*

  • yeni bir sekizinci nesil yazar, hoşgelmiş.
  • olası akademik kariyerini tek vuruşla darmadağın ettiğim don quijote namzeti. ama yıldı mı, elbette hayır.
  • seçtiği güzel güzel müziklerle ruhuma renk, sabırlı dinleyiciliği ve olgun tavsiyeleriyle dertlerime derman, candan arkadaşlığıyla sıkıntılarıma son, pür heyecan sohbetiyle emesenime neşe getirmiş adam.
  • sigmund freud ile gülşen abi arasında bir yerlerde konumlanmış sabreden derviş.
  • benim için nickiyle müsemma bir kişiliktir.
    derdimi, acımı, kocaman kocaman soru işaretlerini benden alır, yerine bir takım sevindirik yapan duygular sıçratır. bir koyup bin alınan bir banka gibidir, verdiği faizi akıllara zarar.
    bana verdiği dersler ise faizin faizidir.
    temizliği muallak kalbimden bir şarkı yolluyorum kendisine;

    "öğretmenim canım benim canım benim
    seni ben pek çok pek çok severim
    sen bir ana sen bir baba her şey oldun artık bana"
  • yeni nesil ayyaşlar için süper bir takma isim
  • sonunda ikna ettim bu şahs-ı şaheseri dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamaya. yemişim akademisini sana birşey olmasın abi.
  • hayatı kırmızı kurdelalar ile donatılmış hep ziyay-ı beşer olmuş, aydın insan.

    şimdi efenim;küllü kütüphaneleri, alemi ilmi, gerekli alet edevat ve donanımı hatim ve kusana kadar pratik ettikten sonra baba ocağına dönüşümüz malum oldu. tabi o vakitler; zeus' tan sonra ben gelirim, bilirim de ben blirim, hırkamı belime sarıyım, camı çizilmiş gözlüğümü takıyım, caz nedir bilin mi sen, modunda bir atlangoçum. bu halet-i ruhiye için de sıkıntı veren herşeyden muzdarip bir sağırlık içindeyim. tüm dünya dertlerine offlayıp puflayıp mahalli siporumuz olan trekkinge gidiyorum. ya da mezopotamya' nın ileri gelen ruhani liderlerinden altın diş ile balıkları beslemeye su kıyısına gidiyoruz. dedim ki şan-ı şeref ile açtığımız bu kapıdan girenlere bir ziyafet-i kübra şart oldu.

    sofralar kuruldu, kazanlar da yemekler, pişti... üstadı, ustası, yeni sofusu, emekli imamı, counter camiası çağrıldı. yemek ki ne yemek kılçıklı `kelem dolmasından , köftesine, böreğinden , tandır kebabına, içli pilavından , tatlısına kadar.... sonra buyrun dendi halil ibrahim sofrasına. fakat sofrada buzdan bin surat, tek kaşık atmadı çorbaya, pilava. nedir ey şeref ile gelen yüzü aydınlık gönüllleri ferah karınları her daim aç teba? bizden bir eksiktir, dediler. e birse sorun yok dedik. ama o bir ki her kapının anahtarı, ilmin, fikrin ve hatta neşenin kaynağı. yok artık, dedik biz burda değil miyik? hadi biz olmadı veliqanlı arko men burda değil midir? tabi teba biraz da ezanı beklediğinden, akabinde bu soru havada kalmış ve sofra savaş yerine dönmüştü.
    üç hobbit yılı sonunda öğrenildi ki sofrada eksik olan tek, bütünün bekasıdır.

    kendisi; sıcaktır, yeşil çay içip, frenk yemekler yer, kitap öğütüp, " a sen nerden biliyorsun" cümleleri kurdurtmayı sever, kimse inanamaz ama fena fener' lidir, yemek tarifleri bilir ama yapmaz, öz konuşur, kelimelerden kaleler yapar, suyu sever, sululuktan hazzetmez, çeyizlik kapaklar yapar kaşıntı tiplere, öğretir, sevdirir, candır, lost'tur, dostur...
  • az önceki bölümde patrick'le ellerine bir tane balon geçti, çok sevindiler, "balonla birlikte plaja gideriz, bisiklete bineriz, buz patenine, pizzacıya" vs. diye sayarken sünger bob ciğerciye gitmeyi de önerdi. ekrana salak salak sırıtırken dublajı yapan elemanların seslendirme sırasındaki halleri gözümün önüne geldi, kesin çok eğlenmişlerdir ya, sevdiğin arkadaşlarınla sünger bob dublajı yapmak inanılmaz güzel bir aktivite olmalı.
hesabın var mı? giriş yap