkezîleştirilmesi ve düzenli yürütülmesi açısından önemli bir adım olmasına rağmen bu müessese maarif nezareti (eğitim bakanlığı) kavramına denk bir yapıda değildi. osmanlı devleti’nde eğitimin teşkilatlanmasıyla ilgili ilk müessese 1845’te kurulan muvakkat (geçici) meclis-i maarif idi. bu geçici meclis, sıbyan ve rüştiye okullarının üzerinde üçüncü bir kademe yani yükseköğretim olarak darülfünunun açılmasını, merkezî bir maarif teşkilatının tesisini ve daimî bir maarif meclisinin kurulması gerektiğini bildirmişti. muvakkat meclis-i maarifin isteği doğrultusunda 1846’da meclis-i maarif-i umumiye kuruldu. eğitim işlerinden doğrudan doğruya sorumlu ve hükûmete bağlı ilk örgütün nüvesini bu meclis oluşturdu. meclis-i maarif-i umumiye’nin icra organı olarak 8 kasım1846’da mekatib-i umumiye nezareti adıyla genel müdürlük seviyesinde bir müessese kuruldu. evkaf nezaretinde mekatib-i rüştiye nezaretine bağlı olan sıbyan ve rüştiye okulları mekatib-i umumiye nezaretine bağlandı. bu nezaret, biri sıbyan diğeri de rüştiye olmak üzerek iki şubeye ayrılıyordu. 1845’te muvakkat meclis-i maarif, yükseköğretim müessesesi olarak bir darülfünun kurulmasını tavsiye etmişti. umumi maarif meclisi de bu doğrultuda çalışmalara başlamıştı. darülfünunun kurulması gecikince fransız akademisinden ilham alınarak 18 temmuz 1851 de padişahın da katıldığı, osmanlı devleti’nin ilk akademisi olan encümen-i daniş açıldı. bu müessesenin görevi, ulum-ı aliye ve fünun-ı nafia’nın memlekete yayılmasını sağlamak; lüzumlu ders kitaplarını telif ve tercüme etmek; dil, tarih, edebiyat ve coğrafyayla ilgili eserler yazmak ve ilmî çalışmalar yapmaktı. ancak encümen-i daniş, istenilen faydayı temin edemeden 1862’de ortadan kalkmıştır. tanzimat dönemi hükûmet yapısında düzenlemeler yapılırken eğitim işleri de daha fazla dikkate alınarak osmanlı hükûmetine dâhil bir “nazır” tarafından yönetilen, maarif-i umumiye nezareti kuruldu (17 mart 1857). osmanlı devleti’nde tam manasıyla millî eğitim bakanlığı faaliyete geçti ve sami abdurrahman paşa nazırlığa tayin edildi. şeyhülislamlığa bağlı olan medreselerle harbiye, bahriye ve tıbbiye’nin dışındaki bütün okullar maarif nezaretine bağlanmıştı. okullar birincisi sıbyan, ikincisi rüştiye ve üçüncüsü mekatib-i fünun-ı mütenevvia olmak üzere üçe ayrılmıştı. her basamaktaki okuldan, yukarıdaki basamağına imtihanla geçilecek veya girilecekti.

    1865 yılında maarif nezareti idaresi altında tercüme cemiyeti kuruldu. bunun amacı devlet ve milletin faydası için yabancı dillerde yazılmış olan ilmi kitapları tercüme ederek memlekete yaygınlaştırmaktı. 1866’da meydana gelen ve osmanlı devleti’ni zor durumda bırakan girit isyanı neticesinde, avrupa devletleri, ıslahat fermanında vaat edilen reformların gerçekleştirilmesine yönelik baskılarını arttırdılar. bu baskıların da tesiriyle 1867’de bütün devlet müesseselerini kapsayan bir reform hareketine girişildi. fransa, 22 şubat 1867’de, osmanlı tebasının müslüman ve hristiyan farkı gözetilmeyerek bütün olarak ele alınması gerektiğini; idarede birlik, siyasi ve sosyal haklarda eşitlik sağlanmasını bir nota ile osmanlı devletine bildirdi. bu baskılar karşısında, bab-ı ali çalışmalara başladı ve yapılan teklifler göz önünde bulundurulup fransız eğitim sistemi, osmanlı devletinin şartlarına uydurulmaya çalışıldı. ilk etapta, fransızları memnun edebilmek için 1868’de fransızca eğitim yapan mekteb-i sultani (galatasaray lisesi) açıldı. maarif nazırı saffet paşa’nın öncülünde hazırlanan maarif-i umumiye nizamnamesi, 1 eylül 1869’da yürürlüğe girdi. hazırlayanlara göre, bu nizamnameyle ulaşılmak istenen hedef, medeniyetin ve terakkinin membası olan ilim ve fenleri, osmanlı devletinin her tarafına yaymaktı. bu amaçla mecburi eğitime geçilmesi, umumi mekteplerin derece ve kademelere ayrılması, öğretim ve eğitim sistemlerinin yeniden düzenlenmesi, okullardaki öğrencilerin yetiştirilmesinin sağlanması, maarifin merkez idaresinin düzenlenmesi ve vilayetlerde maarif teşkilatlarının kurulması, ilmî müesseselerin çoğaltılarak yaygınlaştırılması, halktan maarif bütçesi için yardım alınarak ülkenin her tarafında sıbyan, rüştiye, idadi, sultani, öğretmen okulları ve istanbul’da bir üniversitenin darülfünun adıyla kurulması sağlanacaktı.
    gerek teşkilat ve gerekse eğitim sistemi açısından yenilikler getiren bu nizamnameyle medrese dışındaki yerli-yabancı bütün okulları, maarif nezaretinin idaresi veya denetimi altında açılmıştı. yapılan düzenlemeyle devlet, eğitim politikasını plan ve programları yazılı olarak tespit etti. bunun tatbiki için maarif teşkilatı tanzim edildi ve genişletildi. medreseler, yeni düzenlemelerin dışında bırakıldı ve avrupai tarzdaki eğitim-öğretim müesseseleri medrese eğitimi aleyhine genişledi. xvııı. yüzyılın sonlarında başlayan medrese dışı eğitim, bu düzenlemeyle tam olarak ortaya kondu ve eğitimdeki ikilik tescil edildi. mekteb-medrese ayrımı resmen tam olarak gerçekleşti. bu alandaki tartışmalar da arttı.

    medreseleri ıslah çalışmaları

    tanzimat döneminde olduğu gibi, ıı. abdülhamid döneminde de medreselerin ıslaha ihtiyaç duydukları bilinmesine rağmen ıslahat için gerekli adımlar atılamıyordu. yeni kurulan eğitim müesseseleri geliştirilip yaygınlaştırılırken medreselerle gerçekten ilgilenildiği söylenemez. yalnız 1877’de meşihat tarafından hazırlanan ve padişah tarafından tasdik edilen “talebe-i ulûmun istanbul rüûs-ı hümayunu’na nailiyeti hakkında usul-ı tedris nizamnamesi” ile medreselerde öğretim yapacak talebelerin hangi vasıflarda olmaları gerektiği bir düzene bağlanmaya çalışıldı. ancak 1892’de medrese öğrencilerinin istanbul halkı gibi askerlikten muaf tutulması, askerlikten kurtulmak isteyenlerin de istanbul medreselerine koşmaları neticesinde talebe sayısında artış meydana getirmiş ve gerçekten okumak isteyen talebelerin de imkanları kısıtlanmıştı. sekiz-on yılda bitebilecek tahsil, on sekiz yıla kadar çıkmıştır. ıı. meşrutiyet dönemine kadar medreselerde ıslahat yapılmadı. ıı. meşrutiyet döneminde medrese mensuplarının büyük bir kısmı, batı tipi eğitim müesseseleri kurulurken medreselerin kasten ihmal edildiğini ve ıslahata bir an önce başlanması gerektiğini savunuyorlardı. bunun üzerine harekete geçen şeyhülislamlık 1909 yılında medrese-i ilmiye nizamnamesi’ni hazırladı. bu nizamname ile medrese öğretimi 12 sene olarak düzenlendi. fransızca, rusça, fizik, kimya, tabii bilimler gibi dersler de medrese programına konuldu. medreseye giriş ve mezuniyet de türkçe imtihanların yapılması kararlaştırıldı. islam tarihi dersleri programa konuldu. derslerin dershanelerle beraber camilerde yapılmasında devam kararı alındı. bu nizamname ile istanbul ve taşradaki medreselerin her biri için bir defterin tanzimi kararlaştırıldı. böylece medreselerin ve talebelerinin kontrolleri hususunda önemli bir adım atılmıştı.

    yapılan bu yeni düzenlemelere rağmen, ulema ve medrese talebelerinin tenkitleri devam etti. meşihat da medreselerde köklü bir ıslahat hazırlıklarına girişti. 1913 yılında bütün istanbul medreselerini darü’l-hilafetü’l-aliyye medresesi adıyla birleştiren ıslah-ı medaris nizamnamesi 30 eylül 1914 tarihinde padişah tarafından da tasdik edilerek yürürlüğe konuldu. medreselerin teşkilat ve eğitim-öğretim programlarını düzenlemeyi hedefleyen bu nizamname de beklenen gelişmeyi sağlayamadı. şeyhülislam musa kazım efendi’nin gayretleriyle hazırlanan ve 17 ekim 1917’de yürürlüğe giren başka bir nizamname ile istanbul’daki darülhilafe medresesi ile taşradaki diğer medreseler daha teferruatlı bir şekilde düzenlemeye tabi tutuldu. böylece tazminat ve ıı. abdülhamid dönemlerinde atıl bırakılan medreseler ıı. meşrutiyet döneminde yeniden canlandırıldı.

    millî mücadele dönemi

    millî mücadele döneminde okullar ve öğretmenler üzerinde üç ayrı yönetim mevcuttu.

    osmanlı maarif-i umumiye nezareti

    istanbul ve çevresindeki okullar üzerende etkili idi. ancak anadolu’nun diğer bölgelerindeki okullarda da genelge ve malzemeler gönderiyor, ilk ve ortaokul programlarına iş gücünü arttırıcı “amelî ve hayati” dersler koyuyordu. gerçekte, maarif nezareti, istanbul’daki öğretmenleri bile kontrol altında tutamıyordu. 1917 yılında sıhhiye meclis-i umumisi kadınların hekimlik yapmalarının serbest olduğu kararını vermişti. bunun üzerine 3 kız öğrenci tıp fakültesine kaydolmak için müracaat etmiş fakat kabul edilmemişlerdi. eylül 1922 tarihinde 10 kız öğrenci darülfünun tıp fakültesine kabul edildi. bunlardan altısı 1927’de mezun oldular ve 1928 yılında stajlarını tamamlayarak hekimlik yapmaya başladılar. 1922’de dişçilik mektebine de kız öğrenciler kaydoldu ve bunlardan biri 1924-25 öğretim yılında mezun oldu. işgalciler ve iş birlikçileri de istanbul’da eğitim kurumları açmayı planladılar. istanbul arnavudköy amerikan kız koleji bünyesinde 1919 yılında tıp fakültesi açılmasına karar verldi. new york’taki columbia university college of physicians and surgeons kurumunun programı esas alınarak düzenlendi. iki yıl prekilinik ve dört yıl klinik öğretimi ile tıp doktoru diploması verilecekti. fakülte eylül 1920’de derslere başladı. osmanlı maarif-i umumiye nezareti daha çok istanbul ve çevresinde etkili olmaya çalıştı.

    `yunanlıların işgal bölgesindeki anadolu eğitim genel müdürlüğü`

    yunanlıların anadolu’da işgal ettikleri ve ilhak niyetinde oldukları yerlerdeki özel ve resmî bütün okullar kurulan bir genel müdürlüğe bağlandı. başlangıçta ise dil ve tarih eğitimini değiştirmekle başlandı. daha sonra yunanca resmî dil olacaktı. yunanlıların politikası bütün okulları kendilerine bağlayarak anadolu’daki hâkimiyetlerini pekiştirmekti.

    yunanlılar işgalin hemen ardından, yerlerini sağlamlaştırmak için izmir’de bir üniversite kurma çalışmalarına başlamışlardı. projesi ve bütçesi hazırlandı, öğretim üyeleri tedarik edildi. fakat venizelos’un başbakanlıktan düşmesi üzerine bu proje gerçekleştirilemedi.

    büyük millet meclisi maarif vekaleti

    ankara’da büyük millet meclisi hükûmetinin ilk programına göre, eğitim “millî ve dinî” nitelikte olacak, ilmî ve çağdaş temellere dayanacaktı. mustafa kemal paşa’ya göre, eğitim eski devrin hurafelerinden ayıklanmış “şark’tan ve garp’tan gelen yabancı tesirlerden uzak, millî seciyeye uygun” olmalıdır. ııı. maarif vekili mehmet vehbi, yabancı tesirlerden uzak, dinî ve millî esaslar dâhilinde millî kültür ve irfanın inkişaf ettirilmesini savunuyordu.

    öğretmenler kongresi

    ankara maarif vekaleti, anadolu’daki öğretmenleri örgütleyerek okulların ankara’ya bağlılıklarını arttırmaya çalışıyordu. temmuz 1920’de, ankara’da “muallime ve muallimler cemiyeti” hacı bayram camii’nde bakanların da davetli olduğu bir mevlit töreni ile çalışmalarına başladı. 7 mayıs 1921’de muallime ve muallimler birliği adını aldı ve maarif vekaleti’nin de desteğiyle geniş bir teşkilatlanmayı başlattı. muallime ve muallimler birliği 15 temmuz 1921’de ankara’da bir maarif kongresi düzenledi. kongreye, ankara’ya yakın merkezlerden bütün öğretmenler, uzak yerlerden ise 3-4 kişi katılacaktı. her merkezin maarif, darulmuallimin ve sultani müdürleri, darulmuallimin olmayan yerlerden de idadi müdürü kongreye katılacaktı. 12-21 temmuz 1921’de ankara darulmuallimin konferans salonunda yapılan toplantıya açılışta 180 üye katılmış, kongre sonunda kadar katılanların sayısı 250’yi aşmıştı. kongrede maarif teşkilatı, programlar ve kitaplar hakkında görüşmeler yapılmıştı. anadolu’daki eğitim kurumlarını kesin olarak ankara’ya bağlamak isteyen maarif vekaleti, vilayet ve mutasarrıflıklara gönderdiği genelge ile okullardaki öğretmen ve diğer görevlilerin tayin, terfi ve azillerinin ankara maarif vekaletine ait olduğunu bildirmişti.
    ankara hükûmeti 1921 yılında yaptığı bir düzenleme ile ilkokullarda eğitim süresini 6 yıldan 5 yıla indirdi. yalnız 5 yılda eğitim öğrencinin isteğine bırakılmıştı. ortaokullarda ise eğitim süresi 4 yıl olacaktı. ilk üç yıl genel eğitim, son yıl ise mesleki eğitim yapılacaktı.

    yabancı okullar

    ı. dünya savaşı ve millî mücadele döneminde anadolu’daki yabancı okulların pek çoğu kapatılmış ancak amerikan okulları faaliyetlerine devam etmişlerdi. fakat mart 1921’de, merzifon’daki amerikan okulunun pontus örgütüne merkezlik yaptığının ortaya çıkması ve bir türk öğretmenin öldürülmesi üzerine bu okul kapatıldı. diğer amerikan okullarına karşı da sert bir tavır ortaya konuldu.

    ıslah-ı medaris-i ilmiye

    millî mücadele döneminde dinî eğitimde medrese sistemi devam ediyordu. millî mücadele öncesinde, medreselerin bir kısmı ıslah edilerek darulhilafe tarzında düzenlenmiş olunmasına rağmen, özellikle anadolu’daki medreselerin büyük çoğunluğunda bu gerçekleştirilememişti. bu dağınıklığı ortadan kaldırmak isteyen büyük millet meclisi hükûmeti, 1921 yılında yürürlüğe koyduğu medaris-i ilmiye nizamnamesi ile darulhilafe tarzında teşkilatlandırılmış ve şeriye vekaletine bağlı olan medreseler dışındaki bütün medreseleri medaris-i ilmiye olarak kabul edip bunlar için yeni bir düzenleme yapmıştı. buna göre, medaris-i ilmiyede eğitim süresi 12 yıl olacaktı. ilk altı sınıfa kısm-ı evvel, diğer altı sınıfa kısm-ı sani adı verilmişti. dersler haftada altı gün yapılacak ve cuma günü tatil olacaktı. ilk sınıfa kaydolacak talebenin 12 yaşından küçük olmaması, okumayazmayı ve kur’an okumayı bilmesi şarttı. medaris-i ilmiyeyi teftiş ve murakabe etmek üzere müftülüklerin bulundukları yerlerde medrese-i ilmiye encümeni kurulacaktı. encümen, müftünün başkanlığında bir evkaf memuru ile tedrisle meşgul olan ulemanın seçeceği üç kişiden oluşacaktı.

    ali dersler

    millî mücadele döneminde, yükseköğretim kurumlarının tamamının istanbul’da bulunması dolayısıyla ankara’nın yükseköğretim müessesesi yoktu. bu eksikliği gidermek isteyen maarif vekaleti kurs niteliğindeki “ali dersler programı”nı vekalet özel kaleminde her gün birer saat olarak düzenledi.

    birinci heyet-i ilmiye

    cumhuriyete geçerken maarif şuralarının başlangıcı sayılabilecek birinci heyet-i ilmiye toplantısı 15 temmuz-15 ağustos 1923 tarihleri arasında yapıldı. toplantılarda teşkilat, tedrisat ve çeşitli tüzüklerin düzenlenmesi üzerinde çalışıldı. birinci heyet-i ilmiye, ilköğretimde tevhid-i tedrisat (eğitim-öğretim birliği) kararları alarak 1924’teki tevhid-i tedrisat kanunun şekillenmesinde rol oynamıştır. yabancı okullara karşı uygulanacak politikanın nasıl olacağına da açıklık getirmiştir.

    tevhid-i tedrisat

    osmanlı döneminde olduğu gibi, cumhuriyet devrinin başında da eğitim ve öğretim kuruluşları maarif vekaleti, millî müdafaa vekaleti, şeriye ve evkaf vekaleti, ticaret vekaleti, adliye vekaleti ve sıhhiye vekaleti gibi çeşitli bakanlıklara bağlı idi. eğitim müesseselerinin tek bir teşkilat tarafından idaresi yolunda ıı. meşrutiyet devrinde askeri rüştiyelerin maarif vekaletine devredilmesi ve kapanmak üzere olan sıbyan mektepleri ile medrese vakıflarının maarif vekaletine devredilmesi hakkında çalışmalar yapılmıştı. mustafa kemal paşa, 1923’te eğitim kuruluşlarının bir olması ve “kadın-erkek aynı suretle” yetiştirilmesi gerektiği, yükseköğretim öncesinde “terbiye ve tedrisatta” birlik sağlanması için medreselerin bağlı olduğu şeriye vekaleti ile maarif vekaletinin fikir ve mesai birliği yapmalarını istemişti. ayrıca 8 nisan 1923 milletvekili seçimlerinde halk fırkası’nın yayınladığı dokuz ilkeden biri ilköğretim düzeyinde eğitimin birleştirilmesi idi. 3 mart 1924 tarihinde şeriye ve evkaf vekaletinin lağv edilmesinden sonra tevhid-i tedrisat kanunu kabul edildi. bu kanun ile yükseköğretim dışındaki, bütün eğitim kurumları maarif vekaletine bağlandı. şeriye ve evkaf vekaleti ile hususi vakıflara ait mektep ve medreseler maarif vekaletine “devr ve rabt” edildi. millî müdafaa vekaletine bağlı askerî rüştiye ve idadilerle sıhhiye vekaletine bağlı darüleytamlar (yetimhaneler) öğretmen kadrolarıyla beraber maarif vekaletine devredildi. ayrıca “yüksek diniyat mütehassısları yetiştirmek” üzere darülfünun’da bir ilahiyat fakültesi kurulması ve “imamet ve hitabet gibi” dinî hizmetlerin icrası için de ayrı okulların açılması kararlaştırıldı.

    kanunun temel özelliği, yükseköğretim öncesi eğitimin bir elden yürütülmesi idi. kanunda medreselerin kapatılacağına dair bir ifade bulunmamakta sadece maarif vekaleti “devr ve rabtı”ndan söz edilmekteydi. kanun tek merkezden yönetilen sistemi getirmekteydi. tevhid-i tedrisat’ı tatbikle görevlendirilen maarif vekili vasıf bey, bütün maarif meselelerinde hedefin “tedrisatı, umumi terbiye cereyanlarını cumhuriyet’in ruh-ı esasisine mutabık bir surette inkişaf ettirmek” olduğunu ve türkiye’de “bir tek terbiye, bir tek mektep, bir tek tedris” olacağını söylüyordu. tevhid-i tedrisat kanunu’na göre askerî idadiler liseye çevrildi ve maarif vekaletine bağlandı. buradaki öğretmen subayların bir kısmı da lise öğretmeni olarak tayin edildi. ancak 22 nisan 1925 tarih ve 637 sayılı bir kanunla askerî okullar tekrar millî müdafaa vekaletine bağlandı. istanbul arnavudköy amerikan kız koleji bünyesinde 1919 yılında açılan tıp fakültesi tevhid-i tedrisat kanunu yasalaştıktan sonra kapatıldı. tevhid-i tedrisat kanunu’nun kabulünden sekiz gün sonra maarif vekili vasıf bey medreselerin bir anda ve tamamen kapatılmasını emretti (11 mart 1924). yaklaşık bir ay sonra da, şeri mahkemelerin lağvedilmesi üzerine vasıf bey, mekteb-i kuzatı da kapattı. orta derecedeki medreselerle beraber üniversite seviyesinde öğretim yapan süleymaniye medresesi de kapatıldı. tevhid-i tedrisat kanunu’na uygun bir şekilde “yüksek diniyat mütehassisleri yetiştirmek” üzere 1924 yılında istanbul darülfünununda bir ilahiyat fakültesi açıldı. 1933 yılına kadar darülfünun’un beş fakültesinden biri olarak faaliyet gösteren fakülte 1933’te üniversiteye geçişte lağvedildi. tevhid-i tedrisat’a göre üniversitede bulunması gereken ilahiyat fakültesi 1949 yılında ankara üniversitesine bağlı olarak tekrar açılacaktı. tevhid-i tedrisat kanunu’na göre maarif vekaletine bağlı olarak “imamet ve hitabet” gibi dinî hizmetleri yerine getirmek üzere okullar açılacaktı. kapatılan medreselerden 29’u imamhatip okulu olarak düzenlendi. bu okulların sayısı giderek azaldı ve 1930’da tamamı kapatıldı.

    okullarda din dersleri 1927 yılından itibaren seçmeli hâle getirildi. 1930’da şehir ilkokullarında, 1931-32’de ortaokul ve1939’da da köy ilkokul programlarından din dersleri çıkarıldı. din eğitimi veren kurumların kapanmasının/kapatılmasının ve okullarda din derslerinin kaldırılmasının ardından memlekette müslüman din adamlarına duyulan ihtiyaç arttı. 1948 yılında iktidarda bulunan chp, memlekette din adamlarına duyulan ihtiyacı karşılamak üzere on ay süreli imam hatip kursları açtı. ancak imam hatip kursları, beklentilere cevap veremedi. demokrat parti döneminde 1951 yılında ilkokula dayalı birinci devresi 4, ikinci devresi 3 yıl olmak üzere toplam 7 yıl süreli imam hatip okulları kuruldu.

    merkezî yönetimin güçlendirilmesi

    1923’ten itibaren tartışılan ve 20 mart 1926’da kanunlaşan maarif teşkilatı kanunu’na göre, teftiş ve denetlenmesinin daha da kolaylaştırılması için ülke maarif mıntıkalarına ayrıldı. bu sayede, bir çok vilayetin maarif vekaletine bağlı bir maarif emininin yönetimine verilmesi ve eğitimin merkezîleştirilmesi yolunda bir adım daha atılıyordu. bu mıntıkaların isimleri ankara, istanbul, izmir, edirne, konya, antalya, adana, sivas, trabzon, erzurum, elazığ (1928’de kaldırıldı, yerine kastamonu oldu), van (1928’de kaldırıldı diyarbakır oldu) ve gaziantep (1928’de kaldırıldı)’ti. bu teşkilatlanmayı daha sonra mahzurlu gören hükûmet, maarif mıntıkalarının görevlerini yavaş yavaş maarif vekaletine devretti ve 1931 yılında maarif mıntıkaları teşkilatı kaldırılarak tamamen ankara’dan yönetilen merkeziyetçi yapıya geçildi. yeni yapı yukarıdan aşağıya maarif vekaleti, il maarif müdürlüğü ve ilçe maarif müdürlüğü tarzında kuruldu.

    karma eğitim

    karma eğitim, öğrenme ve uzmanlaşma çağındaki kız ve erkek öğrencilerin aynı eğitim-öğretim metoduyla aynı müesseselerde ortak eğitim görmesi idi. bu tarz, 1871’de amerika birleşik devletlerinde ortaya çıkmış, daha sonra da avrupa’nın protestan ülkelerinde uygulamaya başlanmıştır.

    osmanlı döneminde kızlarla erkekler ayrı okullarda eğitim görüyorlardı. buna üniversite de dâhildi. ancak inas (kız) darülfünunu öğrencilerinin boykotlu bir oldubitti hareketi ile 1919 yılında darülfünunda kızlarla erkekler aynı amfilerde ders yapmaya başlamışlardı. buna karşılık 1924 yılına kadar ortaeğitimde karma eğitim uygulanmıyordu. 1924 yılında tekirdağ’da kız lisesi bulunmaması dolayısıyla kızların erkek lisesine kaydedilmesi gündeme gelmişti. maarif vekaleti de “yatılı olmayan liselerde karma eğitimin sosyoloji, psikoloji ve ahlak açısından yararlı” olduğunu bildirmişti. maarif vekili karma eğitime taraftar iken vekalet müsteşarı köprülüzade mehmet fuad, ilkokul ile üniversite de karma eğitimin olabileceğini, ortaeğitimde bunun mahsurlu olduğunu ve ortaeğitimde karma eğitimin avrupa’da da kabul edilmediğini savunuyordu. 1924’te, hükûmet ilkokullarda eğitimin karma olacağına karar verdi. 26 aralık 1925-3 ocak 1926 tarihleri arasında yapılan ııı. heyet-i ilmiye toplantısında yatılı olmayan okullarda karma eğitimin yapılması kararlaştırıldı. 1927-1928 eğitim yılında erkek ve kız okulları yanında bazı okullar karma eğitimin yapar hâle getirilmeye başlandı. ortaeğitim dairesi karma eğitime geçilmesi için bir tasarı hazırlayarak talim ve terbiye dairesine sundu. bunun üzerine üç okulda karma eğitim denemesi yapılması kararlaştırıldı. maarif vekili mustafa necati, sorumluluğu üzerine alarak 70 ortaokulun tamamında karma eğitimin yapılmasına karar verdi. tatbikat başarılı görülerek karma eğitim yaygınlaştırılmaya çalışıldı. ancak liselerde karma eğitime 1934-1935 eğitim yılından itibaren geçilebildi. tek lise bulunan yerlerdeki 19 lisede karma eğitime başlandı.

    `cumhuriyet dönemi eğitim kurumlarının yapılandırılması`

    maarif vekaleti, tevhid-i tedrisat kanunu’nun ardından bir genelge yayınlayarak yabancı okullarda türkçe, tarih ve coğrafya derslerinin türkçe okutulmasını ve din propagandası yapılmamasını sağlamıştı. tevhid-i tedrisat kanunu’nun uygulanabilmesi amacıyla 2 mart 1926’da “maarif teşkilatı hakkında kanun” kabul edilmiştir. bu kanun ile ilkokulun parasız ve zorunlu hâle getirilmiş, bir dil heyeti, maarif eminlikleri ve millî talim ve terbiye dairesi teşkil edilmiştir. birinci heyet-i ilmiye’de alınan karar gereği 1924-25 eğitim-öğretim yılından itibaren türkiye’deki bütün ilköğretim kurumları önce 5 yıllık eğitimin verildiği ilk mekteplere daha sonra ilkokullara dönüştürüldü. yalnız köy okullarında bu süre daha az olabiliyordu. genel ve mesleki ortaöğretim kurumları da ortaokul ve liseler şeklinde yeniden teşkilatlandırıldı. ancak bu dönemde ağırlığın daha çok ilk ve yükseköğrenime verildiği dikkatlerden kaçmamaktadır.

    cumhuriyet döneminde yeni yükseköğretim kurumları açılırken mevcut olanlar yeniden yapılandırıldı.

    1925’te ankara’da adliye hukuk mektebi, 1926’da gazi eğitim enstitüsü, 1928’de kapatılan halkalı ziraat mektebinin boşluğunu tamamlamak üzere 1930’da ankara’da yüksek ziraat okulu (enstitüsü) açıldı. 1933 yılında yapılan reformla darü’l-fünûn, istanbul üniversitesine dönüştürüldü. 1934’te ankara millî musiki ve temsil akademisi kuruldu. 1935’te istanbul’da bulunan mülkiye mektebi, siyasal bilgiler fakültesine dönüştürülerek ankara’ya nakledildi. 1936’da ankara’da dil-tarih ve coğrafya fakültesi açıldı. osmanlı devleti’nin son dönemlerindeki örneklerine benzer şekilde eğitim konusunda batı’dan uzmanlar getirildi. yetiştirilmek üzere batı’ya öğrenciler gönderildi.

    `atatürk dönemi sonrası millî eğitim politikalarında değişme`

    cumhuriyet döneminde temelleri atılan eğitim modelinin dayandığı iki temel husus vardı. bunlardan ilki “millîleşme”, ikincisi “modernleşme” diye tarif edilen batılılaşma idi. bu hususlar doğrultusunda millî eğitimin laik, cumhuriyetçi, günün bilimine dayalı, eşitlik ilkelerine uygun ve pratik hayata geçirilebilecek millî niteliklere sahip olmasına özen gösterilmiş, atatürk dönemi boyunca millî eğitim politikaları bu esaslara göre belirlenmişti. ancak inönü döneminde türk kültür ve eğitim hayatında batılılaşma daha baskın bir şekilde uygulandı.

    köy enstitüleri

    türk eğitim tarihinde “köy enstitüleri” hareketi olarak bilinen, köye göre öğretmen yetiştirilmesiyle toplum kalkınmasının köyden başlatılması fikri ilk defa ıı. meşrutiyet döneminde “komünist” olarak tanınan ethem nejad ve ismail mahir efendi tarafından ileri sürülmüştü. bu şahısların komünist olarak tanınmaları, köy enstitülerinin komünizm yanlısı kurumlar olup olmadıkları tartışmalarını da beraberinde getirecekti.

    cumhuriyet döneminde ise ilk defa köye göre öğretmen yetiştirme fikri; 1927 yılında maarif vekili olan mustafa necati tarafından ele alındı. neticede 1927-28 öğretim yılında kayseri zencidere’de ve denizli’de üç yıl öğretim süreli iki köy muallim mektebi açıldı. bu okulların yapım, onarım, araç ve gereç ihtiyaçları klasik ilk muallim mekteplerinden daha pahalıya mal oluyordu. bunu dikkate alan hükûmet 1932-33 öğretim yıllarında köy muallim mekteplerini kapattı. bu okulların kapatılma gerekçelerinde “köy ve şehir çocuklarının yetiştirilmesinde farklı yöntemler bulunamayacağı” ibaresinin yer almış olması da dikkat çekici idi. 1932 yılında maarif vekili olan reşit galip bey de köye göre öğretmen yetiştirme fikri üzerinde çalışmalar yaptı. bu dönemde, “köy eğitmenleri” projesi çerçevesinde altı aylık eğitmen kursları açıldı (ağustos-eylül 1933). askerliğini tamamlamış ve yalnız okumayazma bilen gençlerden türk köyünün kalkındırabilecek birer öğretmen ortaya çıkarmayı hedefleyen bu proje umut vermişse de reşit galip bey’in görevden ayrılmasıyla proje sona erdi. saffet arıkan’ın millî eğitim bakanlığı yaptığı dönemde ilköğretim genel müdürlüğüne atanan ismail hakkı tonguç’un çabalarıyla 1936 yılında köy eğitmenleri kursları yeniden açıldı. 1937 yılından itibaren köye yönelik üç deneme okulu faaliyete geçirildi. bu okulların başarılı bulunduğundan hasan ali yücel’in millî eğitim bakanlığı döneminde köyler için yeni bir proje hazırlanarak köy enstitüleri kuruldu (17 nisan 1940). köy enstitülerinin gayesi sosyal mahiyette memleketin siyasi, iktisadi ve harsi hayatının gelişmesine katkıda bulunarak tabiat kuvvetlerine esir değil, hâkim olabilecek insanlar yetiştirebilmekti. bu insanı yetiştirecek okul ise kitabi nitelikte değil, iş okulu niteliğinde olacaktı. köy enstitülü öğretmenler, köy kalkınmasını köylüyle iş birliği içerisinde gerçekleştireceklerdi. bu iş birliği çerçevesinde köylünün payına ise okul binalarının masraflarına katılma ya da okul yapımında ve onarımında yılda en çok yirmi gün olmak şartıyla çalışma mecburiyeti düşmüştü. ilkokuldan sonra beş yıl eğitim yapan köy enstitülerinde sıkı bir disiplin altında yetişen gençler teorik bilgileri yaşama geçirmeyi öğreniyorlardı. enstitülerde kültür dersleri kadar, ziraat ve teknik çalışmalara da yer veriliyordu.

    enstitülerden mezun olan gençler yirmi yıl çalışmak şartıyla köylerine dönüyorlardı. devlet, bu genç öğretmenlerine sembolik bir maaşın dışında, geçimlerini sağlayabilecekleri kadar toprak, bağ, bahçe, atölye, ev, teknik, sanat ve tarım araçları da vermeyi ihmal etmiyordu. köyüne dönmek istemeyip yüksek tahsiline devam etmek isteyen gençler için ise 1942 yılında hasanoğlan yüksek köy enstitüsü açıldı.
    köy enstitülerinden alınan ilk sonuçlar, cumhurbaşkanı inönü dâhil herkesi mutlu etmişti. ancak çok partili hayata geçişle birlikte köy enstitülerine ve onların kuruluş felsefelerine ilişkin tartışmalar gündeme geldi. köy enstitülü öğretmenlerden beklenen köyde yeni bir sosyal çevre kurması ve köyde insan ilişkilerini düzenlemesiydi. ancak, köy toplumu içerisindeki düzen ve yıllardır süregelen alışkanlıklar pek hesaba katılmamıştı. bu nedenle bazı öğretmenler köyü değiştirmek bir yana kendilerini bu eski değerler ve ilişkiler sisteminin içinde buluyorlardı. bu da tartışmalara neden oluyordu. tartışmalara neden olan sorun sadece bu değildi. köylünün çalışma mecburiyeti, köy enstitülerinde, köylü-kentli ayrımı yapılması, köyde öğretmene yüklenen sorumlulukların fazlalığı ve öğretmenlerin yirmi yıllık mecburi hizmet süreleri tartışılmaya başlanmıştı. bunlara bir de köy enstitülerinde komünizm propagandası yapıldığı iddiaları eklenince köy enstitüleri bir anda hedef hâline geldiler. bu tartışmalar sonunda 1952-53 eğitim öğretim yılından itibaren ilköğretmen okullarına dönüştürmeye başlanan köy enstitüleri 1954 yılında kapatıldı.
  • sonuçlarından bir tanesi:

    'masumiyet müzesi'ni öneren öğretmene ceza

    siz devlete her yetkiyi verip onu bir baba gibi görmeye devam ederseniz, devlet babanız liseye giden oğlunuzun/kızınızın okuduğu kitaba kadar karışır. "ne münasebet! müfredatı neden devlet baba hazırlıyor?" diye soracağınız güne kadar türkiye fakir bir ülke olmaya devam edecek.

    çözüm minarşizm
hesabın var mı? giriş yap