• bir agnes varda filmi.
  • 1985 tarihli, gercek adi sans toi ni loi olan varda filmi.basrol oyuncusu sandrine bonnaire filmdeki tolu ile cesar odulu almistir.
    otostop yaparak yolculuk eden,paso ot icen,sagda solda buldugu islerde kisa sureli calisan,yikanmayan,hippi kilikli kiz mona,bir tarlada olu bulunur.
    kizimizin son donem yasadiklarini bir bir izlemeye baslariz..
  • cok tuhaf bir agnes varda filmi. film genc kizin donmus cesedi ile baslar. geriye donulup kizin olmeden once yasadiklari anlatilrsa da alisilagelmisin aksine hicbir sekilde ozdeslesmeye firsat verilmez. monanin motivasyonu neyi niye yaptigini hic anlasilamayan ilginc bir karakterdir. bir sure sonra izlediginizin bir insan olmadigini dusunmeye basliyor insan. tuhaf bir filmdir bu anlayacaginiz.*
  • sinema çıkışında bağırarak koşmak ya da kafamı buzluğa sokmak ya da sarhoş olmak istediğim agnes varda filmi. öyle ota boka içen bir insan değilim ama film çıkışında koşarak karşı büfeye gidip bir bira alıp yanmış kurumuş gibi, şifa niyetine gibi içtiğimi hatırlarım. film de çikolataya özendiren filmler gibi böyle lıkır lıkır iştahlı bira içilen bir film değildi. nedir hala anlamadım.
  • bence o kadar politize olmuş bir film değil. week end'e bak mesela, godard çığırtkanlık düzeyinde politika yapıyor. agnes varda işin biraz daha sakin tarafında sanki; varoluş, kimlik ve postmodern toplum varda'nın spektrumunun çeşitleri, güzellikleri.
    bir de filmde mekanik bir kurgu var gibi, her sahne hesaplanmış, uzun uzun düşünülmüş; bu mekaniklik iyi mi kötü mü bilemiyorum; değişir yani. ama etkileyici olduğu kesin. mona'yı tanıyormuş gibi yapıp bir şeyler söyleyen insanların onu ne kadar tanıyamadığını da bilmiyoruz çünkü biz de bilmiyoruz ki mona'yı ne kadar tanıdığımızı. ayrıca o insanların da mona'nın özgürlüğüne atfedip özendikleri o yalnızlık, aslında ironik olarak tam da yaşadıkları ve belki de acısını çektikleri bir mefhum.
    son olarak kişisel menkıbe midir insanı yaşama bağlayan, bir amaç uğruna mı yaşar insan yoksa toplum dışılık imkansız mı ve toplum varoluş sebebi mi mecburen? bunları düşündürmesi bile güzel bir şey bu filmin. başyapıt.
  • belki de mona'yı en iyi tanıyan insan, assoun oldu. assoun'ın mona hakkında bir şey söyleyemediği sahne ve filmin son sahnesi bana aynı duyguyu yaşattı. sanki mana ve manasızlıktan başka bir şeye ihtiyacımız var ama ne olduğunu bilemiyorum. tıpkı bahsettiğim o sahneler gibi ben de kalakalıyorum.
  • (bkz: no christmas for junkies)

    sokakta kaldım dün gece. mona'yi yaşattım. geçmiş yıllarda kalan insanların filmi bu. votka sarhoşluğuyla koşarken nefes alış verişin hızı dinmeden izlemeye başladım. nefes almanın hızını azaltacağı yerde arttırıyor bu. bu filmler, karakterler niye benim aklıma gelmiyor düzenini sikeyim diye söylendim film bitince. sabaha filmin imgesi hâlâ zihnimdeydi. şişelerce alkol aldirabilir. zamanı yok bu filmin. zamanı olan bir şey de yok zaten.
    gelmiş yılınızı ve gecmis yılınızı sikeyim diye yazı mı belirdi lan sonunda?
  • 1985'te altın aslan'ı kazanmış filmdir.

    18. uluslararası istanbul film festivali'nde 'yersiz yurtsuz' adıyla gösterilmişti.
  • sınav zamanı veya ne işle ilgileniyorsanız işinizde performansınızı yükseltmeniz gereken bir dönemde izlenmemesi gereken bir film.aksi takdirde işi gücü bırakıp bira ve sigara eşliğinde hayatınızı gözden geçirmenize neden olması pek muhtemel.gs-fb derbisinden önce izliyim dedim.ama filmden sonra balkonda çay sigara keyfi yapmayı tercih ettim.filme dönecek olursak,sistem eleştirisi ve ilkel insana atıflar taşıyan bir yol filmi.j.j. rousseau modernizmin insan ahlakını çökerttiğini düşünür.ona göre ilkel insan modern insandan üstündür.agnes varda da bu düşünceye paralel düşünüyor.mona ile diğer insanları sık sık karşılaştırıyor.herkes mona dan etkileniyor ve onun yaşamına özeniyor.özendikleri şey monanın özgür ve ilkel olması.ama yine de özenmelerinin yanı sıra böyle bir yaşamı tasvip etmedikleri çok açık.monanın sistem içinde yaşayamayacağını,kendisinin boşlukta sallanan bir birey olduğunu söylüyorlar.ve yine onlara göre sistem içinde barınamayan insan yok olmaya mahkumdur.
    filmde beğendiğim bir diğer nokta da yönetmenin tecavüz klişesine sürekli başvurmaması.yol filmlerinde sürekli kamyoncular tecavüzcü olarak gösterilir.filmde ise tek bir tecavüz sahnesi vardı ve bunu yapan kamyoncu değildi.
  • agnes varda bu filmi çatısız kuralsız'da (okunuşu sans tua ni lua, ingilizce başlığı vagabond) bariz feminist ama aynı zamanda daha büyük sistem eleştirisi yapıyor. hatta umutsuzluk kokuyor da diyebiliriz. bir yerde umut kısıklığıyla bela tarr benzeri bir evreni var filmin.

    filmde kullansa da klişeleştirmeden, tecavüzün cılkını çıkarmadan kadın (ve birey) yalnızlığını, kırılgan ama dirençli ve ısrarlı özgürlügünü işliyor. o olasılıktan korkusuzluğunun altını çizerek. zordan öte olanaksızı denettiriyor kadına. yüzün hiçbir zaman sürekli gülemesin, asla düzenli ısınama. ağlayacaksan bile boğazın düğümlensin. hayran olun veya olunma ama sen kimseye tam bağlanama, hep uzakta kal. korunmazsan ölümün gölgesinde yaşa. su testisi su yolunda kırıldı diyecek çoktur ona.

    ana kahraman mona'nınki serserilik değil zorunlu özgürlük. isteyerek başlasın varsın, araştırma gibi olsun varsın özgürlüğe tutsak halde. o zaman varoluşsal ve felsefi hale de gelir. dolayısıyla bu onun en az burjuva ruhlu filmi sayılmalı.

    amatör filozof (çoban) kanı etinden biraz uzak olan gene burjuva temsilcisi, havasal konuşan, tutucu, uzlaşıcı, mona'nın adanmışlığını ve zorunluluğunu görünürleştiren, kontrastı kuran karakter. düzenin içinde kalarak dışında hissedenleri, bir kısım bizi o temsil ediyor. mutsuz azınlık, mutsuzluğundan mutlu azınlık. bir ara yol, ara çözüm bizler için meşru; aydınlanmaya, aşmaya yetkili ve yazgılı mona için yanlış ve çeldirici. kendi ölümüyle düzenin ölümünü ve sürüngenliğini, akbabalığını damgalıyor. adeta uzun dönem için lanetliyor. onu unutamayışımız, böğrümüze saplanışı o yüzden. kolay silkinmemizle, arandı-kaşındı dememizle kurtulamayacağımız (sadece altlara bastırabileceğimiz) bir ruh ve gelecek timsali mona. yaşayamadığı için yaşamlarımız üstünde ipoteği, söz hakkı olan.

    edit: emin değilim ama filmin ana karakterini iş üstünde, etli canlı bir nihilist sayarsak o zaman o kendi kendini yemiş ve yutmuş, herhangi bir olumluluk/yaşam seçeneği üretemediğinden sonsuz özgürlük yerine sonsuz yalnızlığı bulmuş, yegane anlamını yok etmede, yaratıcılığı da yok etmede oluşturmuş olur. o zaman işlevi kendini yok ederken geride kalanları büyük oranda 'sağ kalan' yani kahraman kılmaktır. kahramanların yaşamında dönüştürücü, unutamadıkları öteki, korkutucu ve çekici olasılık olarak yer bulabilir. bir dış vahşet/cinayet değil beden iflası ve doğal ölümle ölüşü onun tüketici/hiççi niteliğini çizer.

    işte burada bakış açısının yeri ve önemini görürüz. temel yorumum bir güzelleme iken, diğer olasılıkta onu unutulmaz olsa da acınası birine dönüşmüş buldum. sadece sistem eleştirisi baki. hatta bir yazar nihilizmin müellifinin, yaratıcısının esasen kapitalizm olduğunu söylüyor, çok dikkat çekici.

    not: robert bresson'un mouchette ve rastgele balthazar filmleriyle içiçe izleyip karşılaştırmalı.
hesabın var mı? giriş yap