• istanbul harbiye'de (askeri müze, cemal reşit rey konser salonu ve ist. belediye tiyatroları muhsin ertuğrul sahnesi'nin hemen yanında yer alır-dı-) lütfi kırdar'ın valiliği ve belediye başkanlığı döneminde (1947) açılan salon.
    5000 seyirci kapasiteli salon, basketbol, voleybol, güreş ve boks karşılaşmalarının yanısıra çeşitli sergilere de evsahipliği yaptı. 1988'de ismi lütfi kırdar spor salonu olarak değiştirildi. 1992 mayıs ayında basketbolseverlere veda ederek şimdiki adı ve haliyle lütfi kırdar kongre merkezi'ne dönüştü.
    futbolla ilgili tezahürat yapanlara "burası spor sergi..." diye başlayan şarkılarla karşılık verilirdi. haftasonları peşpeşe oynanan 2. lig, bayanlar, 1. lig basketbol maçlarının anılarıyla yaşar sporseverlerin gönlünde...
  • bir dönem neredeyse bütün bir cumartesi gününü geçirdiğimiz mekan. 1. lig maçlarından önce ve sonra mutlaka maç olurdu ve mesela saat 13.00 sularında girip 20.00 sularında çıkmak pekala mümkündü. alt kattaki büfeden tost yemek ritüeli de vardı ve orada dikilirken meşhur basketbolcülerimizin hemen yanıbaşınızdan geçip salona girdiğini de görebilirdiniz. tribünlerde sigara içmek yasaktı. özlüyoruz.
  • o dönemde ayrı bir renk için (bkz: kaşar ekmek ayran hadi burdan yaylan)
  • çocukluğumdan belki de ilk hatırladığım karelerin ait olduğu mekân. eve olan yakınlığı nedeniyle haftasonlarımın geçtiği, bir zamanlar bütün basketbol maçları yapıldığından, ilgi ile herkesin bütün karşılaşmaları seyrettiği yerdi. komşularla, dostlarla buluşurduk... ne zaman ki koskoca salon, kongre sarayı oldu, maçlara gidemez olduk, ısınamadık şehrin uzak noktalarındaki yerlere. yaşadığım en komik şeylerden biri de orada başıma gelmişti. tuvalete girmiştim ufacıkken. fakat ne yazık ki yapamamıştım zira pisuarın seviyesinin altında kalmaktaydım. hemen baba özer'i, özer salnur, buldum beraber girdik, sağolsun beni kaldırdı, ben de çişimi yaptım...
  • birçok emekli basketbolcuların güzel anılarını geçirdiği eski spor salonu.. halen anlatır anlatır dururlar
    (bkz: hey gidi günler)
  • buradaki tribünlerin de sosyolojik pozisyonlarını stad tribünleri ile kıyaslayarak açıklamak yerinde olur kanaatindeyim. bildiğiniz gibi dikdörtgendir buranın tribünleri de, doğal olarak. en geniş tribün bayraklı'dır. burası benchin, şeref tribünün ve kameraların tam karşısına denk düşen uzun kenardır. tam ortasında iki bayrak direği bulunduğu için bayraklı adını almıştır. yeni açık gibi düşünülebilir. en büyük yığılma burada olur, en geniş ve blok tribün burasıdır. ilk başlarda herkes burayı ele geçirmeye çalışırdı. ama son son skorboard da değerli oldu. bayraklıda oturunca solda kalan kısa kenardır skor board. yan pota arkası. kolayca anlaşılacağı üzre, skor board'ın bu kenarda olmasından kaynaklanır. ne demiştik son son burası da moda oldu ve burayı ele geçirmek de kıymetli bir hal aldı. yani buraya da kapalı diyebilirz, zira kapalı elemanları burayı yurt bellediler. komple ele geçirildiğinde zıplayarak tezahürat yapmak hoş bir görüntü verirdı. bayraklının sağında kalan kısa kenar ise sosyete'dir, öyle anılır, bilinir. yani diğer pota arkası. buraya kız arkadaşlarıyla filan gelen nişantaşı çocukları otururdu, ayrı bir alem yaratmışlardı orada kendilerine göre. ama akı sıra tezahürat da yaparlardı. bir bölümüne de seyircisi az olan takım itiştirilirdi çünkü büyük takımlar bazen üstün bir performens göstererek hem bayraklı'yı hem de skor board'ı tümden ele geçirmiş olurlardı ki, bu durum kesin hegemonya demekti. neyse efendim, futbol seyircisi bu işe iyice yüklenince sosyete de iyice kıymete binmiş ve sonlara doğru skor board gibi bir anlam kazanmıştır ama zaman zaman. tam bir tribün olamamış hep sosyete olarak kalmıştır. buraya da numaralı diyebiliriz aslında. denebilir ki "asıl bench'in oradaki uzun kenara numaralı demek gerekmez mi?" gerekmez. çünkü burası kişiliksiz bir tribündür, kimse oraya oturmak istemez. şeref tribünü de burada olmasına rağmen buraya pek pek eski açık diyebiliriz. ki aslında eski açık'ın kendine göre bir ruhu vardır, benzetme sadece son tercih olmasından kaynaklanır. son olarak bütün bu tribünlerin birer de üst katı olduğunu söylemeliyim. yani balkon. ama oraların dolması için maçın çok kalabalık olması gerekir, normal zamanda pek gidip oturulmaz, pek pek bazı çiftler gidip yiyişirlerdi orada.
  • şu anda lütfi kırdar uluslararası kongre ve sergi sarayı olarak hizmet veren tarihi yapı..
  • ayran savaşları , kar altında taksime kadar kuyruklar, karaborsa bilet piyasası hatırlatıkları. spor sergi kapandı seyirci zamanla terketti basketbolu yazık oldu.
  • ortaokul yıllarımızın heyecan mekanı.

    spor sergi yıllarında basketbol daha temiz ve daha çocuksuydu.
    tıka-basa dolduğunda 4000 kişi alan bu salonda akşam saatlerine denk gelen bir fener-gs maçını izlemek için sabahın erken saatlerinde sırada beklerdik. salona girişin olduğu yerdeki uzun tribün bayrak tribünü (galiba önünde bayrak direkleri vardı?) , yine o taraftaki pota arkası ise “sosyete” diye adlandırılırdı (“sosyete sosyete şıngır mıngır sosyete”). diğer pota arkası ise skorbord tribünü olarak geçerdi ve en baba tezahürat orada olurdu. en pasif tribün ise bu saydıklarımın dışında kalan ve ortasında protokol tribünü olan yan tribün idi. bir de bunların üzerinde balkon tribünleri vardı tabii ki. aslında yanlış hatırlamıyorsam sosyete’nin üzerinde de skorbord bulunmaktaydı ama genellikle tek skorbord çalışırdı (skorbord tribünü denen yerdeki). doğal olarak o tribünün üzerindeki balkon tribününde oturuyorsak, geçen süre hakkında hiç bir fikrimiz olmadan maçı izler, skoru saymaya çalışır, kaçırdığımızda etrafımızdakilere veya alt tribündekilere filan sorardık. fenerbahçe’nin çukurova’ya larry spriggs denen hayvanın inanılmaz ballı üçlüğü ile elendiği allahın belası maçı mesela o tribünde cehennem azabı çekerek izlemiştim.

    bazen iki büyük takımın maçları aynı güne denk gelirdi. bu tür durumlarda salon genellikle fenerbahçe seyircisinin egemenliği altında olur, galatasaray veya beşiktaş seyircisi skorbord tribününe ve ona komşu yan tribünlerden birinin yarısına sıkıştırılırdı. söz konusu durumun değiştiği tek yıl, efe’nin beşiktaş’ta oynadığı ve beşiktaş’ın ciddi şampiyonluk iddiası taşıdığı yıldı, ilk defa o yıl fener seyircisinin böyle bir günde azınlıkta kaldığına tanık olmuştum. bir kez de üç büyükten ikisinin birbiriyle oynadığı gün, diğerinin bir başka takımla maçı vardı ve üçünün de taraftarı salondaydı, çok ilginç bir şekilde.

    bu salonda harun erdenay ve ibrahim kutluay’ın genç takım maçlarını izledik. orhun ene'nin 17 yaşında genç bir gard olarak eczacıbaşı’nı sırtladığını gördük. sonradan transfer olarak fener’in şampiyonluğunda büyük katkısı olacak levent topsakal’ın itü forması altında fener’e karşı –kenedy ile birlikte- şov yapışını izledik. erman kunter’i izledik, hem beşiktaş hem fenerbahçe forması ile. efe aydan’ı izledik hem fenerbahçe hem beşiktaş formasıyla. calvin roberts & efe aydan vs paul dawkins & michael scearce kapışmalarını izledik, "örümcek" pete williams’ın smaçlarıyla coştuk, nasaş’tan freeman williams’ın neredeyse salonun giriş kapısından sallayıp soktuğu üçlüklere ağzımız açık baktık, fatih özal’ın göbekten çıkarıp soktuğu üçlüklere sevindik, hüsnü çakırgil topu her eline aldığında hadi salla üçlüğü diye ayağa kalktık.

    burada oynanmış en güzel final serilerinden biri herhalde 1985 şampiyonluk serisi olan ve galatasaray’ın fener’e karşı kazandığı seriydi. salonun tıklık tıklım dolu olarak yarı yarıya bölündüğü bu maçlarda rakibi kızdıran tezahüratların “suyunuzu kaynatalım hep beraber oynatalım sen oyna cimbom / fener sen oyna” ve “ararım seni her yerde cimbombom / kanaryam nerde” olduğunu hatırlarsak o yılların basketbol heyecanının daha temiz olduğunu anlarız sanırım.
hesabın var mı? giriş yap