• bu film, daphne du maurier isimli ingiliz bayan edebiyatçinin (ki sonra agatha christie gibi "dame" ünvanini almistir) ayni adli romanindan uyarlanmistir. hissiyat, tutku, gerilim gibi ögeleri güzelce birlestirmis, psikoloji alemlerine dalan basarili bir yapit olup ilk cümlesi "last night i dreamt i went to manderley again" 20. yüzyilin en unutulmaz edebi cümleleri seçmelerinde hep yer alagelmistir. kimi yönleriyle bir jane eyre taklidi oldugu da söylenir, ama bu güzel olmasina engel degil, belki kismen sebeptir.
    hitchcock'un kuslar'i da yine du maurier'in bir kisa hikayesinden uyarlanmistir.
  • kisaltilmisi icin (bkz: becky)
  • en iyi film oscarını kazanan tek alfred hithcock filmi. hikayenin jane eyre ile olan benzerliği de açıktır. insan ne zaman çıkacak şu "mad woman in the attic" modeli yaw der durur.
  • alfred hitchcock un amerikan yapimi ilk filmidir. malikanenin hizmetcisi rolunu oynayan judith anderson in insanin kanını donduracak bakislari kolay kolay akildan cikmaz.
  • alfred beyin, ilk ve tek en iyi film oskarı sahibesi hanımıdır rebecca.. hitchcock'un en sevdiği oyuncularından olan laurence olivier'ye joan fontaine eşlik eder ki, joan hanım özellikle filmin yarıdan fazlasına hakim çocuk-kadın rolünü, hem de çok güçlü bir femme fatale karşısında, fevkalade oynar, sembolleştirir adeta..

    kane içün rosebud ne ise, rebecca içün de "manderley" o biçim mühimdir.. zaten alfred bey, daha ilk sahnede manderley'i düşlerin anahtarı olarak elimize verir biz seyredengillerin.. öyle ki, bu manderley sınırlarına giriveren tüm karakterlerin bilinçleri derhal parçalanır, bölünür; bir nevi bilinçaltı şatosudur manderley.. şatonun gardiyanı da, daha doğrusu düşle gerçek arasındaki yegane köprü görevini üstlenen de bizim nobran, "tablodan çıkmış gibi" duran bayan danvers'dir (judith anderson)..

    filmin bir diğer özelliği, joan hanımın canlandığı; rebecca'nın şeytani gücüne karşı duran, henüz lanetlenmemiş bir havva masumiyetinin şekillediği karakterin bir adı olmamasıdır.. tek bir isim vardır etrafta, malum rebecca'dır; hatta isim bile değil, tek bir harftir: r.. film, baştan sona r'lerle doludur; alfabenin zor telaffuz edilen, daha doğrusu sürçme payı diğerlerinden daha fazla olan r'leriyle..

    alfred beyin, modernizm ile apaçık dalgasını geçtiği filmlerinin başında yer alması da bir başka yönüdür rebecca'nın; tabii bunda, abd'de çektiği ilk film olmasının etkisi ne kadardır, bilinmez..

    yine joan hanım diyorum, başka da bir şey demiyorum ben efendim; böyle oyunculuk, böyle bir yönetmen oyunculuğu dostlar başına yani..
  • 1940'da en iyi film dalında oscar odulunu alan film.
  • sadece filmini incelemenin romanına haksızlık olacağını düşündüğüm eser zira filmi romanının bir yansıması olduğu için bu kadar güzeldi fikrimce.
  • türk versiyonlarının da bulunduğu bir eser. cüneyt arkın vardı bir tanesinde bir de hülya koçyiğit sanırım...
  • akının en güzel şarkılarından biridir bide...
    (bkz: rebeka)
  • adaşım(daphne du maurier) yazdı diye takip etmedim ben bu filmi. eh adaşım da zamanının mühim yazanlarındanmış. şimdi ne desek ayıp olur. evet evet oskarlı bi filmdir bu. üstelik rekin teksoy amcamın dediğine göre, gazap üzümleri ile bilmemne adlı filmin hakkı yenerek bu filme oskar verilmiştir. dur ya rekin amca bişi daha demişti. hah "sayfa sayfa çekilmiş bir edebiyat uyarlamasıdır" gibi bişii demişti. hakketten izlerken sayfa çevirmişizdir.
    memleketimizde te ne zamandan dublajı yapılmış olduğundandır ki, bizi eski türk filmi izliyormuşuz hissiyle başbaşa bırakmıştır.
    yalnız rebecca'nın sırf r olarak değil, "rw"(de winter ya o bakımdan) olarak görüktüğünü de ifade etmeden geçmemek lazım.
hesabın var mı? giriş yap