• tarihçi prof. mustafa akdağ'ın celali isyanlarını incelediği kitabı. kitap daha sonra birçok yayınevi tarafından "türk halkının dirlik ve düzenlik kavgası ve celali isyanları" adıyla basıldı.

    yazar, kitaba "osmanlı imparatorluğunun para rejimi" ile başlar, "çiftbozan reaya ve levendatın artması" medrese öğrencilerinde ruhsal bunalım - medrese öğrencilerinin ahlâk dışı eylemleri"... şeklinde devam eder ve "1603 - 1607 büyük kaçgunluk dönemi" ile bitirir.
  • mustafa akdağ'ın oldukça önemli kitaplarından biridir. bunun yanı sıra bu kitapta türk halkını daha iyi anlatabilmek adına osmanlı ile ilgili çalışmalarından biriydi. ancak bu çalışmaları vefatı yüzünden eksik kalmıştır.

    kitapta çok güzel analizler yapılmıştır. ayrıca ayrıntılar baya önemli. kitap celali isyanlarıyla doğrudan alakalıdır ama işi medrese öğrencilerinden ele almakta fayda var. kitabında 130 sayfayı osmanlıdaki eşcinselliğe ayırmıştır.

    bu konuyu ayrıntılı olarak http://bliyaal.blogspot.com/…ari-ecinsellik-ve.html adresinde blog yazarı işlemiş. oradan alıntı yapalım.

    =alıntı=

    her biri bir vakfın kurumu olan anadolu ve rumeli’deki medreseler, 16. yüzyıl başlarında öğrenci yığılmaları ile karşılaşıyor. zira bu yüzyıl başlarında osmanlı’daki ekonomik durum nedeniyle, köylerde geçim olanakları daralmış bulunuyor. aileler çocuklarını medreselere göndererek, onlara gelecek sağlamaya çalışıyor. lise çağındaki bu medrese öğrencilerine “suhte” deniliyor. medreseleri bitirip diplomalı olanlar da devlet tarafından kadılık, naiplik, müderrislik, imamlık gibi görevlere atanıyorlar.

    tabii, bu medreseler yatılı. öğrenciler “imaret” denilen öğrenci yurtlarında kalıyorlar. bu yurtlara girmek için de ergenlik çağında olmak gerekiyor. yalnız, bu yurtlar pek öyle güzel yerler değil. nitekim akdağ’ın dediğine göre, “16. yüzyıl medreselerini ve imaretlerini incelediğimizde, buralarda o kadar uzun yıllarını geçiren öğrencilerin, ruhsal bunalım içine yuvarlanmaktan kendilerini kurtaramayacak koşullar içinde yaşadıklarını görürüz,” (s. 154). yurtlar hücrelere ayrılmış ve her odada 3 ilâ 5 öğrenci kalıyor. yurt binaları dörtgen biçimindeki bir açıklığı çevreleyecek şekilde inşa edilmiş. hücreler yan yana sıralanmış hâlde ve dış bahçeye ya da sokağa bakan küçük pencereleri var. ancak duvarlar kalın olduğundan içeriye yeteri kadar ışık girmiyor. akdağ'dan devam edelim: “ömürlerinin en genç ve kızgın çağını, bu dışa kapalı, dar, karanlık ve kubbe biçimindeki, tavanından karanlığın hayalleri sarkan bu hücrelerde geçirmek zorunda kalan öğrencilerin, ara sıra çıktıkları şehrin sokak ya da çarşı ve pazarları da, onların gençlik ihtiyaçlarına kesinlikle kapalı bulunuyordu. gizli çalışan, yakalandıkça da şuraya buraya sürülen fahişeleri bulmak çok zor bir işti,” (s. 155). çünkü bu gibi yerlerde asayişi sağlamakla görevli kişiler (subaşı, asesbaşı, asesler, yasakçılar) kimseye göz açtırmamaktadır. üstelik bunlara bol para cezası kesme yetkisi de tanınmıştır. bu yüzden kız ve erkekleri sokakta konuşurken, hatta bakışırken bile yakaladıklarında ceza kesiyorlardı.

    bu koşullar altında öğrenciler hem derslerine çalışacak iradeyi kendilerinde bulamıyor, hem de cinsel hayallerini kamçılar tarzda yapılmış olan hücrelerde kendilerini eşcinsel davranışlara kaptırıyorlar. böylece eşcinsellik öğrenciler arasında yayılarak bir alışkanlık hâlini alıyor. dahası, bu öğrenciler çarşıya çıktıklarında saldırgan, zorba ve eşkıya davranışlı oluyorlar. asayişçiler ile çatıştıkları için de, bir yandan iyice azıtıyorlar, diğer yandan örgütlenip silahla karşı koymaya başlıyorlar. akdağ, eğitiminin çoğunluğu günah-sevap konusu üzerine toplanmış olan, yani ahlâk amacı güden medrese derslerinin, bu olayları engelleyici hiçbir etkisinin olmadığına dikkati çekiyor. tekrar akdağ’dan devam edelim: halk ağzında ve yazılı dilinde genel olarak “suhte” deyimi ile sözleri edilen medrese öğrencilerinin, genç çocuklar ile düşüp kalkmaları, toplum ahlâkını kemiren bir alışkanlık hâlinde sürüp gidiyordu. yalnız bunlar değil, “levent” dediğimiz, köyden kente gelmiş, işsiz güçsüz dolaşan ve “bekâr odalarında” her türlü ahlâksızlığı yapmaktan çekinmeyen ergen kitleler de, bu doğa dışı cinsel sapıklıkları huy edinmişlerdi. kadın-erkek ilişkilerini son derece kısıtlayan, hatta fahişeliğe bile göz yummayıp, bu gibi kadınları oradan oraya süren o dönemin yobazlığının, asayişçilerin cerime (para cezası) çıkarabilmek için, bir erkekle bir kadını konuşurken de olsa yakalayabilme gayretlerinin, suhte ve leventlerin bu söylediğimiz doğaya aykırı alışkanlıklarını bütün bütün kamçılamakta olduğu bir gerçektir. bu incelediğimiz sıralarda, hatta birer meyhane gibi kullanılan bozahanelerin işleticileri, bu gibi yerlere doluşan ergen müşterileri için “taze oğlanlar” bulundurmakta ve yasakları da hiçe saymaktaydılar,” (s. 158). [akdağ’ın fahişeliğe “göz yummamayı” yobazlık saydığına dikkatinizi çekerim.]

    hatta 16. yüzyılın ortalarında öğrenciler işi o kadar azıtıyorlar ki, şehir ve kasabalarda kızları ve oğlanları kaçırmaya başlıyorlar. küçük gruplar ve bölükler hâlinde isyan hareketlerine girişiyorlar, soygun yapıyorlar. öğrenci şefleri yönetiminde örgütleniyorlar. birçok olayda, suhteler para ya da “taze oğullarını” vermekte zorluk çıkaranlara işkence yapıyorlar. sinirlerini çıkarıyorlar, ellerini ve ayaklarını kesiyorlar. kimilerini ayaklarından asıyorlar. pek çok kişiyi katledip, birçok kişiyi ölene değin dövüyorlar.

    akdağ bu türden olayların anadolu’nun verimli bölgelerinde yer alan şehir ve kasabalarda meydana geldiğini aktarıyor. buralar medreselerin ve öğrenci yurtlarının kalabalık olarak bulunduğu yerler. öğrenciler bölükler hâlinde köyleri ve evleri basıyorlar, malları yağmalıyorlar, parasına ve malına göz diktikleri zenginleri öldürüyorlar, yakışıklı ve güzel oğlanları kaçırıyorlar. bu yakışıklı oğlanlara “sâderû” deniliyor. kaçırma olayına ise “oğlan çekme” adı veriliyor. hatta hamam basıp oğlan çekenler dahi var. maalesef, bu olaylara hükümetten ve o yöredeki yetkililerden de karışanlar oluyor. bu kişiler baskınlardan pay ya da rüşvet alıyor. akdağ’dan devam (dili bir-iki yerde düzelttim):

    “imaretlerde yaşamlarının en genç ve cinsel yönden en bunalımlı dönemini geçirmek zorunda bulunan, sokakta kadın ya da kız yüzü görmelerine çağın “kaç göz” ya da “namahremlik” anlayışındaki pek sıkı kuralların engel olduğu bu insanlar, imaretlerinin ve medreselerinin “hücrelerinde” çirkin ahlâksızlıklarla kendilerini tatmine çalışırken, elbette kanlı olaylar çıkarmaktan da kendilerini alıkoyamıyorlardı. sokakta şunun bunun gençlik çağına yeni girmiş ya da girmek üzere olan erkek çocuklarını uludağ’a, ıssız bahçelere kaçırmak, hücrelere kapatmak, hamam yollarını gözetleyerek gelip giden kadın ve kızları önceden hazırladıkları eve, medreseye, imarete zorla götürüp içki içirmek yoluyla ırzlarına geçmek, şaşılmayacak günlük olaylardı. nitekim mahkemelerde görülen pek çok cinayet, yaralama, fuhuş ve benzeri yargılanmalardan, bunlara ait olanlar az değildir.” (s. 192)

    akdağ bu olaylara sayfalar dolusu örnek veriyor. iki tanesini özetleyerek aktarayım: bursa zaimi, yani subaşısı nebi bin abdullah, 7 temmuz 1572’de mahkemeye ayşe ve emine adında iki kadını çırılçıplak bir hâlde getiriyor. kadınların anlattıklarına göre, hamamdan dönerken üç suhte yollarını kesiyor. bıçak çekip kadınları korkutuyorlar ve akşam namazından sonra medreseye kapatıyorlar. bütün giysilerini ve hamam takımlarını alıp, kadınları anadan doğma soyuyorlar. gece ne olduğunu tahmin edersiniz. belki yatsı namazı için ara vermiş olabilirler. kadınlar sabaha karşı, öldürülmek üzere iken kaçmayı başarıyorlar. attıkları çığlıklar üzerine mahalleli yardımlarına koşuyor. mahkemede mahalleliler toplu hâlde şikayette bulunuyorlar. “sözü geçen medresede bu tür ahlâksızlıklar hiç eksik olmuyor, içeride kopan feryatlardan evlerimizde oturamaz olduk, korkudan elimizden bir şey yapmak gelmiyor,” diyorlar. (s. 193)

    bir tane daha: sonusa ve samsun’daki suhteler tokat’a bir sâderû (taze ve yakışıklı oğlan) getiriyorlar. halk da suhteler ile çatışıp oğlanı kurtarıyor. mahkemede oğlan, suhtelerin kendisini kaçırdıklarını söyleyince, yeniçerilere emanet ediliyor. ancak 30 suhte geceleyin bu yeniçerilerin evlerini basıyor, aralarından birini öldürüyor, diğerlerinin kulaklarını ve burunlarını kesiyor ve oğlanı alıp kaçıyorlar. sadece şefleri yakalanıp asılabiliyor. (s. 182)

    mahkemeler yakalanan öğrencilere suçlarını itiraf ettirmek için işkence yapıyor. eğer bunların işledikleri suçlar ağır cezaya çarptırılmak ya da asmak için yeterli olmuyorsa, mahkeme yeni suçlar yaratıyor ve iftiracılık yaparak işi hâllediyor. buna “siyaset kararı almak”, yani ölüm cezasına çarptırmak deniliyor. bu işi emreden de istanbul’dan gönderilen fermanlar. hatta padişah yavuz selim 1519’da bursa sancak beyine ağır bir ferman yollayarak, yakaladıklarının hemen siyaset edilmesini istiyor. işkence “örf” ya da “örf-i marûf” olarak adlandırılıyor. işkence yapılırken ölenlere ise “örfte telef oldu” deniliyor. kimi zaman tam bir ayaklanma biçimini alan bu öğrenci gruplarını bastırmak için, erlerden ve sipahilerden oluşan kovuşturma güçleri kuruluyor. bunlara “isyancıların demleri hederdir”, yani “öldürülmelerine izin verilmiştir” yazan birer hüküm sureti veriliyor. fakat bu güçler önlerine çıkan herkesi sorgusuz sualsiz “eşkıya” deyip katlediyorlar. bu yüzden pek çok masum genç öldürülüyor. bu insafsızca cezalandırma karşısında istanbul’a seslerini duyuramayan aileler ve akrabalar, ya çocukları saklama yolunu seçiyor ya da isyana kendileri de katılıyor. işin güzel tarafı, ölü ya da diri ele geçirilen öğrencilerden çıkan mal ve paralar devlet hazinesine gidiyor; soygun malı ve parası da bunları öldürenlere veya yakalayanlara ait oluyor. yani soyulan halka mal ve paraları geri verilmiyor!

    akdağ’ın şu sitemi ilginç. şöyle diyor: “bu tür ahlâk dışı olaylar açıktan alıp yürüdüğü hâlde, imam, müezzin, müderris ve benzeri hacı-hoca takımı, nasıl olup da önleyici büyük tepkiler gösterecek bir insanî duygusallık göstermediler, anlamak güçtür. halbuki aynı çevreler, kadın-erkek buluşumları açığa dökülecek kerteyi bulduğunda, hemen toplu hâlde mahkemeyi boylayıp, kıyameti koparıyorlardı.” (s. 158-9)

    işte size ecdadımız osmanlı’dan insan ve memleket manzaraları. şu öğrenci yurtları size günümüzdeki “ışık evlerini” ya da birtakım cemaatlere ve tarikatlara ait öğrenci yurtlarını hatırlatmıyor mu? hrant dink’i öldürenlerden bazıları nerede kalmıştı? ya cinsel yönden azıp oğlan kaçırmaya ne demeli? allah’a şükür bugün en azından bunu yapmıyorlar, onun yerine internette çocuk pornosu izliyorlar – medeniyet efendim! devlet görevlileri de işlere karışmış. eh, buna zaten alışkınız. hatırlayın, zamanında doğuda 12 yaşındaki bir kız çocuğuna defalarca tecavüz eden birtakım görevlilerin olduğuna dair haberler dinlemiştik.

    anlayacağınız, bugün bu işleri yapanların dedeleri de aynı haltı işliyorlarmış. aynı tas aynı hamam. akdağ’ın özellikle giderilemeyen cinsel ihtiyaçlardan bahsettiği dikkatinizi çekti mi? ya da kadın-erkek ilişkilerini hepten yasaklayan yobaz zihniyete yaptığı vurgular? fahişelikten bile bahsediyor kendisi. bunlar için verdiği örnekler size iran’daki benzeri “ahlâk önlemlerini” hatırlatmadı mı? bu olanlar, karşı cinsle ilişkiyi yasaklayan bir düzenin varacağı son noktayı güzel gösteriyor, değil mi? kim bilir şimdiki tarikat yurtlarında ya da ışık evlerinde neler oluyor da, haberimiz olmuyor. demek ki, dinî eğitim vermekle, millî gelenekleri savunmakla, din eğitimi veren medrese tarzı okullar açmakla vs. ile memleketin ahlâkı düzelmiyor. bizim memlekette hâlâ bu tür şeyleri savunan insanlar var. kafalarını hiç çalıştırmıyorlar. diyorum hep, diktatör lazım bize, diktatör.

    =alıntı=
  • yapı kredi yayınlarından çıkan 2009 basımının içindekiler kısmı şöyledir:

    içindekiler 1: görsel
    içindekiler 2: görsel
    içindekiler 3: görsel
    içindekiler 4: görsel

    arka kapak yazısı:

    "cumhuriyet dönemi tarihçiliğimizin bir klasiği. osmanlı tarihinin en parlak dönemi sayılan 16. yüzyılın ortalarında başlayıp 17. yüzyılın ilk çeyreğine kadar süren birbirine eklemlenmiş toplumsal karışıklıklar, devlet otoritesine güçlü başkaldırılar dizisinin nedenleri, özellikleri, sonuçları ilk kez bu çalışmada bütün kapsamıyla ortaya konmuştur. osmanlı devleti’nin temel coğrafi ve toplumsal dayanağı olan anadolu’da ortaya çıkan bu olaylar dizisi sosyal ve iktisadi düzeni altüst etmiş, izleri günümüze kadar gelen “büyük kaçgun” gibi bir olguyu yaratmış, devlet açısından da vergi gelirlerinin azalması, asâyişin bozulması, kentlere göçün artmasının yarattığı çok boyutlu sorunlar gibi sonuçlar doğurmuştur."
hesabın var mı? giriş yap