• https://www.dahifilozof.com/…analoji-heptengitmeli/ adresinden alıntıdır:

    "tümevarım, özelden genele parçalardan bütüne doğru yapılan bir akıl yürütme biçimidir. bu akıl yürütmeler zorunlu olarak geçerli değildirler. olma olasılığı doğru veya geçerli akıl yürütmeleridir. ayrıca bu akıl yürütme biçiminde yeni ve bilinmeyen sonuçlara ulaşabiliriz. "

    "tümevarım varsayımsal bir genellemedir. sonucun doğruluğu hiçbir zaman kesin değildir. tümevarım akıl yürütme yönteminde öncüllerin doğruluğunu kabul etsek bile sonucun doğruluğunu kabul etmeyebiliriz. yani bütün öncüller doğru olsa bile sonuç yanlış olabilir. ancak yanlış olmayadabilir. "

    https://evrimagaci.org/…n-siniri-karl-r-popper-7463 adresinden alıntıdır:

    "karl r. popper, tümevarım ilkesinin sorununun aslında filozof david hume tarafından belirgin hale getirildiğini ve bu nedenle bilimin işleyişinin tümevarımsal mantıkta kusurlu olduğunu da ortaya koyduğunu belirtir. bu soruna ilk cevabı veren ımmanuel kant ise tümevarım ilkesini, akılsal olarak geçerli bir “apriori bilgi” olarak kabul ederek bu sorunun üstesinden gelmek ister. ancak böyle bir kesin apriori bilgiden söz etmek imkansızdır. çünkü bu tür bilginin mantıksal olarak bir doğruluk derecesi de bulunmamaktadır. bu kısmı daha net anlaşılabilir hale getirmek için kısaca david hume’un getirdiği eleştiri ve arkasından ımmanuel kant’ın vermeye çalıştığı cevap irdelenmelidir.

    david hume, bilimsel bir akıl yürütmenin meydana çıkabilmesi için öncelikle düşünceler arasında bir bağlantı ilkesi bulunması gerektiğini öne sürmektedir. bu bağlantı ilkesi düşünceleri bir araya getirerek aslında bir akıl yürütmeyi olağan hale getirir. düşünceler arası bağlantının ilkeleri ise söyle sıralanır:

    benzerlik
    zamanda ve mekanda yakınlık
    neden ya da sonuç
    bununla beraber david hume, bilimsel bir akıl yürütmenin olgulardan yola çıkmasının önemini hatırlatarak, olgular üzerine akıl yürütmelerin yalnızca “neden ve sonuç” ilkesi üzerine kurulu olduğunu öne sürer. ve tam da burada şu sözlerle “neden ve sonuç” ilkesinin özellikle üzerinde durulması gereken kısım olduğunun gerekçesini vurgular:

    <<…olgularda bize güven veren kanıtın doğası konusunda kuşkudan,şaşkınlıktan,belirsizlikten kendimizi tam olarak kurtarabilmek için, neden ve sonuç bilgisine nasıl ulaştığımızı da soruşturmalıyız.>>
    bu bakımdan böyle bir düşünceler ilişkisine hiçbir durumda “apriori” önermelerle gelemeyeceğini, yalnızca tek tek nesnelerin bilgisiyle ve bu nesnelerin bilgilerinin birbirine bağlılığıyla, bütünüyle “aposteriori” bilgiden doğacağını ileri sürer. burada david hume’un kendi sözlerine tekrar dönerek niçin bir sonucun her zaman bir nedeni ortaya koyamayacağını şu sözlerle açıklar:

    <<… bizde bu sonuçların deneyim olmadan yalnızca akıl yürütme yetimiz aracılığıyla ortaya çıkarabileceğimizi sanma eğilimi vardır. biz, dünyaya ansızın bırakılmış olsak, bir bilardo topunun diğerine çarparak ona hareket ileteceğini en başında var sayabileceğimizi ve onunla ilgili kesinliği bildirmek için bu olayı beklememize gerek kalmayacağını sanırız. alışkanlıkların etkisi şöyledir: en güçlü olduğu yerde, doğal bilgisizliğimizi örtmekle kalmaz kendisini bile gizler…>>
    bu kısımda david hume, apriori bilgiyle açıklanabilecek bir neden ve sonuç ilkesinin yalnızca bir alışkanlık olduğunu vurgular. aposteriori bilgiye ve buradan gelen deneye başvurulmadıkça bütün doğal olarak kabul edilen etkilerin belirli bir konuya ilişkin yalnızca bir kuruntu verebileceği, bu düşünce biçiminde dile getirilen bir sonuçtur. bu bakımdan kısaca david hume, tümevarımsal bir akıl yürütme için başlangıç olan bir düşünceler arası ilişki ilkesi olması gerektiğini ve ancak bu düşünceler arası ilişkilere bakılınca, temelinde yatan neden ve sonuç ilkesinin yalnızca deneyim ve deney bilgisinden gelebileceği sonucuna ulaşır. böylece tümevarımsal bir bilimden söz edilemeyeceğini çünkü böyle bir bilimin mantıksal açıdan yalnızca bir kuruntu ortaya koyabileceğini söyler.

    ımmanuel kant ise, bu temel önermenin aslında kendi dogmatik uykusunu sona erdirdiğini söylediği ünlü sözüyle, bilimsel mantığın altında olan bu temel sorunu çözmenin bizatihi kendisinin temel bir sorun olduğunu dile getirir. bu bakımdan eseri prolegomena’da david hume problemine geri giderek onun en ufak ayrıntıya kadar incelenmesi gerektiğini belirtir:

    <<...bu, prolegomena’da hume’un şüphesinin verdiği ipucundan başka şimdiye dek yapılanlardan hiçbir şeyin kullanılmadığı, yepyeni bir bilimdir. hatta, hume da böyle bir biçimsel bilimin olanaklı olduğunu düşünmemiştir ve bundan dolayı gemisini emin bir yere getirmek için onu kumsala oturtmuştur. oysa benim için önemli olan, o gemiye eksiksiz bir deniz haritası ve pusula vermektir…>>

    ımmanuel kant gibi felsefe ve bilim tarihi içerisinde önemli bir yere sahip bir filozofun “tümevarımsal mantık” çıkmazı için kendi düşüncelerini ortaya koyması gerektiğini bilerek düşünce tarihine çıktığını söylemek yerinde olacaktır. ımmanuel kant tümevarımsal mantık sorununu gidermek için, temelde david hume’un söylediği “neden ve sonuç” ilkesinin aslında zihnin kategorilerinde meydana gelen ve bu nedenle de “apriori” olan bir ilke olduğunu öne sürmekle argümanını sonuçlandırır. apriori ilke olma özelliğinin koşulu matematik ve geometri bilgisiyle ortaya konan sentetik apriori bilginin mümkün olduğunu kabul etmekten gelir. ya da kısaca akıldan gelen bir yeniden bilgi edinme sürecinin var olduğunu kabul etmekten.

    karl r. popper, ımmanuel kant’a karşı durarak onu aslında neden-sonuç ilkesini apriori ilkeye geri götürmekle suçlar. bu tümevarımın kurtarılma çabasıdır. ancak tümevarımın kendi mantıksal zemin zayıflığı hala david hume eleştirisini haklı çıkartır şekilde durmaktadır.

    tümevarımsal mantık yolunu reddeden yeni bir temel yaratmak için öncelikle karl r. popper’ın yaptığı temel ayrımla başlamamız önemlidir. karl r. popper, ampirik bilgi olan ruhbilimiyle, mantıksal ilişkilerle ilgilenen bilgi mantığı arasında bir ayrım yapmaktadır. çünkü ona göre, tümevarım mantığının temelinde ruhbilimsel ve bilgi kuramsal soru karmaşası yer almaktadır. akla yeni bir şeyin nasıl geldiği sorusu bilgi mantığının değil, ampirik ruhbiliminin ilgi alanına girer. bilgi mantığıysa, olguların sorgulanmasıyla değil, geçerliliğin sorgulanmasıyla ilgilenmektedir. bu bakımdan aslında asıl arayışı, ne bilginin hangi süreçle geldiği ne de olguların sorgulamasıdır. burada önemli olan arayış, “önermelerin savunulup savunulamayacağı ve nasıl savunulacağı, önermelerin sınanabilir olup olmadığı, bilinen diğer önermelere mantıksal olarak bağlı olup olmadığı ya da onların karşıtı olup olmadığı sorularıdır.” bunu, kısaca, sınırlandırma sorunu olarak adlandırmaktayız. bu bakımdan sınırlandırma sorununun çözümü, karl r. popper'ın “tümdengelimsel” mantık yönteminden gelmektedir.

    karl r. popper’ın hem dil çözümleyicileri hem de mantıkçı pozitivistler’e verdiği mantıksal karşı argüman ise şu önermelerle temellenir:

    1. tümdengelimsel akıl yürütme, bilimsel araştırma mantığının temel yöntemi olarak kabul edilmelidir.
    2. tümdengelimsel akıl yürütmenin yolu ise;
    a. yanlışlanabilirlik ilkesinden gelir.
    b. yanlışlanabilirlik ile önermelerin hiçbir biçimde “anlamsız” olmadığı ve bu nedenle temel bir önerme ayrımına gidilemeyeceği belirlenir.
    c. 2.3 anlamsızlık sınırlandırması olmayan bir özsel yargıda (doğrulanabilir olan) bulunamayan doğrulanabilirlik ilkesi, yöntemsel olarak başlayamaz ve bu nedenle de tümevarımsal akıl yürütme geçersizdir."
hesabın var mı? giriş yap