• aslında keyif verebilecek bir karakteristik olabilecek olmasına rağmen, filmlerde, eserlerde, kalitesiz örneklerinin yoğunluğu nedeni ile daha adını duyunca "ıyğ, gene tutunamayıp faturasını başkalarına kesen, ağlanıp sızlanan bişii" hissiyatı uyandırıyor artık.

    (bkz: dönem filmi)
  • şimdi sorsan levent kırca da bunu icra ettiğini söyler. o yüzden fazla kredi vermemek lazım sistem eleştirisi kalıbına. ne çıkacağı belli olmaz altından.
  • sistem muhendislerinin yapmasi gereken elestiri der, yumurtalar gelmeden cekilirim. (bkz: systems engineering)
  • ne yazıktır ki sistem eleştirisi sadece sistemi eleştiren kişiler tarafından anlaşılabilmektedir. (bkz: kendi çalıp kendi oynamak)
  • bunun piri, en üst noktası george carlin'dir.
  • bitmedi.

    'klişeleri tersyüz ediyor
    incelikli bir komedi/dram
    zekice(ustaca) kotarılmış
    harmanlamak
    z'ye saygı duruşu...'
  • genel olarak ''ne yapılması'' gerektiğine ilişkin bir soruya, şimdiye kadar işittiğim en makul cevabı vermiştir üstad.

    ''become a spectator. that's what i am'' -george carlin
  • anlayamıyor olabilirsiniz elbette, ama size anlatmak istiyorum.
    nasıl olur da insanları, sincapları, doğayı önemsediğini iddia eden insanlar yakmakla ve yıkmakla ilgileniyor diyebilirsiniz.
    sistemin kötü gittiğini, bakkalın süpermarketlere karşı hep kaybettiğini ve bankaların sizi legal olarak soyduğunu biliyorsunuz.
    size 20.000 kredilik ülkenizin oyun parasından verir ve sizden 28.000 kredilik ülkenizin parasını alır, eğer ödemeyezseniz oturduğunuz evi elinizden alır ve eğer direnirseniz polis tarafından dövülerek çıkarılacaksınızdır.
    bağlı olduğunuz bayrak polise o yetkiyi anayasasında vermiştir.
    bu oyunun tek kaybedeni %90 dilimdir.
    istatistiklere göre 3.5 milyar insanın mülkü sadece 67 insanın mülküne eşit.
    gezegenin yarısı = 67 kişi...
    devletler mutlu, daha fazla vergi, daha fazla polis ve asker, daha fazla güç.
    kameralarla izleniyorsunuz, kimlikleriniz teşhir edilmiş, en mahrem konuşmalarınız dinleniyor, ve ter dökerek kazandığınız paradan bedavaya devlete para vermek zorundasınız, vergi ödemezseniz hapse atılırsınız ve hapiste yatmak da bedava değil...
    evlilik adı altında damızlık üreme ve nüfus sağlanıyor, her genç zamanı gelince cepheye sürülmeye hazır şekilde bir süreliğine ailesinden gasp edilerek eline silah tutuşturuluyor.
    okullarda itaat aşılanıyor, bir ilkokulu gezin, polisi sevmeliyiz, bayrağımızı sevmeliyiz, vergi verip oy kullanmalıyız bunlar sosyal bilgiler adı altında minik zihinlere empoze ediliyor, askerlik gurur sayılıyor ve öldürmeyi reddetmek aşağılıklık ve "eksik erkeklik" sayılıyor.
    propaganda her yerde, her sokakta polis var ve içinde doğduğumuz sistemi şöyle anlatayım:
    bir fabrika var, uzakta ve onu görebiliyorsunuz, oraya gidip içeri gidiyorsunuz ve içeride 20 tulumlu bir takım elbiseli adam buluyorsunuz, fabrikadaki ürün satılınca ülkenin kredi para biriminden 100.000 kredi elde ediliyor ve 20.000 kredi fabrika masraflarına gidiyor ve işçiler, kişi başı 1000 krediden 20.000 kredi alıyor.
    geri kalan 60.000 kredi hiç çalışmayan siyah giyimli adamın. adam işlenen hammadenin ve makinelerin kendine ait olduğunu iddia ediyor.
    tut elimi, hikayenin başına dönelim...
    adam banka kredisi çekiyor, fabrika kurup işçi çalıştırıyor onların ürettiği metayı satıp bankaya zamanla borcunu ödüyor.
    yani adamın maliyeti elektrik+ makine+ işçinin kas ve yaşam gücü =meta ve o da eşittir para.
    adam vahşice zengin oluyor, işçiler 65 yıl çalışıyor çok düşük bir emeklilik bedeliyle çalışamaz hale geldiği için legal olarak uzaklaştırıyor.
    yaşlı adamın oğlunu zenginin oğlu işe alıyor, sömürüyor.
    sistem böyle devam ediyor...
    bu senin hayatın, çarklar senin aleyhinde.
    1 liralık yem harcanıyor sana 20 liralık yumurtluyorsun ve elinden alınıyor...
    bir inşaat işçisi hayatıca 100 ev yapabilir ama birine sahip olamaz.
    işte dostum ben tam olarak bu yüzden sistem karşıtıyım.
    bir sürü yasa uydurmuşlar, meclis ve bayrak adlı bok yığınları ve partiler uydurmuşlar.
    hepsi biz çözümüz diyor.
    yalan söylüyorlar.
    chp ya da mhp iktidarında inşaat işçileri ev kiralayıp aile geçindiremeyecek rahatça.
    çünkü iki bok kafalı savaş çıkardığında bomba benim bedenime düşsün istemiyorum, nükleer bomba istemiyorum, biri her gücü elinde tutsun istemiyorum, binlerce korumayla gezen takım elbiseli adamlar size yalan üstüne yalan söylüyor.
    sisteme karşı çıkanlar öldürülüyor, hapsediliyor, eziliyor.
    uyutulduğunu hisset...
    devasa bir vampir imparatorluğunda doğduk...
    dön ve sisteme bak.
    her gün işe gitmek zorunda olmanın sebebini sor...
    hayatta kalamayacağını biliyorsun!
    patronları ve pislikleri aradan çıkaralım, polisi sevmeyin lütfen, polisler iktidarın kuklasıdır, vur emriyle herkesi vurabilecek kadar robotlardır.
    namlu sana dönük değil diye dönmeyecek sanma.
    sana dayatılan kredili para sisteminin adaletli olduğuna inanıyor musun?
    kadınların hamile kalıp doğurmaya yarayan damızlık danalar olduğuna mı inanıyorsun?
    birilerinin kötü olduğuna mı inandırıldın?
    ağzını açarak televizyon mu izliyorsun?
    futbol seviyor musun?
    zamanını harcayacak edilgen eğlencelerin mi var?
    merhaba zombi!
    elimde gördüğün şırıngada eleştirel düşünce var ve bu cahilliğine büyük hasarlar verebilir...
    ye, tüket, çöp haline getir...
    sistemin bu.
    silah devletin olunca kahramanlık, halkın elinde olunca terörizm.
    hayır dostum.
    hayır...
    hipnotize değilim...
  • japonyada 3. yilim dolmak uzere. buraya psikoloji alaninda doktora yapmak uzere geldim. japonya'ya gelmeyi hep istiyordum. bunun altini ozellikle ciziyorum; cunku bunu baglamak istedigim bir nokta var. kuresellesen bir dunyada yasadigimizi hicbirimiz inkar edemeyiz; ama kuresellesmenin tek bir noktadan dunyaya, bati'dan, ozellikle de abd'den dunyanin geri kalanina oldugunu soylemek cok yanlis olmayacaktir. en azindan bizim gibi guya gelismekte ulkelerin basina gelen durum bu. abd dizileri, abd filmleri, abd bilimsel bakis acisi, abd'nin her turlu haltini aliyoruz. dibimizdeki ulkelerin filmleri bile gelmiyor sinemalara; ama abd'nin her haltina kucuk yastan itibaren maruz kaliyoruz. yalnizca abd diye sinirlamayayim ama. bati dunyasi diyeyim. o daha dogru bir yaklasim olur saniyorum ki.

    ben buna bir noktada isyan edip dunyanin yalnizca bati'dan olusmadigini, dogu'nun da inanilmaz bir uygarlik barindirdigini fark ederek yonumu dogu'ya cevirdim. japonya ilgimi cekiyordu ve ben de japonya'ya gelmek istedim. elbette oncesinde turkiye'de lisans egitimimi tamamladim. okurken fark ettigim sey, psikolojinin aslinda cogunlukla abd'den ithal ettigimiz bir bilim olduguydu. arastirmalarin cogunun abd'den cikiyor olmasini da gectim, ingilizce'nin yaygin bilimsel dil olarak kullaniliyor olmasindan oturu bizim okullarda ogretilen baslica yabanci dil ingilizce. haliyle ingilizce yazilmis kaynaklari okuyoruz hep. bu kaynaklarin cogu da ya ingilizce konusulan ulkelerden ya da batili ulkelerden cikiyor. bu nedenle de her seyi abd/bati acisindan degerlendiriyoruz. daha dogrusu bu bakis acisini icsellestirip dogru kabul ediyoruz. oysa acikca bir yanlilik soz konusu. dunyanin yalnizca pek azi bati'dan olusurken dunyanin tamamini bati'nin kulturune, degerlerine ve ahlak anlayisina gore degerlendirmek ve siniflandirmak korkunc derecede yanli bir yaklasim. durust olmak gerekirse, bir odtu mezunu olarak soyleyebilecegim sey, hocalarimin da bu bakis acisini pek elestirmeden oldugu gibi aktardiklariydi. orada uretilen bilgi, orada ortaya konan bakis acisi bilimsel olarak gecerli ve guvenilirdi ve baska kulturlere genellenebilirligi de mumkundu. neden olmasindi.

    japonya'ya gelmeden once birlikte calisabilecegim, arastirma alanlari ilgimi ceken bir hoca ararken fark ettigim, bizdeki ya da bati'daki arastirma alanlariyla japonya'dakilerin birbirinden oldukca farkli olduguydu. baska buna cok sasirmistim; cunku kulturler birbirinden cok farkli olsalar da insanlar benzer sorunlar yasarlar diye dusunuyordum ya da ayni konu farkli bicimde ele alinarak calisilabilir gibi geliyordu. sonra bunu psikolojinin japonya'da yeterince gelismemis olmasina bagladim; cunku odtu'deki hocalarima japonya'ya basvurmak istedigimi soyledigimde hepsi "neden japonya? psikoloji japonya'da gelismis durumda degil." diyordu. hatta biri "illa o tarafta bir yere gitmek istiyorsan avustralya'ya basvurabilirsin." bile demisti. zavalli bir lisans ogrencisi olarak biraz hevesim kirilmisti ama, gitmeyi kafaya koymustum. dunya bati'dan olusmuyordu. gidip kendim gorecektim.

    ne kadar acik goruslu olursaniz olun, onyargilariniz ve kalipyargilariniz her zaman var; japonya'ya iliskin, daha dogrusu japonya'daki psikoloji bilimine iliskin belirli onyargilarla geldigimi inkar edemem. akademik sistemden tutun da calisilan konular, yontemler, yaklasimlar, kuramlar... her sey oylesine farkliydi ki, uyum saglamakta fazlasiyla zorlandim. en basta "sunu calisayim, buna bakayim, bunu soyle ele alayim" diye dusunurken istedigimi yapamadim. bu arada hemen her seyi sorun olarak gormeye ve o konuda calisma yapmaya iliskin hevesim suruyordu. onunla ilgili de bir yazim var. (bkz: ozelestiri/@tamarix smyrnensis)

    bakis acisindaki yanliliktan sonra bir sey daha fark ettim. bizim sorun olarak gordugumuz seyler aslinda gercekten sorun muydu? farkliliklari sorun olarak gormeye, etiketler yapistirip dislamaya, ilac verip uyusturmaya oldukca yatkiniz. abd mi desem, bati dunyasi mi desem bilmiyorum ama, hemen her farkliligi psikolojik bozukluk olarak literature alip tedavi ve ilac satiyor sanki. tedavi ve ilac satmak icin psikolojik bozukluk uyduruyorlarmis gibi geliyor bazen. bir insanin digerlerinden farkli olmasina asla tahammul edemiyor kapitalist sistem. tuketmeyi reddeden, sistemin bir parcasi olmak istemeyen, bas kaldiriya yol acabilecek her turlu potansiyel farklilik "psikolojik bozukluk" olarak yaftalanarak etkisiz hale getiriliyor. sistemle uyum icerisinde olmamak bir sorun olarak goruluyor cunku. psikoloji de kapitalizme hizmet eden bir bilim en nihayetinde.

    ve ne yazik ki her seyde oldugu gibi bilimde de, ozellikle de sosyal bilimlerde bir tekelcilik soz konusu. japonya'da 3. yilim dolmak uzere ve sosyal bilimlerin bulgularinin farkli kulturlere genellenebilirliginin benim bekledigimden cok daha dusuk oldugunu dusunuyorum. baglamsal olarak degerlendirmenin onemini zaten biliyordum ama, kulturun de bu denli onemli oldugunu bir aydinlanma olarak kavrayabilmem icin buraya gelmem gerekiyormus.

    hala ogreniyorum. bu dusuncelerim de zamanla degisir diye dusunuyorum ama, japonya'da gordugum bir sey varsa o da bazi seyleri sorun olarak gormekten ziyade kisiye ait farkliliklar olarak gormenin, onlari olduklari gibi kabul etmenin de mumkun oldugu. birilerinin umrunda olmamak, kimsenin sizinle ilgilenmiyor olmasi da guzel bir sey aslinda. beklenti olmadigi icin baski da olusturmuyor cunku.

    bilemiyorum. son zamanlarda kafam biraz karisik ve bazi dusunceleri yerine oturtmaya ugrasiyorum. her farkliligin sorun olarak ele alinmasindan biktim sanirim. bunlari yazmaya gereksinimim vardi. yazili dusundum de diyebiliriz.
hesabın var mı? giriş yap