• mamoru oshii'nin 71 dakika uzunluğundaki akıllara zarar anime filmi. herhangi bir kesin bilgi ya da yorum vermeyen, yalnızca belirgin göndermelerden oluşan bir film. son derece hareketsiz, ama düşündürücü.
  • ne ile ilgili olduğu tam bir muamma. film değil, oshii 'nin yine varoluşu, gerçek ve gerçek üstünü ele aldığı ama bu sefer ekspresyonist bir resim gibi çizdirdiği; sembolizmin tavana vurduğu sanat eseri. nasıl bunların hepsi bir arada oluyor da oluyor bilinmez. müzik ve dialog ne kadar minimal tutulmuşsa, çizimler o kadar gotik.

    kafanızın dolu olmadığı huzurlu bir zamanda, sabırla izleyin..
  • ne ile ilgili olduğu konusunda izleyicisine söz hakkı veren, saygı duyulası bir anime. ele aldığı konuları çok derinlere ve ağır sembolizme gömmüş olmasına rağmen insanı düşünmeye sevkediyor. mamoru oshii'nin en iyi filmlerinden biri olduğu gibi, anime dünyasında anhedoni'nin karşılığı olabilir.

    daha ayrıntılı bir yorum için buraya bakabilirsiniz: http://animefilmleri.blogspot.com.tr/…gels-egg.html
  • ağır gotik havası ile muhteşem mekan tasarımlarına sahip anime filmi.

    mekan tasarımları bana direkt olarak dark souls serisini hatırlattı.
    biraz araştırınca da dark souls 3 ile bağlantılarını bulmak zor olmadı.
  • daha çok semavi dinler ve onların sembolizmi üzerine kurulmuş, oldukça kısa fakat yönetmenin sanatını dibine kadar konuşturduğu, herkesin izlemeye yanaşmayacağı türden bir yapım.
  • izlediğim en garip filmlerden. uykuyla uyanıklık arasında izlerseniz fena etki ediyor insana. müzik kullanımı yoğun senfonik tınılar rahatsız edebiliyor. ne anlatmak istediğine dair farklı fikirler olabilir ama kızın yalnızlığını iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
  • ningen no joken'den 31, belladonna of sadness'ten 12, ersaerhead'ten 8 sene sonra servis olunmuş büyük usta mamoru oshii imzalı anime. yoshitaka amano yazmış.

    ya bunların alayını seyrettim arkadaşlar. benzer refereans alemiyle kurulmuş evrenleri okuduk, hala da bazı unsurlarıyla kullanılan fikirler var birbiriyle bağlantılı. geçen sene lars von trier'in 'sanatta bir hammadde olarak incil' tadında röportajını da seyrettim. kubrick'e de ayığım.

    ya bu amına koduklarım neyin kafasını yaşıyor peki diye sorarsanız, basitçe anlatayım. en başta ortadoğu'da doğan dinlerin dünyaya dağılımı ve elbet insan eliyle ayar çekilmesi ve bir enstrümana dönüşmesi, insanı dönüştürürken kendisini fönüştürme hadisesi var ya. hah işte bu bir psike bina ediyor. bu final özdeş kafaları yaşarız bir anlamda. japonun, amerikalının, güney amerikalının, polonyalının falan
    hayat gailesi bu metafizik estetik çevresinde bina olur.

    gel gör ki bu son harç eklenmeden evvel milletin, topluluğun, kültürün unsuru insanın evvelinden gelen bir öteki envanter de mevcut bulunur. hani bizde arabanın arkasına "türk" yazdırıp ayahuasca tribine giren fahri perulu ibikler falan var ya. ha bu arkadaşa da misal bizim coğrafyada islam tepeden basmıştır. ama avusturya'daki adama mesela incil, macar'ın geçmişi de avusturyalıdan farklı misal onun da kafası kendine göre geliyor evvelki katmanlardan.

    hal böyle olunca doğması, büyümesi, birey olması, eş olmak, çoğalmak, karnını doyurmak, savaşmak, sevişmek müesseseleri tıpkı yeni bir lisan öğrenme aşamasında yattığımızda o dilde havale geçirir gibi oluruz ya, arrival filminde vardı misal. hah işte tüm bu insanı müesseslerde amaç olsun, araç olsun ne bok yersek yiyelim bu efsunlu hayalet katmanlar ciğerimizin bir köşesinden bizi sarıp sarmalar. işte bu gibi eserler de bizim bu havaleli hallerimizi bize gösterip ona bir anlamda hakim olmamızı sağlar.

    ya aslında bunları kültür, sanat tarihçileri olsun, felsefecisi, sinir bilimcisi olsun bir kertede kurcalar gel gör ki sanat dediğimiz hadise oraya dokunma konusunda daha bir pratik oluyor.

    ha şu var "abi ben bunları seyrettim, bir sikim anlamadım, kolpa" muhabbeti var ya. o da doğru, çünkü eraserhead olsun, efendime söliyim tenşi no tamago olsun, ghost in the shell, ebesininki monogotari falan olsun elbet evrensel bir şeylerden söz ediyor ama senin işletim sistemine denk düşmediği için karakterler hatalı gözükebiliyor. kaldı ki bu fazda eserleri içinden çıktığı kültürün en keskin hatlı örneği tipler bile anlayamayabiliyor, benimsemeyebiliyor o nispette bir içgörü gelişmediği için. bunlar da gayet normal şeyler amk, atla deve değil.
  • mamori oshii kralın kendi içerisinde bir inanç çatışması yaşadığı sırada yönettiği sanat filmi. kimine göre inanç ve inanç yıkımını anlatır, kimine göre ruhu, kimine göre yaşama sebebini. zaten oshii krala göre; bu filmi sadece oshii'nin anlatmak istedikleri değil, izleyen herkesin anladıklarının bütünü oluşturuyor.
  • balık 'gölgesi' avı bana platonun mağara alegorisini hatırlattı zaten filmin sonunda da nuhun gemisinin altından baktığımızı fark ediyoruz ve her şey ters yüz ediliyor. pek anlayamadığım ama ilginç bir biçimde hipnotize olarak izlediğim filmdir.
  • terk edilmiş neo-gotik bir şehirde tek başına yaşayan isimsiz bir kızın hikayesidir. film boyunca, korumayı ve yumurtadan çıkarmayı amaçladığı (son kuşu içerdiğine inanılan) giysilerinin altında bir yumurta taşır.

    art nouveau tarzı bir şehir manzarasında dolambaçlı yollarda ilerler, tuhaf insan gölgeleriyle, döküntü mimariyle ve sembolizmle dolu, loş bir şekilde aydınlatılmış şehrin içinden geçer. diyaloglar azdır fakat güçlü görseller ve gerçeküstü anlatım tam da olması gerektiği gibidir.

    felsefi bir altyapıya sahiptir ki son derece deneysel, düşündürücü bir filmdir. esasında ana tema inançtır. filmdeki kız ve erkek aynı madalyonun iki yüzünün simgesi gibidir. kız körü körüne inancın masumiyetini, erkek ise ateizmin nihilizmini temsil eder. yönetmenimiz mamoru oşii, yumurtayı parçalayarak, sanki hıristiyanlıktan çıkma mürted bir durum yaratır. mealen bu, modernitenin nihilizmi gibidir. yani tanrı ölüdür ilkesini izleyiciye o kadar derinden hissettirir ki nietzsche her an bir yerlerden fırlayacak gibidir. şehrin her yerine yayılan bir ıssızlık, boşluk ve bazen de korku duygusuyla baş başa kalmak ve bunu bu filmde deneyimlemek gerçekten hoştu.
hesabın var mı? giriş yap