• norveçli film yapımcısı vibeke lökkeberg'in 'gerçekler karşısında sessiz kalamazdım, birilerinin bunu yapması gerekiyordu” diyerek filistin’de yaşayan ve yaşları 8 ile 12 arasında değişen 3 çocuğun anlattıklarından esinlenerek hazırlmış olduğu eylül 2010'da toronto film festivaline gösterime girmiş 90 dakikalık savaş belgeseli. filmin tamamına yakını filistinli 15 kameramanın çektiği ve gizlice tünellerden dışarıya çıkarılmış görüntülerden oluşuyor. 15 mart 2011'de selanik belgesel festivali ve 27 mart 2011'de de hong kong uluslararası film festivalinde gösterime girmiştir.

    imdb için

    ayrıca youtube'da fragman altına yapılan yorumlarda "ama onlarda bize qassam roketleri atıyorlar" diyen bir israilli arkadaşa verilen şu cevap çok şahane olmuş:

    more israelis die from peanut allergy than the bombs that come from gaza, you have no arguments to make. so shut the fuck up!

    fragman için: http://www.youtube.com/watch?v=tcekagzhxvq
  • küçük çoçukların büyük sözler sarfetmesini gördüğümde kahrolduğum belgesel. tamamını izlemek yürek ister. yıllardır ordaki eziyetin süre gelmesine alışmışmışız, unutmuşuz, görmezden gelmeye başlamışız. belgesel tokat gibi yüzüme vurdu ve siktimin hayatından soğudum resmen. bu durum karşısında hiç birşey yapamamaktan utanmamı sağlamıştır.
  • şimdi yine gece gece aklıma geldi. niyeyse... derler ki, travma illa ki bir olayı yaşamayı gerektirmez. tanık olmak da çoğu kez yeterlidir. ben gerçekten neye tanık oldum ki peki? doğduğumdan bu yana hiçbir zaman sıcak bir savaşın içinden geçmedik ülkece. kardeşim vurularak öldürülmedi gözlerimin önünde. bir paket cipse çok lüks bir şeymiş gözüyle bakmadım. susuz kalmadım hiç ve her gece başımı koyabilecek bir yastığım oldu. iyi ya da kötü anne-babam hep yanımda oldu. çok zor günlerden geçtik ama ben hiç "ölüm"ü görmedim.

    ama bu çocukların, gazze'deki o temiz yüzlü çocukların hikayesini bilmek yetiyormuş işte. bu filmi izlemek, izleyebilmek; belki "travma" kelimesinin de tek başına karşılayamacağı bir etki bırakıyor insanda. film demek de doğru değil ya neyse. hani sinema bir sanat dalı ya, o sebepten. oysa bu film çok gerçek. çok doğru. çok acı.

    ingilizce'yi hiç bilmeyenler için, toplasan kaç cümle geçiyor ki zaten diyerek türkçe'ye çevirme amaçlı izlemiştim belgeseli biraz da. ilkinde zaten dağıldım ama 4. izleyişimde de hiçbir şey soğumamıştı. yine gözyaşı... ve işin kötüsü, bilinçsizce bile olsa "üzülebiliyorsam insanım o zaman, iyi niyetliyim ben" diye sizi avutacak en ufak parça bulunmuyor içinizde. bitince sadece bir hesaplaşma, vicdani bir sorumluluktan çok daha öte bir şey olan 'insan olmak' üzerine sorular ve illa ki suçluluk duygusu kalıyor geriye. kalsın!

    hocamız hep derdi. "önce çocuk hakları!". şimdi daha iyi anlıyorum. mendil satan, çöp toplayan, dilendirilen; okulda, evde, sokakta aşağılanan, sınıf ayrımına maruz kalan çocuklara tanığım işte ben de! zaten zincirleme değil mi her şey? ezilmiş birini görebiliyorsan, ama gerçekten görebiliyorsan bak; diğer herkesi de görmeye başlarsın.

    bazısı savaş çığırtkanlığı yaparken istediği kadar ben desin, bizimkiler desin, burası desin... tarih hepimize eşit şekilde mal edilir. o gözyaşları hepimizindir.
  • kanın, zulümün ve gözyaşının hiç eksik olmadığı bir coğrafyada çocuk olmanın ne denli zor olduğunu anlatan belgesel.

    yahya, amira ve rasmia... filistin'deki, gazze'deki binlerce çocukla aynı kaderi ve kayıpları yaşayan üç masum. işgalci israil'in kara gölgesi tepelerinde ve çevrelerinde dolaşırken hayata tutunmaya ve yaşadıklarını anlamaya çalışıyorlar. anlattıkları ve yanları sıra görüntülere yansıyanlar insana ibret aldıracak, düştüğü gafletten utandıracak, içinde bulunduğu şartlara şükrettirecek cinsten. özellikle de rasmia'nın "hayat zor, gerçekten." deyişi insanı o kadar ürpertiyor ve utandırıyor ki, bir daha asla ve asla "hayatım zor" diyemeyeceğini düşündürtüyor.

    vibeke lokkeberg cesurca bir iş yapmış, gazze'nin maruz bırakıldığı insanlık dışı zulüme duyarsız kalmamış. lâkin belgesel bizim sinemalarımızın hiçbirinde gösterilmemiş bulunuyor. yazık!

    belgeselin müziklerini güzel insan lisa gerrard ve marcello de francisci birlikte yapmış. böyle bir yapımın fonuna emek vermiş olduğu için lisa gerrard'ı bir kez daha yürekten takdir ediyorum ve gıyabında saygılarımı sunuyorum.

    ayrıca, bağlantılı olarak:
    (bkz: footnotes in gaza)
hesabın var mı? giriş yap