• lat. düş, uyku.

    kşz: somniorum
    kşz: insomnia
  • johannes kepler tarafindan yazilan, turunun ilk orneklerinden biri olarak kabul edilen bilim kurgu oykusunun adi.
    konusu aya yolculuk olan bu oyku, kepler'in, ayin cografi ozellikleri, uzayda yasam ve diger konulardaki goruslerinin de bulundugu bir kitabinda yeralir.
    kitap, 1634 yilinda kepler'in olumunden sonra yayinlanmistir. (bkz: johannes kepler)
  • kepler'in yazdıgı bu kitabı ozel yapan tek sey ilk bilim kurgu oykusu kabul edilmesi degildir. copernic bicimli evren modelini temel alan ilk roman olamasının yanı sıra annesi (ve anneannesi) cadılıkla suçlanarak yakılan, hapsedilen, işkence gören kişilere ithafen katolik kilisenin ve yönlendirdiği insanların mallıklarını yüzlerine vurmasıdır.

    tüm bunlar bir araya gelince, adamın yazdığı romanın bile zamanının ne kadar ötesinde olduğu görülebilir. o yüzden hafife alınacak bir eser değildir. kepler bununla 4 yıl uğraşmıştır.

    tam adı somnium seu astronomia lunari'dir.
  • uzunca bir süredir aklımdaki bir projeydi, yanılmıyorsam düzeltmeyin, birkaç ay sonra ismini vermek istemediğim bir dergide yorum/analiziyle birlikte türkçesini yayınlayacağım.

    ioannes kepler'in bir gerekçelendirme adamı olduğunu dile getirmiştim başlığında. somnium da bunun dik-alâsı, örneği, her şeyi, bir şeyi işte, göstergesi, ürünü, meyvesi, itekleyicisi, düşündürtücüsü. yaşamın her anında türlü gerekçelere sığınmak zorunda kalabiliriz, somnium da en nihayetinde böyle bir eser. kepler'in doludan kaçıp sığındığı bir mağara sanki. hakikat üzerine konuşmak, çoğu kere "ne yapayım canım bu sadece bir rüyaydı" demekten çok daha zordur. aslında rüyalara sığınmak "rüyaydı canım" deyip kesmek, benim zihnimde daha büyük bir sorun olurdu. birinin sırf düşüncelerinden ve ilmî temellendirmelerinden ötürü kellesini istediğimde rüyalarına bile karışmam gerekir. rüyalarında bile insana rahat vermem, eğer düşüncelerinden rahatsız oluyorsam. baskıysa, zulümse rüyalara bile nüfuz edebilmeli. sonuçta insanın en büyük esareti vicdanı önündekiyse, tutup o vicdanı ateşe vermeliyim. çağımızdaki zulümlerin temel işleyişi de bu şekilde olmuyor mu?

    metnin ancak kepler öldükten sonra yayınlanmış olması, bu mağaranın bile kepler'in zihninde çekinceli, sakıncalı görüldüğünün bir göstergesi oluyor. eteğindeki tüm taşları ulu-orta döken insanlarda görülmeyen bir üstü örtülük var metinde. yazanın kepler olduğunu bildiğimiz için, şaşırmıyoruz ancak hayıflanabiliyoruz. daha rahat yazabiliyor ya da yazdıklarını paylaşabiliyor olsaydı, sanki başka türlü bir bilim tarihi seyrinden söz edecektik. bunu bilmiyoruz ama stephen hawking'in de tespit ettiği gibi, bilim-adamları hiçbir yüzyılda tümden özgür bir çalışma alanı bulamamışlardır. kepler belki de bu metni camına, çerçevesine mezhebinden ve annesiyle ilgili cadılık suçlamalarından ötürü taş yerken kaleme aldı. belki de kepler'in bu denli korkmuş olmasının nedeni yaradılışından kaynaklanıyordu. hiç fark etmez, sonuç itibariyle somnium bir korkmuş adam metnidir; semasyolojik açıdan incelersek dik-başlıdır, çünkü copernicusçu helio-centric düşüncenin bir şekilde savunucusudur. kepler'in bu uğurda hocası, anti-copernicusçu tycho brahe'ye bile direndiğini biliyoruz. ama kepler'in karşılaştığı ve direnmek zorunda kaldığı insanlar, her daim üstadı brahe gibi bir parlak zekayla ödüllendirilmemişti. gerzeklere meramını anlatmak zorundaydı, çünkü gerzekler otorite değilse de, otoritenin şakşakçısıydı. otoritedeki parlak zekâlar da şakşakçılara kanardı. copernicus boş yere mathemata mathematicis scribuntur dememişti.

    kepler bunu hayâle indirgediği hakikatin ışığını rüyaya yani somnium'a atayarak açıkça belli ediyor. hikâyeye göre 1609 yılında imparator rudolph ile kardeşi arşidük mattias arasında hararetli bir çekişme vardır. niye vardır, ne ölçüde vardır, kepler bir renk vermiyor. bir gece ay'ı ve yıldızları seyrettikten sonra yatağına gittiğini ve bir rüya gördüğünü söylüyor. bunu hemen söylüyor ki, sanki tarafsız olduğunu belli ediyor. günah keçisi rüya, çünkü biz rüyaları kontrol edemeyiz. rüyaları lucid dreaming nezdinde kontrol ettiğini sanan aptallar, zaten rüyanın insana ait bir zihnî faaliyet olduğunu bilmezler. bu çocukların aptallığı, kepler'in somnium'u bilinçsiz veyahut tümüyle maksatlı bir sci-fi olarak görenlerin aptallığını andırıyor. oysa biz tüm bedensel ve zihinsel faaliyetlerimizi baştan aşağı çözümleyebilmiş olmak zorunda değiliz. saçmalayabiliriz, çünkü saçmalayabiliyoruzdur. zihin böyle bir oyun oynuyor, ama o zihin de bize ait. bunda şaşacak bir şey yok. kepler de korkusuna yenik düşüyorsa, kendi korkusu bu, başkasının değil. yani eylem sahibi olan, yan bu sunî rüyasını kontrol eden yine kendisi, başkası değil.

    kepler'in karakteri "rüyamda kendimi çarşıdan alınmış bir kitabı okurken gördüm. içeriği şöyleydi" diyerek kitabın içeriğini sunar. yani somnium içindeki bir kitaptan bahsediyoruz. bir gerekçelendirme adamı olan kepler copernicusçu teoriyi rüyasına atamakla kalmamış, rüyanın içindeki bir kitaba sığınarak, kafasına yiyeceği taşları azaltmaya çalışmış. o hâlde kepler'in rüyasındaki kitabı yakmak gerek, rüyaya zulüm bile yetersiz kalır.

    kepler'in rüyasındaki kitabın ilk sözleri şöyle:

    "adım duracotus'tur (1). ülkem, eskilerin thule dediği izlanda'dır (2). annem fiolxhilde'dir (3). onun taze ölümü, uzun zamandır yapmak istediğim üzere (4), beni yazmam konusunda özgür bıraktı (5). zira o bu sanatların, geç çalışan kafalarının anlayamadığı her şeye iftira atan ve yasaları insanlığın zararına olacak şekilde düzenleyen birçok kötü karakterli kişi tarafından lanetlendiğini (6) söylerdi (7). birçok kişi bu yasalar önünde suçlu bulunup (8) hekla kanyonlarında can verdi (9)."

    rüyadaki kitabın ilk sözleri, kepler'in dönemindeki yasakçı ve iftiracı tiplere karşı takındığı tavrı açık ediyor. ancak burada "bu sanatlar" ifadesinin çözümüne ilişkin bir problem söz konusu. zira kepler'in kendisi cadılığı ya da ruhlarla temas hâlinde olmayı övüyor değil, ama burada bu ilimleri birer suçlama ve öldürme nedeni sayan otoriteyi eleştirerek saf bir özgürlükçü tavrı benimsemiş oluyorsa da tam demek istediği bu olmasa gerek. engizisyonda köklerini bulabileceğimiz yasakçı yasanın doğasına getirdiği eleştiri, üstü örtülü de olsa cadıcılığı ve ruhçuluğu aklamış oluyor. çünkü metnin devamında izlanda'dan danimarka'ya gidip tycho brahe'nin elinde astronomi bilgisine kavuşan genç duracotus'un, deneyimleyerek öğrendiği bilgilerin annesinin okült ilimlerle öğrendikleriyle aynı olduğunu okuyoruz. sonra annesi "ben artık gözüm arkada kalmayacak şekilde, gönül rahatlığıyla ölebilirim" diyerek oğluna, birlikte ruh çağırmayı teklif ediyor. bu teklifi kabul eden astronom oğluyla birlikte bu yaşlı kadın, ay'da yaşayan daimonlardan biri eşliğinde evrenin düzenine ilişkin bilgi aktarıyor. rüya içinde türlü saçmalıklara yer verilmesine kendi rüyalarımızdan aşinayız. biliyoruz ki, rüyalar birer zihin oyunundan ibarettir. onda mantık, mantıksızlığın koluna girmiştir. ama kepler'in rüyasında mantık ile mantıksızlık bir olur, kol kola girmezler.

    açıkçası kepler'in bu denli okült bir nitelik edinen metni, eskiçağ teknolojisi olarak yeni-yetmelere sunulan "acaba tanrı'ların arabaları teorisi gerçek miydi?" diye düşündürten kimi cafcaflı atmasyonları andırıyor. kepler hafiften alay da ediyor sanki. daimon'lardan biri hangi insanları kaçırıp ay'a götürdüklerini bakın nasıl açıklıyor:

    "bu birlikteliği kabul ediyoruz, ancak insanın uyku hâlinde, şişman veyahut hassas olmaması gerekiyor. aksine zamanını daimî olarak at biniciliğiyle geçiren veyahut sık sık hint adalarına seyahat eden, peksimetle, sarımsakla, kurutulmuş balıkla ve iştah kapatan diğer yiyeceklerle hayatını idame ettirebilen kişileri tercih ediyoruz (59). özellikle de gençliğinde geceleri keçileri süren ya da çatallı değnekleri, eskimiş paltolarıyla yeryüzünün geniş kısımlarına geçen, bir deri bir kemik kalmış yaşlı kadınları tercih ediyoruz (60). almanya'dan kimse kabul edilmez; ispanyolların sağlıklı bedenlerini de geri çeviriyoruz (61)."

    bir yerden sonra metni, the fourth kind filmindeki ve diğer anlatılardaki alien abduction temasıyla ya da ruhlarla/cinlerle temas hâlinde olduğunu söyleyen tiplerin perdeleri oynatan, masaları hareketlendiren, fincanları sürükleten hâlleriyle de değerlendirebiliriz. nitekim ilkin insanın bu daimon'larla iletişim kurmayı istemesi ve sonra bazı ritüellere uyması gerekiyor. bu da yetmiyor, daimon'lar insanlarla teması, yukarıda bahsettiğim koşullara uyuyorlarsa kabul ediyorlar ve onları yukarı kaldırıp bir güzel afyonla uyuşturuyorlar. hatırlarsanız sümer annunaki pantheonundaki iletişim tanrılarının benzer insan kaçırmalarından bahseden the fourth kind'da da böyle bir durum söz konusuydu. her ne kadar filmde, buradakine benzmez şekilde, kişilerde kaçırılma arzusu yoksa da; her iki anlatıda da insanlara bir uyuşturucu zerk edildiğini görüyoruz. zaten insanın böyle bir deneyim yaşaması için bir miktar uyuşması şart olsa gerek. atletik yapılı ispanyolların uyuşmama ihtimali, bu yüzden daimon'ların hoşuna gitmiyor olabilir. kepler renk vermiyor bu konuda. ama metni inceleyen bazı yorumcular, daimon'ların arzu ve niteliklerine ilişkin metindeki ifadelerin, kepler'in zihnindeki ideal insan tipini sergilediğini düşünmüştür. örneğin daimon'lar bir yerde boş vakitten nefret ettiklerini söylüyorlar; kepler de öyle düşünüyormuş; zayıf yapılı insanları tercih ettiklerini ve şişmanlardan hazzetmediklerini söylüyorlar, kepler de öyleymiş. kepler gerekçeleri söz konusu olduğunda tam bir kirli-çıkı. böyle bir metafora sığınmış olma ihtimali düşük değil. gerekçesi vardır.

    metnin devamında günümüzdeki nasa uçuşlarını ve astronotların uzaydaki "uyuşuk" salınımlarını andıran bazı aktarımlar var. daimon'lar bir yerden sonra uzay boşluğuna bırakıyorlar insanları, tıpkı uzay gemisine kabloyla bağlı olan astronotun boşlukta salınması gibi. haktan akdoğan'ın yerinde olsam bu hikâyeyi okur ve kepler'in de bir dönem uzaylılar tarafından kaçırıldığını iddia ederdim. ya da beri yandan bilimsel metinlerin hoşlarına giden kısımlarını araklayan cübbelilerden biri, kepler'in cinlerin varlığına ilişkin ilmî kanıtlar sunduğunu söyleyebilir. burada hem ruh/cin çağırmaya, hem de uzaylılar tarafından kaçırılmaya yamanabilecek bir materyal söz konusu.

    adam, annesinin cadı olduğuna ilişkin duyumlardan ötürü evi taşlanırken kaleme almış olabileceği bir eserinde bir okült yönünü öne çıkarmış olabilir. annesi gerçekten cadı bile olsa, kepler'in annesiydi. düşünüyorum da, insanın annesinin cadı diye yakılmış olması batı rasyonalitesinin ya da pozitivizminin "kilise karşısındaki galileo" kompleksini andırırcasına, bireyin üzerinde bir etkisi olsa gerek. bu etki, ne kadar karşı olunursa olunsun, söz konusu gizli öğretiye ana-dili gibi sahip çıkılmasını sağlayabilir. sonuçta anneden bahsediyoruz. bir an için annenizin cadı olduğu ihtimalini düşünün; bu bir ihtimal, cadı olmasına gerek yok. kepler de olsanız, böyle bir ihtimalin, sığınacağınız mağaranın niteliğini belirlemesi mümkün.

    şimdilik yeter. yorgunum. performansım düştü. sonra vakit ve iştah bulursak üzerine konuşmaya devam edelim.

    şimdilik şununla idare edelim:
    non esse remedium adversus sycophantae morsum
  • somnium'daki levania'nın ütopyalardaki ideal mekan tasarısına uymasının nedeni, dünyanın yok olmasını beklemeden, o henüz sağken terk ediliyor ve buraya varılıyor oluşudur. morus'un utopia'sı, campanella'nın civitas solis'i, bacon'ın nova atlantis'i hep bu temayı işlemiştir. eleştirilecek bozukluklar satır-aralarına yerleştirilir ve ideal mekanla oranın insanları övülür. böylece okuyucudan gerekli mesajları alması beklenir. okuyucu kendi ülkesindeki bozukluklara bakar ve bir düşün adamının arzulayabileceği en yetkin tasarıya uygun hareket eder, yani onu anlar.

    bu eseri ütopya bağlamı dışında daha da modern bir sci-fi kılan ise kepler'in ruh/cin çağırma ritüelleriyle uzay gemisiyle seyahat fikrini bağdaştırmış olmasıdır. metni okuyan insan ister istemez bunun bal gibi de filmleştirilebileceğini düşünüyor. bizde de bazıları çıkıp uzaylıların kuran'da anlatılan cinler olduğunu söylemişti. aynı fikir henüz ay'a ilişkin son yüzyılda edinilen bilgileri haiz olmayan kepler'in ay'da birtakım tuhaf cinvari mahlûklar aramasına yol açmış görünüyor. birtakım okült eylemler ve ayinlerle kendi dönemine kadar edinilmiş copernicusçu astronomi anlayışı ve okuyucu için tıpkı avp'de veyahut the fourth kind'da olduğu gibi en eski mitoslarla günün uzay bilgisi uzlaştırılmış oluyor.

    metinde beni asıl çeken kısım, tycho brahe nezdinde danimarka'ya yapılan övgülerdi. izlanda'dan danimarka'ya gitmiş olan 14 yaşındaki duracotus'un orada muazzam astronomi faaliyetleri karşısında şaşırması, bilimsel bilgiye biçilen değerin kendi ülkesinde aynı ölçüde olmamasından hayıflanması ve döneceği yurdunda bu bilgiyle yüceleceğini düşünmesidir. peki, yücelebiliyor mu? kepler'in kendi yaşam serüvenine bakarsak, kendi yüzyılı için hayırsa da, sonraki yüzyıllar için evet.

    ilgimi çeken diğer şey ise kepler'e varıncaya değin gezegenler arası seyahat düşüncesinde "uzay gemisi" aracının nasıl oluştuğudur. uçak yokken uçakla uçma fikrini edinmek kolay değil. ya da bugünkü astronot kıyafetlerini andıracak şekilde soğuk ve nefessizlik için alternatif yöntemler arayışı, yine kepler'in erken bir sci-fi arayışı içinde olduğunu gösterebilir. "aradaki mesafe ne olursa olsun biz daimon'lar dünyadan levania'ya, levania'dan da dünyaya birkaç saat içinde geçiş yaparız" diyor mesela bir yerde. bu da kimi astronomların henüz gözleriyle gezegenleri takip ettiği bir dönemde, başka türlü bir uçuş ve hız ihtimalinin olduğunu düşünmenin ne kadar zor olduğunu düşündürüyor. ama kepler zoru başarıyor, gerçekten yaratıcı ve akıcı bir metin ortaya koyuyor. açıkçası gününün insanından ziyade bugünün insanına seslenerek, zamanın ötesinden seslenmiş oluyor. biraz daha zorlarsak avatar'la bile ilişkilendirebiliriz; yakışmaz, popülizm kokar, diye imtina ediyorum.
  • aya yolculuk tasvirlerinde belirli bir hıza ulaştıktan sonra hızın sabitleneceğine dair fikirler vardır ki eylemsizlikle ilgili çok benzer düşüncelerdir.
  • hulki cevizoğlu bir tv programında "kepler bir eserinde uzaydaki bazı yaratıklardan bahsediyormuş, ilginç bir sci-fiymiş, okumak isterdim" minvalinde bir şey dedi. bunun üzerine kendisine bir mail attım, söz konusu eseri (risale diyelim, hacminden ötürü) latinceden türkçeye çevirdiğimi söyleyerek içeriğe ilişkin kendisine bilgi sundum. o da metni editörlüğünü yaptığı popüler bilim dergisinde yayınlayıp yayınlayamayacağımızı sordu, olur dedim ve metin geçen sene derginin 216 ve 217. sayılarında iki bölüm halinde yayınlandı.

    bkz. http://jimithekewl.com/2012/09/19/kepler-somnium/
    http://www.populerbilim.com.tr/arsiv/1209/b00.htm

    bir de somnium scipionis var, o ayrı.
  • isaac asimov ve carl sagan tarafından ilk bilimkurgu eser olarak gösterilen hikaye. kepler bu hikayede aynı zamanda ay astronomisine ilişkin gerçek bir bilimsel tez de sunmuştur.

    bu ilginç hikayeyi kepler'in kulağına kim üfledi diye düşünürken ufomammut'tan somnium dinlemekle meşgul olunabilir.

    hazır yeni albüm de geliyor biraz ısınalım.

    https://youtu.be/1wg69ecyynu
  • jacco gardner'ın 23 kasım 2018 tarihinde çıkmış albümü. toplam 12 şarkıdan oluşmaktadır ve 42 dakika uzunluğundadır.
    albümü epeydir merakla beklemiş ve şimdiden baştan sona bir kaç kez dinlemiş biri olarak nacizane tavsiyem, yapacağınız bütün işleri bitirdiğiniz bir günün sonunda kulaklığınızı takın ve dertsiz tasasız bir şekilde jacco gardner'ın yarattığı dünyaya kulak verin. acayip, çok acayip çünkü.

    şarkı listesi şu şekildedir:
    1. rising
    2. volva
    3. lagrangian point
    4. past navigator
    5. levania
    6. eclipse
    7. utopos
    8. rain
    9. privolva
    10. pale blue dot
    11. descent
    12. somnium

    not: lütfen albümü karışık çalma modunda dinlemek gibi ölümcül bir günaha düşmeyiniz.
  • bilimle mistisizmin harmanlandığı rönesans devri eserine güzel bir örnek. benzer bir kitap için (bkz: öteki dünya ay devletleri ve imparatorlukları).
hesabın var mı? giriş yap