• başrolü için amy adams'ın isminin geçtiği bilim kurgu gerilim filmi.

    edit: nebula ve hugo award kazanmış olan ted chiang'in kısa hikayesinden sinemaya uyarlanacak. amy adams ve jeremy renner filmin başrol oyuncuları. yönetmenliğini ise prisoners'ın yönetmenliğini yapmış olan denis villeneuve yapacak.

    edit: filmin adı arrival olarak değiştirildi.
  • ted chiang'ın 1998 tarihli bilim kurgu hikayesi. 2000'de nebula ödülü almış.

    günün birinde uzaylılar dünya yörüngesinde belirir ve yeryüzünde çeşitli noktalara bıraktıkları cam ekranlar aracılığıyla insanlarla iletişim kurmaya başlarlar. amerikan ordusu abd'deki tüm ekranların çevresine birer askeri kamp kurar ve uzaylılarla iletişimi yönlendirebilecek uzmanlar aramaya başlar. bu uzmanlardan biri de dilbilimci louise banks'dir. banks fizikçi ve matematikçilerin de yardımıyla (heptapod adı verilen) uzaylıların sesli ve yazılı dillerini çözmeye koyulur. çalışmaları sırasında heptapodların gerçekliği bizden ne kadar farklı algıladıklarını anlayacak, bilhassa zaman akışı ve sebep-sonuç ilişkileri konusunda kendi kabullerini sorgulamaya başlayacak, bir yandan da kendi hayat hikayesini farklı bir gözle görmeye başlayacaktır.

    sürükleyici ve zihin açıcı bir hikayedir, bir yandan uzaylılarla iletişim çabaları ve bunun banks'te yarattığı felsefi dönüşüm, bir yandan da banks'in hayat hikayesinden kesitler anlatılır, chiang bunları ustalıkla iç içe geçirmiştir. lakin hem kısa bir hikaye olduğu için, hem de aksiyondan çok felsefeye ağırlık verdiği için sinemaya uyarlanmaya pek müsait değildir. filminin çekileceğini duyunca şaşırdım. umarım ki, orjinal hikayede olmayan klişe yan unsurlarla filmi çok sulandırmazlar.

    edit: sulandırmamışlar.
  • denis villeneuve'ün elinde coşacak olan filmdir. yönetmeni takip edenler bilir, adamın iş olsun diye çektiği film yok. projeyle adının ilişkilendirildiğini duyduğumda çok heyecanlanmıştım çünkü şu hikayeyi hak ettiği şekilde perdeye aktarabilecek, piyasada da kabul gören çok az yönetmen var.

    diğer yandan, senaryoyu uyarlayan eric heisserer ise ilginç bir isim. daha önce gişe filmlerinde parmağı varsa da kendisinin asıl çıkış filminin bu olacağını tahmin ediyorum çünkü yapımcı olarak da filme dahil olmuş. ayrıca, şimdiden adıyla ilişkilendirilen yüksek gişe potansiyelli filmler mevcut. mesela yine bir kitap uyarlaması olan bird box, çizgi roman uyarlaması harbinger ve ted chiang'in bir diğer hikayesi understand bunlardan bazıları.

    hikayeye değinmeye gerek bile yok zaten. çok özgün, çok farklı bir bilim kurgu hikayesi. türü sevmeyenlerin bile ilgi ve şaşkınlıkla izleyeceğini tahmin ediyorum.

    şu da hikayeyi okuyanların anlayabileceği hoşlukta bir kare https://twitter.com/…tus/636992726731505664/photo/1

    symbol for thank you'ya dikkat.
  • türkçeye çevrilen öykü. "geliş" adlı kitapta bu öyküyü bulmak mümkün. ingilizcede 39 sayfa, türkçede 55 sayfadan oluşuyor.

    spoiler

    ted chiang'ın öykülerini derlediği geliş, ingilizcesiyle "the stories of your life and others", okuyorum. yazım tarzını pek sevdiğimi söyleyemem. bilimkurgu türünde öyküler yazmış ama bilimi "benim açımdan" fazla kaçmış. hele ki 2 sayfalık bir öykü var ki içinde kurguya dair hiçbir şey yok, sadece bilimden oluşuyor. tüm öykülerinde de bilim dalları önplanda. ted bey zeki birisi, epey iyi bir yazar da. hele kitabın ilk öyküsü hakikaten enfes. "babil kulesi" adı verilen öykü hem epey sürükleyici, hem de epey orijinal. sadece 29 sayfadan oluşan bu öyküyü sinemaya uyarlasalar iyi bir film ortaya çıkabilir. fakat bunu takip eden "anlamak", "sıfıra bölünme" öykülerini zerre sevemedim. özellikle sıfıra bölünme öyküsünü okurken epey sıkıldım.

    ted bey diğer bilimkurguların aksine hakikaten bilimden yararlanıyor. mesela diğer bilimkurgularda genelde bilim pek önemsenmez, en basitinden açıklamalar yapılır, kurgu da önplanda olur ama ted'in öykülerinde bilim önplanda. fizik, matematik, kimya gibi pek çok daldan yararlanmış. ama dediğim gibi bazen bilime o kadar çok yer vermiş ki lisede fizik-kimya vs derslerini dinlediğimdeki kadar sıkıldım. kitabın en iyi öyküleri açık ara babil kulesi'yle arrival'ın uyarlandığı hayatının hikayesi.

    hayatının hikayesi'ne gelirsem... başlamadan önce filmden farklı olmasını ummuştum. filmi sevdim ama şöyle bir sorunu vardı: kadere fazlasıyla yüz veriyordu. muhafazakâr bir anlatısı vardı. louise film boyunca uzaylıların dilini öğrendikçe geleceğini de öğrenmeye başlıyordu. henüz bekâr olan louise iş arkadaşıyla evleneceğini, bir kız doğuracağını ama kızının gencecik yaşta kanser yüzünden öleceğini görüyordu. flashforward yani. en sonunda uzaylıların gidişiyle eline bir fırsat geçiyor: iş arkadaşıyla evlenmez ve evlenmediği için de kanser yüzünden ölecek kızına hamile kalmaz. ama louise adeta bir türk kadını gibi kaderim böyle deyip arkadaşıyla birlikte oluyor. kaderciliği zaten seven birisi değilim. louise'in elinde bu mutsuz geleceği değiştirme şansı varken "kaderim böyle" deyip bu geleceği kabullenmek saçmalık. bir bilimkurgu bu denli kaderci/muhafazakâr olmamalı. filmin gerizekâlıca kaleme alınmış 2 tarafından ilki bu, diğeri louise'in dünya savaşı'nın önüne geçmesi.

    gelelim öyküye. işte öyküde bu muhafazakârlığın olmamasını ummuştum ama var. öykünün sonunda louise şöyle diyor:
    "...bu sorular aklımda cirit atarken baban bana bir soru soruyor: 'bebek yapmak ister misin?' ben de gülümseyip cevap veriyorum. 'evet,' etrafımdaki kollarını çözüyorum ve aşk yapmak, seni yapmak için içeri girerken el ele tutuşuyoruz." iyi bok yiyorsunuz. kızının kanserden öleceğini bile bile kızını yapmaya girişiyor louise. ted bey sanki ileride kanser olup ölecek kızı yapmak marifetmiş gibi anlatıyor louise'in kararını. öykünün filmde olduğu gibi battığı yer de tam da finali. ama en azından ted bey filmdeki gibi dünya savaşları'na, abd-çin mücadelesine, çin'in uzaylılara savaş açma isteğine, louise'in saçma sapan bir şekilde bu savaşı bitirişine değinmiyor. yani tüm bunlar arrival'ın senaristinin uydurduğu şeyler, kitapta yok, ki belirttiğim gibi filmin en dandik bölümleri de savaş çıkmak üzereyken louise'in savaşı bitirmesi.

    muhafazakârlığına ve kaderciliğine rağmen kaliteli bir öykü. filmde de genelde sadık kalınmış öyküye. öykünün şimdiki zamanda louise'in uzaylılarla iletişim kurma çabalarını, gelecek zamanda kızıyla yaşayacağı anlara odaklanan kurgusu da filme direkt alınmış.

    spoiler
  • --- spoiler ---

    story of your life hikayesini okuduktan sonra arrival filmi hakkında sorduğum soruların bazılarına yanıt buldum. film hikayeden oldukca farklı . hikayenin ucu daha açık, daha fazla soru var. özgür irade hikayenin merkezinde.

    böylece hikayenin sorduğu soruyu okuyarak yanıtlamış oldum. filmi izlediğim için olay sonu bilerek hikayeyi ilk kez okumus oldum. kızın öleceğini, heptapodların gideceğini bildiğim halde zevkle ve merakla okudum sonuna kadar. hikayedeki kızın da dediği gibi, bilsen de okuyorsun. dünyanın en muhteşem sevişmesini yaşayacağını bilmek başka, yaşamak başla.

    flashforward dedikleri gelecekten gelen anılar. heptapodların dünyasını fermat teoremiyle anlatınca daha anlaşılır olmuş. hikayede savaş gerilim çin vb gibi şeyler yok. çocuğun babası uzaylılar açısında işlevsiz değil. anlamaya yardımcı.

    hikayenin 'heptapod olmak nasil bir seydir' sorusuna yaklasimini sevdim. filmi sevenlere tavsiye ederim.

    not: ilerde okusun diye cocuguna ikinci tekil sahis notlar yazan annelere gelsin. anilari not ederken, bugun ilk adinimi attin. bugun su cumleyi soyledin, bu aralar en cok olumu dusunuyorsun derken...

    ikinci not: bir filmi merakla izlerken insan ne cok seyi kaciriyor. monte kristo kontunu ilk kez okurken, ne olacak ne olacak merakiyla sonuna kadar okurken detaylar, incelikler yok oluyor. belki biz de hayatimizda ne olacak acaba diye merak etmeyi birakabilseydik, gercekten kisitli olan zamanin ve anlarin tadini daha iyi yasar miydik. acinin sonsuza kadar surmeyecegini, mutlulugun tadini.

    hikaye cok iyi.
    --- spoiler ---
  • arrival beni son yıllarda en çok etkileyen filmdi, bu öyküyle beraber çok daha anlamlı oldu. neden diye dusundum hep. kendime, başkalarına anlatmaya calistim. bugun story of your life'i tekrar okudum. sanırım nedenini daha iyi anlıyorum.. bu film hayatıma bir nokta atisi gibi girdi. beni hayatla dusunmeye itmedi, tam dusunurken eksik olan parçayı tamamladı. kendime yazdigim notu burada paylaşmak istedim:

    "
    en kötüsü ne biliyor musun? bir problem olduğunu anlamak ama o probleme çözüm bulamamak. ilkokul matematiğiyle düşününce “verilen, istenen, çözüm”

    son zamanlarda, tum endiselerimin, sorunlarimin üstünde daha büyük bir problem olduğunu dusunmeye başladım. her şeyi nasıl algıladığımla ilgili. kendimi okuyordum ama okuduğumu anlamıyordum. sequential perception. cause-effect relationship. en kötüsü de free will sanrısı. varolan tüm endişelerim, hırslarım, hislerim hepsi evrimsel bir suffering gibi, bir gun asabilecek miyim? bu kafayla zor..

    verilen: bir hayat var, çok şey var ihtimaller sınırsız.. oraya kadar anladım. her şey yolunda. (acaba?)

    istenen? ah.. orada tıkandım, ne istenmediğini, istemediğimi biliyorum. ama istemek? sahip olana kadar ne istediğimi nereden bilebilirim? kimsenin de bildiğini, bilebileceğimi düşünmüyorum.

    cozum? yok.. belki de çözecek bir problem yok. dediğim gibi, okuyorum ama anlamıyorum. ama neden anlamıyorum?

    bu basit metod artık bir işe yaramıyor. bir de yaşadığım bu dünyada, toplumsal dinamikler falan filan derken, hayati nasıl algiladigimi değiştirmem çok zor. bana zorla öğretilen düşünce biçimleri, dünyayı algılayışım, problemlere yaklasimim, bunları değiştirmek neredeyse inkansız.— öğretirken öğrencilere söylediğim gibi, öğrenilen yanlışı düzeltmek, sıfırdan bir şeyi öğrenmekten çok çok daha zor?—

    sanırım zamanla daha kaderci oluyorum, özgür iradenin bir illüzyon olduğuna emin gibiyim artık, nasıl, neden bilmiyorum ama artık bu formül çalışmıyor. yeni bir dil öğrenmek gibi yeniden algılamayı öğrenmem lazım.

    fermat teoremi... meşhur arrival’ın uyarlandığı öyküden aşırdım bu fikri. filmde de bahsi geçtiğini hatırlamıyorum: ışık hedefine ulaşmak icin, varolan en hızlı yolu seçer diyor fermat. ((öğrencilerime de defalarca anlattım refraction, snell's law falan filan, ama hiç uzerine dusunmemisim. law ya iste kural adi üstünde, neyi dusunulecek?)) fizikçiler, fermat'a inanmak istememisler yillarca, sormuslar hep: ışık daha bu yolcuğu yapmadan, nereye gideceğini nereden biliyor???

    daha yaşamadan bu hayati, ne istediğimi, neden istediğimi nereden bilebilirim?

    simdi tüm algı mekaniğimiz çökmüyor mu?
    ...
    ...
    belki kader vardır ve hayatımız ‘book of ages’te çoktan yazılmıştır. belki biz yaşamamız gereken hayatı yaşıyoruz, destination belli. bu kaderi daha anlamlı kılmaz mı? o zaman "neden-sonuç, nasıl" gibi dusunmenin ne önemi var? bu sequantial thinking’in bir anlamı yok o zaman. herşey yaşandı ve bitti zaten. tekrar oynatılan bir film gibi hayatımız, anılarımız, hikayelerimiz.

    goal oriented bir algı, yani filmin de sordugu gibi, "if you could see your life from start to finish, would you change things?" suan herkes değiştirirdim der belki, ama o noktaya ulastigimda zaten bir anlamı kalmayacak.

    kendime donup tekrar tekrar soruyorum, o zaman neden yaşıyorum diye. belki de cevap belli. yasamin güzelliği burada her hayat iyisiyle kotusuyle bir hikaye.. misal, okuduğun bir kitabi bitirdikten sonra geri donup, seni mutsuz eden bölümlerini değiştirir miydin?

    ...."

    kendime not:
    yasamak guzel, ne getireceginin, nasil olacaginin bir onemi yok. acilarin, sevinclerin, huznun, mutlulugun, yasam bittiginde yada basladiginda ya da devam ederken, tum bu deneyimlerin her anina deger.

    "from the beginning, ı knew my destination and ı chose my route accordingly"

    simdi gidip dondurma yiyecegim, cunku sisman olmam gerekiyor belki de:)

    vapurlar falan..

    not: bu entry kafam guzelken yazilmamistir, ya da kafam hep guzeldir.
  • --- spoiler ---

    chiang'ın muhtemelen en meşhur öyküsü. geleceği bilme kısmı, sinemanın verdiği ilave olanaklar ve bir iki ufak dokunuş ile filmde (arrival) çok daha etkileyici işlenmiş. misal kızı (hannah) hikayede 25 yaşında ölürken, filmde henüz 12 yaşında gidiyor. bir de filmde bunun kaçınılmaz olduğunu bilmiyoruz. louise'in tercihi diye görüyoruz, ve ağzımız açık kalıyor. hikayede ise louise'in yapabileceği bir şey yok, içi acısa da kaderini takip edecek, ve kızının ölümünü bekleyecek. en azından 25 yaşına dek. bunun etkisi farklı.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap