• bileşim yayınevi tarafından yayınlanan ben de ben adlı öykü kitabın yazarı.
  • baba ve halası ile ilgili en son bu yazıyı yazan yazardır :

    " özdemir asaf, 28 ocak 1981'de aramizdan ayrildi

    yaşam

    babam özdemir asaf'ın bizlerden ayrılışının üzerinden 31 yıl geçti, halam özgönül'ün ise 13 gün. babam 11 haziran, halam 12 haziran 1923'te ankara'da doğmuşlar. ayrı gün ikizleri.

    şura-yi devlet'in (danıştay) kurulmasında büyük emeği olan dedem mehmet asaf'a 1922 yılında atatürk'ten bir haber gelir. “asaf'a söyleyin, ankara'ya gelsin”. aile, istanbul'dan ankara'ya taşınır. ikizlerin doğumunu, ankara'daki bir hastanede operatör dr. mim kemal öke yapar.
    mehmet asaf, kısa süren hastalığının ardından 1930 yılında vefat eder. aile tekrar istanbul'a taşınır. ikizler okul çağındadır. atatürk ismet inönü'ye “asaf'ın çocuklarını bir okula yerleştirin” talimatını verir. o dönemde soyadı olmadığı için babam ilkokula özdemir asaf olarak kaydolur. 1934 yılında çıkan soyadı kanunu ile babaannem arun soyadını alır.
    üniversite eğitimini yarım bırakan babam, annemle evlenir. şakacı yönü az bilinen babamın, benim doğumumla ilgili hoş bir anısı var.

    istanbul, acıbadem'deki köşkün büyük bir bahçesi, bahçede de meyve ağaçları vardır. 26 haziran1947 günü bahçeden toplanan armutlar büyük bir iştahla yenir. annem hamile olduğu için biraz daha fazla yer. akşam herkes odasına çekilince annem, “özdemir, çok sancım var” der. babam da “haklısın sabahat, benim de çok sancım var. o kadar armut yememeliydik” diye cevap verir. babam uyur ama annem uyuyamaz. tekrar seslenir: “özdemir, dayanamıyorum, çok sancım var”. babam “uyuduğuma bakma, benim de çok sancım var, ben de dayanamıyorum” der.

    sabah olduğunda annem hâlâ sancılıdır. babaannem, babateyzem, halam, annemi zeynep kâmil hastanesi'ne götürürler. sancının armuttan değil, doğumdan olduğu anlaşılır.
    şiirlerinde babasının asaf ismini kullanır, oysa asıl ismi halit özdemir arun”dur. 1950 yılında cağaloğlu'nda bir matbaa açar. açılış işlemleri için gittiği vergi dairesindeki memur adını sorar. r'leri “ğ” olarak söyleyen babam “halit özdemiğ ağun” der. özdemir, bilinen bir isim olduğu için memur belgelere halit özdemir ağun yazar. bankonun üzerinden eğilerek bakar. yanlış yazıldığını görünce “soyadımı yanlış yazdınız. doğğusu ağun” der. memur yüzüne bakar. “evet, ağun” der. “hayığ, hayığ ağğun”. “beyefendi anladım. ağun”. babam sinirlenir. cebinden kalemini kâğıdını çıkarır, kocaman harflerle arun yazar, r'lere basa basa yüksek sesle okur. “ağğğğğun”.
    bir gün de matbaadan çıkıp karaköy'e gitmek için bindiği taksi şoförü sorar:

    “neğeye biğadeğ”. babam utancıdan kağaköy diyemez, “eminönü” der. iner. oradan karaköy'e kadar yürür.

    can yücel 28 ocak 1981 günü bebek camisi'nden aşiyan'a kadar geldikten sonra bir şiir yazar.
    cenaze dönüşü

    anlaşıldı bu
    r'lerin intikamı
    onlar yuttu özdemir asaf'ı.

    babamın en sevdiği şarkı şemsi belli'nin sözlerini yazdığı aşiyan yolları'dır.
    gönül penceresinden

    ansızın bakıp geçtin

    bir yangının külünü

    yeniden yakıp geçtin.

    kelimelere başka anlamlar yüklemesini sevdiğinden:

    gönül penceresinden

    ansızın bakıp geçtin

    bir yangının külünden

    yeniden yanıp geçtin.
    diye okurdu şarkının sözlerini. son iki dizede değiştirdi kelimeler bana, anka kuşu'nu hatırlatır.
    vakıf gureba hastanesi doktoru, arkadaşı şen doğan'ın “bizler elimizden geleni yaptık ama maalesef uygulayacağımız başka bir tedavi kalmadı artık. evine gidebilir” dediğinde büyük kardeşim gün “ben bir taksi çağırayım” der. babam hasta yatağından başıyla bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır. gün yanına yaklaşır. “buradan çağırma, bebek'teki duraktan beni tanıyan bir taksici çağır. pisi pisine bir trafik kazasına kurban gitmeyeyim” der.

    bu sözleri söylemesinden bir ay sonra bizlerden ayrıldı. röntgenlerin korunduğu sarı kâğıda hastanede yazdığı son şiir isimsizdir.

    hastahanede

    veya

    hapishanede

    hayatını yazma!

    sonunu bir merak eden çıkabilir

    hastahanede her gece insan

    birkaç yaşam yitirebilir ya da yaşayabilir

    hapishanede ise her sabah
    babamın gidişinden 31 yıl, 31 yıldan 13 gün eksikti. halam özgönül bir hastanenin özel bakım odasındaydı. yanına girmeme izin vermiyorlardı. camlı kapının dışından içeri bakıyordum. karşısındaydım.
    babamın bir şiirini düşündüm.
    mythe
    geçtiğim karşılarda, bakıyorum karşısındayım.

    ben de babamla halama bakıyordum, karşılarındayım. babam kalemleriyle kelimeleri, halam gözlükleriyle renkleri alıp gitmişti. bana bıraktıkları kelimeleri yan yana getirdim. o gece, şiir değil, karşınızdayım isimli bir yazı yazdım.

    karşinizdayim
    elimde kalem, gözümde gözlük

    kalemin mürekkebi bitik, gözlük kırık.

    ne elim görüyor, ne gözüm yazıyor.

    sizlere bakıyorum.

    karşınızdayım.
    renkler solgun, kelimeler sessiz

    gece ışıksız,

    ben kimsesiz,

    sizlere bakıyorum.

    karşınızdayım.
    iki kişi bir olmuş,

    karşımda durmuş,

    bana çocukluğumu soruyor.

    sizlere bakıyorum.

    karşınızdayım.
    halam edebiyatın okuyucu tarafındaydı. türk müziği'ni çok severdi. en sevdiği şarkı, selahattin içli'nin sözlerini yazdığı bir tanem'dir.

    bir sabah, bakacaksın ki bir tanem,
    ben yokum.
    dünyayı sana bırakıyorum.
    söz aldım saatlerden,
    sana koşacaklar.
    söz aldım gecelerden,
    seni uyutacaklar.
    gözlerimdeki son yağmur pencerende.
    beni anlatır sana bir bir ilerde
    buğday misali düştüğüm yerde, çaresiz
    kim bilir, nerelerde?
    bir sabah, bakacaksın ki bir tanem,
    ben yokum.

    şarkı “ben yokum” diye bitiyor ama onlar hep var olacaklar. babam zaten “ölü yaşayanlar yaşayan ölüleri çekemezler” diye yazmış.
    özdemir ile ikizi özgönül ile 15 ocak 2012 buluştular sanıyorum.

    yazımın başlığı yaşam. sonu da özdemir asaf'ın yaşam şiiri:

    sanırım görmediniz;

    şimdi şuradan geçti.

    yazık görmediyseniz,

    böcek gibi güzeldi.
    nasılsın özdemir asaf. hoşça kal özgönül arun.

    seda arun "
  • kıyılara kaçan kadınlardandır.
  • isminin hikayesini kendisinden dinleyelim, okuyalım bir garip olurdu ama teknik olarak dinlemiyoruz bilemedim. idare edin.

    "22 haziran 1947 cuma günü saat 15.10'da dünyaya gelmişim.
    zeynep kamil hastanesi'nin doğum hemşiresi, kucağındaki kundağın içinde bulunan ben'i kapıda bekleyenlere uzatarak, "müjde, bir kızınız oldu" der. kimsenin ağzını bıçak açmaz. çünkü ailenin kadınları erkek çocuk beklemektedir. hatta ismi bile vardır çocuğun: rızkullah. bu isim iki nedenle seçilmiştir. birinci neden, doğacağı beklenen erkek çocuğun, bir düğünde karşılaşılan rızkullah bey'e benzemesi içindir. uzun boylu, yakışıklı, kültürlü, bilgili, kibar, zarif, nazik bu istanbul beyfendisi, köşkün kadınlarını derinden etkilemiştir. ikinci neden ise kelimenin kökünün rızk sözcüğünden gelmesindendir. çünkü rızkullah bey, bütün bu olumlu özelliklerinin yanı sıra çok da zengindir. aile yaşadıkları maddi sıkıntıların, hayata gözlerini açan ilk erkek torunun adıyla düzeleceğine inanmaktadır.allahın rızkı olarak beklenenin kara kuru, sıska, çirkin, bir de kız çocuğu olması herkesi şaşkına çevirmiştir. hemşire, uzunca bir süre kucağında kundakla kalır. babateyzem, ailenin en atik kadını olarak kundağı alır. eve dönerler.
    annem için hazırlanan loğusa odasındaki süslü yatağa yatırıldığım zaman bile herkes hemşirenin bşr hata yaptığını ümit eder. bu kadar çok kadını olan bu köşkün bir erkeğe ihtiyacı vardır. aileye yeni katılan kız çocuğuna alışmaları biraz zaman alacaktır. "kız mı ağlıyor?", "seninli nerede?", "çocuğun karnı mı aç?", "o uyuyor mu?", "içerdeki ne alemde?" benzeri cümlelerle iki ay kadar isimsiz yaşamıştım. aynı kökten olduğu için, gelecek rızk da aynı olsun diye adımın rızkullah'ı çağrıştıran rızkiye olmasını düşünmüşler. ama fıskiyeyi çağrıştırdığı için bu ismi vermekten caymışlar.

    güneşin istanbul'u sessizce terk etmeye hazırlandığı ılık bir akşamüstü, köşkün üst katındaki balkona çıktım. gurubun rengi bahçedeki çiçeklerin, yaprakların, ağaçların üzerindeydi. o şahane kızıllıktan, havuzdaki kırmızı süs balıkları neredeyse görünmez olmuşlardı. gözlerim dolu doluydu. ağlayabilsem, gözyaşlarımdan bir çok güneş akacacaktı. güneş gitti. ben, kucağımda beyaz kediyle yıldızların çıkmasını bekledim. sen hala ağlıyordun. "isminin olmadığını biliyor biçare, huysuzluğu ondan" diye düşünüyordum. ellerimi çaresizce açarak "rabbim, eserimin eserine isim bulmak için bana bir seda ver" dedim. seda'nın sesi hoşuma gitti. odana geldim, seni kucağıma aldım, bağrıma bastım. "senin adın seda" dedim. sustun.

    (bkz: sana mektuplar)
    (bkz: okuyun okutun)
hesabın var mı? giriş yap