• albe kralı numitor'un kızı. babasının kardeşi amulius tahta çıkınca rhea silvia'yı vesta rahibesi yapmış, erkek kardeşlerini ise öldürmüştür. ancak tanrı mars rhea silvia ile ilişkiye girmiş ve romus ile romulus doğmuştur. (bkz: roma)
  • rhea silvia 'yı anlayabilmek için önce roma sevdasına bakmak lazım;
    bir entirimde roma benim sevgilim demiş idim, mazide kalmış bir aşk gibi falan değil, savurup götüren salak bir romantizm değil idi bu, acı doluydu, çelişki doluydu, mussolini 'nin, o tozlu papyrus'lardan yeniden söküp çıkardığı kartacalı düşmanı dido 'nun aeneas 'a olan aşkı gibi de değil, bambaşka birşeydi. benito efendi, italya'da faşizm rüzgarları estirirken, idealleri vardı roma adına, ve bu idealleri uğruna roma tarihini şöyle bir kurcaladı, romalıların atası, gözlerimizi yaşartacak derecede pragmatist, augustus'un kültür reformlarının şakşakçısı fakat dünyanın efendisi roma'nın suni muni, kökünü yazmış, orjinlerini yaşadığı çağa bağlamıştı ya, tıpkı cato 'nun, origines 'inde de belirttiği gibi; ascanius ‘un isminin kısaltılarak ve geliştirilerek önce iolus’a daha sonra da iulus’a çevrilmesi ve ismin bu şekilde iulus ailesine miras kalması, bu yolla julius caesar 'ın, ascanius üzerinden aeneas'a, aeneas üzerinden de anası dişiliğin ve aşkın sembolü güzeller güzeli tanrıça venus 'e ve diğer büyük dayısı amor'a bağlanması gibi; vergilius da augustus 'u benzer yolla, aeneis 'inde aynı soya bağlamıştı; hem de siyasi yararcılığı gözetmişti; augustus'un kültürel reformlarını ancak bu şekilde övebilirdi, yaşayan birinin destanı yazılamazdı, yaşayan biri ancak destanlaşan atalarına bağlanabilirdi, o sanat güneşinin yaptığı da bizzat buydu. peki ya mussolini ne yaptı; bir nevi soy derinliştirmesi olan, roma'nın kökenlerini asia minor 'e bağlayan aeneis 'den kimi, ruh okşayıcı isimleri aldı, roma'da kimi mahalle ve sokaklara verdi, romalılar ne kadar etkilendiler bilmiyorum, dönemin üzerinde sıkça duran tarihçi dostlar bu konud aeğilebilirler, benim alanım bu değil, fakat bildiğim bir şey var ki; mussolini bir tek kartacadan isimler kullanmadı ve o infelix dido 'nun adını anmadı. çünkü mussolini italya'sında dido, hem anti-roma figürü olmasından ötürü hem de şu üç özelliğiyle; kadınsılığı, namusu, semitik etnik kökeni yani afrika uygarlığından olmasından dolayı şeytan gibi gösterilmiş ve ürkülmesi gereken bir karakter olarak çizilmiştir.
    mussolini, aeneas 'a sırtını dayayarak antisemitizme saldırıyordu denebilir mi?
    büyük bir heyecanla denebilir, diyebilirim. zira roma 'nın kökleri, yunan'ınkinden çok daha farklıdır, farklı atılmıştır. roma 'yı seviyorum dedim ya, işte onu açıklamaya çalışıyorum, çelişkilerimi seviyorum aslında ben, ben günümüz amerikasının, modern çağların ingilteresinin yaptığından çok da farklı şeyler yapmayan roma'yı niye seviyorum, diğerlerini yerden yere vururken, kültür vandallıkları yaptıklarını söylerken, insan kıyımları gerçekleştirdiklerini söylerken roma 'ya karşı neden sevgi duyuyordum; sevi durumum trajik bir patikadan geçiyor, sarmatyalı şövalyelere karşı sözünü tutmamış roma 'yı seviyorum, "roma için iyi olan dünya için de iyidir" diyerek icbar eden roma'yı seviyorum, genel hatlar, teori, deneyimler sevdirmiyor, kafamda karşı tezler oluşuyor, galyalılara yaptıklarını anımsıyorum, sevmeye sebebim yok, fakat ben yine seviyorum. nasıl oluyor bu? oluyor çünkü ben romalılaşıyorum, catulluslaşıyorum.
    o catullus da odi et amo dememiş miydi lesbia için. nefret ediyorum ve seviyorum dememiş miydi? demişti, işte ben onun noktainazarına giriyorum, orada çırpınıyorum, geleneğimle, pietas ve virtus 'umla, i.s. 2006 senesinde oluşturduğum birikimlerimin çarpışmasını izliyorum, izlemekle kalmıyorum yaşamaya başlıyorum, kafamda savaşlar kopuyor, şenlikler yapılıyor, davullar çalıyor, çevremde lictorlar, rehberlerim magisterler, tabulalarımda sextuslar, aureliuslar, marcuslar, victorlar, marolar, tulliuslar,caeciliuslar,quintuslar,flaccuslar hatta horatius'lar.roma 'yı seviyorum, hem de karşısında durduğum şiddet olgusu bizzat roma'nın üstüne yapışmışsa da, yahu roma 'nın kuruluşu şiddet üzerinedir. roma tarihi kanla başlar, nasıl başlamasın ki bakın kafamın roma 'yı deliler gibi seven kısmı nasıl savunmaya geçiyor, senin şu pis akhalar, batılılar gelsin helena 'nın peşinden, yakıp yıksın kentini, sen yerin yurdun, ulusal tanrılarının, soyun için toprak aramaya çık, imperium deorum a sadık ol, yunan şerefsizi achilles gibi şan şöhret peşinde koşma, odysseus uğursuzu gibi zaferi kendine maletme, tanrının oğlunun gözüne çomak sokma, (bkz: cyclops) (bkz: poseidon) ulvi görevin için canın dido 'yu anında terket karnında çocuğuyla (ovidius, heroides vii), senin için buyruk ve atalarının mirasını torunlarına taşıma aşkı, sadakati öncelik olsun, sonra sen dünyaya hükmetme olacak iş değil, roma dünyaya hükmetmek için yanan troya'dan kaçtı, çekilen acıların, her türlü sıkıntının asli sebebi buydu, romalı tören yapmadan tuvalete bile gitmezdi kabul ama çağdaş dünyaya mezopotamya'dan kopup gelen ritüel, dini ayin geleneğini taşıyan taşıyıcı roma'dır, hem de o tören sevdalısı roma.

    roma'nın kuruluşu kanlıydı dedik;
    alba ‘nın kralı silvius procas, mirasını iki oğlu numitor ve amulius arasında eşit bir şekilde böldü. amulius, payına düşene göre; sadece krallığı alırken, öte yandan numitor ise babasından kalanların yani mal varlığının tümüne sahip oldu. numitor, özel mülkleri ve serveti krallığa yeğlediğinden, amulius krallığın başına geçmişti. bu pozisyonunu daha da güvenli kılabilmek için, tek çareyi kardeşi numitor ‘u av esnasında öldürmekte gördü. bu yüzden, rüyasında tanrıça tarafından bunu yapmasının söylendiğini iddia ederek kızkardeşi rhea silvia ‘ya vesta rahibesi olmasını buyurdu. valerius antias ‘ın, ilk kitabında yazdığına göre; gerçekte amulius kendini düşünüyordu; rhea silvia’dan, dedesine karşı yapılmış bu adaletsizliğin intikamını almaya yeltenecek bir çocuk doğabilirdi. fakat marcus octavius ve licinius macer ‘in bildirdiğine göre; rahibe rhea ‘nın dayısı amulius, ona aşkla bağlıydı. bulutlu bir gökyüzü ve karanlık bir sis altında, şafak yeni sökerken, dini tören için su getirirken, mars ‘ın koruluğunda ona bir tuzak kurdu ve ona tecavüz etti. bunu üzerinden aylar geçtikten sonra, rhea’dan ikizler doğdu. amulius bunu öğrenince, günahını gizleyebilmek için, rhea ‘nın öldürülmesini ve çocukların ona verilmesini emretti. bunun üzerine numitor, bu ikizlerin büyüdüklerinde amulius ‘a karşı adaletsizliğinin intikamcıları olabilir ihtimalini düşünerek, onları başka çocuklarla değiştirerek yenilerini amulius’a , asıl yeğenlerini ise büyütmesi için koyunlarının başında duran faustulus’a verdi. başka bir söylentiye göre; fabius pictor ilk kitabında ve vennonius ‘un da yazdığına göre; bakire gelenek ve görenekler gereğince tören için kaynaktan mars’ın koruluğuna su taşımak için yola çıktı. fakat birden yağmur ve gökgörültüsüyle sarsıldı ve savaş tanrısı mars tarafından rahatsız edilerek, onun tecavüzüne uğradı. çok geçmeden kim olduğunu tanıtan ve ondan doğacak çocukların kendisi gibi (mars) değerli olacağını söyleyen tanrının tesellisiyle kendine geldi. sonuç olarak, kral amulius , rhe silvia ‘nın ikizler doğurduğunu öğrenince, derhal alınmalarını ve nehire atılmalarını buyurdu. bunu gerçekleştirmek için buyruğu alanlar, ikizleri bir sepete koyup, büyük şiddetli bir yağmur ve fırtına başladığı için palatium tepesi eteklerinde bir yerde bıraktılar. (sextus aurelius victor, de gentis romanae 19-20)

    işte rhea silvia, her iki durumda da roma 'nın venus 'den sonra anası oluyor.
    peki burada bir ironi yok mu efendiler? hani venus ile savaş tanrısı mars gizlice buluşup sevişiyorlardı, bir güzele nasip olacak şey mi allahınızı severseniz; kör topal, demirci kocası hephaistos 'u aldatıyordu venus, o güçlü, haşin tanrı mars ile. sonra yakalanmışlardı da, kıyamet kopuvermişti. aeneas'ın anasına göz dikmiş savaşçı mars, yetinmeyip bu sefer yine roma'nın sonraki temizlik abidelerinden rhea silvia 'ya neden bulaşmıştı? ne istiyordu bu troyalılardan, bu romalılardan, bu anadolulardan? bunu bilmiyoruz, sadece açık bir şekilde görüyoruz, roma tarihi kanla dolu, roma tarihi kanla başlıyor, roma dünyayı yönetiyor, roma, bugün dünyayı kana bulayanlara örnek oluyor, roma sevdam oluyor, ama roma odi et amo, hem seviliyor hem nefret ediliyor, nasıl olmasın, savaşçı tanrının aşk yaşadığı bir ananın çocukları ya ne olacaktı, ya nasıl sevileceklerdi? ya da yine o savaşçı (bkz: cengiz) mars'ın rhea silvia 'nın karnında büyüyen dölleri olan romulus ile remus yine faustulus'a teslim edilmişken, roma nasıl kansız kurulabilirdi?
    i.ö. 753 'de doğdu insanlık, fakat savaş o tarihte doğmadı.
    savaş zaten önceden doğmuştu, hem de savaşçı tanrının döllerinden.

    edit @: kişinin kendisi de böyle yaşıyor kusura bakmasın, roma gibi yaşıyorum, geçen gün çiğdem menzilcioğlu hocam sormuştu son durum nedir diye, 'odi et amo' deyivermiştim, ilişkim de böyledir, işte böyle çelişkinin kendisi de olabilirim, ama ne yapayım adım da bile savaş tanrısının izleri var be, daha ne olsun. ama vesta güzellerine sarkmış değilim, şimşekler çaktırmış değilim.
  • fak bir tanrısallık, ormanların yarı tanrısı. silvia orman anlamına gelir. rhea ise res ve regnum. yunanca rheô, yani akıntı anlamına da geliyor.

    (bkz: ormanın suçlu kadını)
  • ilia olarak da anılan roma kentinin kurucuları romus ve romulus'un anası.

    ursula le guin kurgusal geçeküstü kitabı lavinia da bu kadının hikayesini çok da güzel anlatır. kitabın goodreads sayfası
hesabın var mı? giriş yap