• (entry'de bir takim ingilizce ifadeler vardir, turkiye'de bazi lise ve universitelerin ingilizce egitim yaptigini hatirlayiniz, yine de dayanamiyorsaniz bu entry'yi es geciniz.)

    gazete haberlerinde "konusan sempanze", "insan diline vakif olan ilk hayvan", "kuslar gramer kurallarini anliyor" gibi haberleri siklikla duyuyoruz artik. yine de bu haberlerin hem cagdas dilbilim hem de etoloji perspektifinden bakildiginda "bos" oldugu bir gercek. genelde bulgular siralaniyor ve bunlarin hayvanlarda dil kabiliyetine isaret ettigi ima ediliyor. ama tabii ki onemli ayrintilar ve asil sorunlar es geciliyor.

    hauser, chomsky ve fitch'e gore dunyamizdaki canli yasami inceleyen uzayli bir varlik kesinlikle iki onemli bulgu ile karsilasacaktir. birincisi, dunyadaki canli yasamin tumu ayni (fizikokimyasal) temellere dayaniyor. ikincisi, dunyadaki canlilarin (bazi basit canlilar disinda) onemli bir kisminda bir sekilde "iletisim" varken, bu canlilarin sadece birinde bu iletisim oldukca karmasik ve digerlerinden farkli temelllere dayaniyor.

    su bir gercek ki eger herhangi bir hayvanda insana ozgu dil kabiliyeti varsa, bu bulgu zihin ve dil hakkinda tum kuramlarimizi degistirecek, tam anlamiyla bir "bilimsel devrime" yol acacaktir. noam chomsky'nin dil anlayisina gore, biyolojik-zihinsel bir organ olan dil bolgesi sadece insana ozgudur, cunku hicbir dogal iletisim sisteminde bulunmayan ozellikler gosterir. bu sebeple, bu zihinsel organa sahip olmayan bir hayvanin insan dilini ogrenmesi mumkun degildir. baska bir sekilde: insan dili, insan biyolojisinin bir sonucudur ve bu biyolojiye sahip olmayan herhangi bir varligin insan dilini anlayabilmesi ve konusabilmesi mumkun degildir.

    o halde baska hayvanlarin dil kabiliyetine sahip olup olmadigi (veya olabilecegi-olamayacagi) en az iki acidan oldukca onemlidir: 1) hayvanlarin bilissel kabiliyetlerinin ne oldugu onemli bir sorudur. 2) hayvanlarin dil kabiliyetine sahip olmasi durumunda chomskyci dil anlayisi temellerinden sarsilacaktir.

    bu yazidaki niyetim hem son yuzyilda bu konuda yapilan arastirmalardan bahsetmek, hem de insan dili ve simdiye kadar gorulen, dilsel hayvan kabiliyetleri (primatlar ozelinde) arasindaki farkliliklarin altini cizmek.

    sunu kesinlikle biliyoruz: primatlar birbirleriyle iletisim kurarlar. bu iletisim gorme, duyma, koku ve dokunma seklinde olabilir. ornegin vervet maymunlari, farkli avcilarin yaklastigini farkli isitsel sinyallerle birbirlerine haber verirler. bu maymunlarla yapilan arastirmalar, kartallar, yilanlar, leoparlar ve babunlar icin farkli alarm sesleri oldugunu gostermistir. boyle bir iletisim sistemine dil dersek eger, o halde vervet maymunlarinda dil vardir. ancak bunu yaparsak insan diline farkli bir isim vermek zorunda kaliriz. "dil"den anladigimiz insan diliyse, vervet maymunlarinin iletisim sistemi dil degildir (sonlara dogru neden olmadigi aciga kavusacak diye umuyorum).

    1930'larda iki arastirmaci bebeklerini yeni dogmus bir sempanze ile beraber buyutmeye basladilar. niyetleri, insan ortaminda buyuyen ve dil egitimi alan bir sempanzenin insan diline vakif olup olamayacagini anlamakti. bu sempanze (gua), 16 ay icinde 100 civari kelimeyi anlamaya basladi. bu sayi 16 aylik ogullarindan oldukca fazlaydi, ama gua hicbir zaman bunun otesine gecemedi. bebekleri bir zaman sonra "i mean what i say" ve "i say what i mean" arasindaki farki anlarken, gua iki cumleyi de asla anlayamadi. bir dili anlamak, tek basina kelimlerin anlamlarini anlamaktan ote birseydir.

    viki adinda bir sempanze de cok sayida kelime ogrendi, hatta bazi kelimeleri (buyuk zorlukla) telaffuz etmeyi basardi (mama, papa, cup, up). bundan oteye gidemedi.

    sempanzelerin telaffuz icin gerekli fiziksel zayifliklari oldugu anlasildi. insanlarin agiz ve bogaz yapisina sahip olmadiklari icin kelime telaffuz etmelerinin cok zor oldugu anlasildi. bu, sempanzelerin aslinda insan dilini anlayabileceklerine, fakat konusma icin gerekli olan fiziksel kosullara sahip olmadiklari icin konusamayacaklari hipotezine yol acti. bundan sonra sempanzelere amerikan isaret dili ogretilmeye baslandi.

    1960'larda washoe adli bir sempanzeye amerikan isaret dili ogretildi. bu ogretim sureci bircok acidan sagir cocuklarin egitimine benziyordu: washoe her zaman isaret dili kullanan insanlarla birlikteydi. isaret dili washoe'ya "ogretildi", lakin sagir cocuklar isaret dilini zorlu bir egitim olmadan edinirler. konusmayi ogrenen cocuklar gibi.

    4 yasina geldiginde washoe 85 isaret biliyordu (bazilari: fazla, yemek, ver, anahtar, kopek, sen, ben, washoe, cabuk). washoe'nun onemli bir ozelligi bu isaretleri birlestirip kullanmis olmasidir: bebek benim, sen ic, cabuk saril, cicek ver, daha fazla meyve gibi. (bkz: washoe) (bkz: http://en.wikipedia.org/wiki/washoe_(chimpanzee))

    ayni yillarda sarah adli bir sempanzeye yapay bir dil ogretildi. sarah, manyetik bir plaka uzerindeki farkli renkli bloklari kullanarak iletisim kuruyordu. oyle ki kucuk kirmizi bir kare "muz", mavi bir dortgen "armut" anlamina geliyordu. sarah'nin onemli bir ozelligi soyut bazi kavramlari ogrendiginin iddia edilmesidir: ayni, farkli, degil, soru gibi.

    koko adli bir gorile isaret dili ogretildi. bir kac yuz isaret bilmenin yaninda koko da washoe gibi bu isaretlerden bir kompozisyon olusturabiliyordu: yuzuk icin "parmak kolyesi" gibi. koko hakkinda onemli bir iddia da dilsel sakalar yapabilmesi: isaret diliyle kafiyeler olusturdugu iddia ediliyor. (bu entrydeki iddialar hakkinda oldukca supheci olsam da: (bkz: koko/#2167025)) (bkz: http://en.wikipedia.org/wiki/koko_(gorilla))

    nim chimpsky adli bir sempanzeye oldukca titiz bir calisma ile isaret dili ogretildi. 4 yil sonra 125 isaret biliyordu ve iki yil icinde iki isaretten olusan 20.000 "cumle" kurdugu kayitlara gecildi. kisa zaman icinde nim'in bundan ileri gidemeyecegi anlasildi. az sayidaki uc isaretli cumleleri hicbir zaman yeni bilgi vermiyordu: play me nim, gibi. en uzun cok isaretli cumlesi suydu: give orange me give eat orange me eat orange give me eat orange give me you. diger cok isaretli ornekler: "nim eat nim eat", "drink eat me nim", "me eat me eat", "you me banana me banana you". acik oldugu uzere bu cumlelerdeki isaretlerin cogu gereksiz ve bu cumleler dil ogrenen cocuklarin ilk cumlelerine benzemiyor.

    nim ile ilgili bir baska ilginc durum da, isaretle konusmasinin genelde bakicilari tarafindan motive edilmis oldugudur. nim'in cumlelerinden sadece %12'si kendiliginden ortaya cikmistir (spontane degildir) ve isaretlerinin %40'i bakicisinin isaretlerinin tekraridir. bu noktada bir durup nim'i dil ogrenen cocuklarla karsilastiralim. cocuklar buyudukce buyuklerini taklit etmeleri azalir, cumle uzunlugu ve karmasikligi artar, ayni zamanda dil kullaniminda daha yaratici olmaya baslarlar. bu durumlarin hicbiri nim icin gecerli degildi. (bkz: http://en.wikipedia.org/wiki/nim_chimpsky)

    en ilginc vakaya, yani kanzi isimli erkek bonobo'ya geldik. inaniliyor ki kanzi isaret dilini ogrenmenin yaninda iki yasindaki bir cocugun gramer kabiliyetine erismisti. isaretleri birlestirerek daha once hic gormedigi durumlarla ilgili yorum yapabilmekteydi. buna ek olarak arzularini isaretlere dokebilmekteydi. bununla ilgili cok ilginc ornekler var; daha sonra yazma niyetindeyim. (bkz: http://en.wikipedia.org/wiki/kanzi)

    buraya kadar primatlarin yapabildiklerinden bahsettim. simdi de bu etkileyici performansin neden hala primatlarin insan diline vakif olabilecekleri tezi hakkinda supheci olmamizi gerektirdiginden bahsedeyim.

    insan dilinin bazi ozellikleri:

    1) ozyineleme (recursion): insan dillerindeki cumle sayisi sinirsizdir! bu basta cok da onemli gelmeyebilir, ancak bu ozellik insan dilini diger butun dogal iletisim sistemlerinden ayirmaktadir. chomsky'ye gore insan dilinin en onemli ve essiz ozelligi "ozyineleme"dir. bu ozellik bir dogal dili bilen herkese sinirli sayida elemanla sinirsiz anlamli cumle kurma olanagi vermektedir. ornegin:

    "babamin babasinin babasinin babasinin babasinin babasinin............ babasi"

    bu orguyu sonsuza kadar tekrarlayabilirsiniz ve her tekrar anlamli bir butun olusturur. genelde sikildigimiz ya da nefesimiz kesildi icin pratikte sonsuz cumle diye birsey yoktur, ancak onemli olan insanlarin bu kapasiteye sahip olmalaridir. ozyinelemeye baska bir ornek:

    "denizin kiyisindaki ormanin icindeki agacin altindaki kayanin yanindaki....................karinca"

    su anki bilgimize gore hic bir hayvan bu sekilde ozyineleme yapamamaktadir. kuslarin ve balinalarin bazi sarkilarinda bu tarz yapilar oldugu iddia edilse de bu iddialara cok sayida karsi arguman vardir. iddia edilebilir ki hayvan dillerini insan dilinden ayiran en onemli ozellik budur. her ne kadar vervet maymunlarinin cesitli durumlar icin farkli sinyalleri olsa da, bu sinyalleri ozyineleme kullanarak yeni bir sinyal olusturduklari gorulmemistir. halbuki insan dillerinin yaratici kullanimiyla daha once bu dunyada hic soylenmemis bir cumle kurmaniz prensipte mumkundur.

    tekrarliyorum: ozyineleme insan dilleri ve hayvan dilleri arasindaki en buyuk ve en onemli farktir. henuz ozyineleme iceren bir hayvan dili gorulmemistir. ozyineleme kullanarak bir cumle olusturabilen hayvan gorulmemistir. bunlarin gorulmesi halinde hayvanlarin insan dilini ogrenemeyecegi tezine en agir darbe vurulmus olur (ayrica chomskyan dil anlayisi coker).

    (ozyineleme matematik icin de oldukca onemli bir kavramdir. hayvanlarin aritmetik konusunda sinirli yetenegi olmasi da ozyinelemenin olmayisina baglanmaktadir. ornegin bir primat 5'e kadar olan sayilari ogrenebilir ancak bu sayilarin primat icin temsil edilis bicimi bir cocuktan oldukca farklidir. primat icin sayilar birbirlerinden ayri ve sinirlidir. "sayi dogrusu" kavramini ogrenmis bir cocuk icin ise sayilar hem birbirlerine baglidir hem de ust siniri yoktur.)

    2) karmasik sozdizim: insan dilleri cok sayida karmasik sozdizim kurali icerir. bir cumledeki elemanlar birlestirip bozulabilir, cumle icinde hareket edebilir, cumlenin sonundaki elemanin cumlenin basindaki elemana bagli olmasi gibi durumlar olabilir. soru cumlelerinde harekete basit bir ornek:

    "duygu bought a book"

    "what did duygu buy?"

    hicbir hayvan dilinde insan dilindeki sozdizimsel karmasikligin eseri yoktur.

    3) hiyerarsi: insan dillerinde cumleler hiyerarsik yapilar olusturur. oyle ki, bu yapilarin nasil olusturuldugu cumlenin anlamini degistirebilir. su cumleye bakalim:

    "yapay koyun tuyleri insan sagligina zararlidir"

    bu cumlenin iki okumasi olabilir. sagliga zararli olan yapay koyunlarin tuyleri ya da koyunlarin yapay tuyleri olabilir. bu iki okumanin farkli sozdizimsel yapisi vardir. birinde "yapay koyun" birliktedir, buna "tuy" eklenir, digerinde "koyun tuyleri" birliktedir, basina "yapay" eklenir. yani bu cumle iki farkli durumu ifade etmek icin kullanilabilir ancak iki cumle de gorunurde ayni olacaktir. "gorunurde" diyorum cunku bu iki cumlenin sozdizimsel yapilari farklidir; aslinda farkli cumlelerdir (farkli onermelere karsilik gelirler).

    saniyorum buna benzer bazi basit yapilari hayvanlarin olusturabilmesi gibi bir durum var, ancak bu basit ornek insan dilindeki karmasik hiyerarsiye biraz haksizlik ediyor. bu yazinin icinde bile cok daha karmasik yapilar var kesinlikle ve okurken efor sarfetmeden bunlari cozdunuz. hayvanlarin bunu yapabildigi durumlar cok enderdir.

    4) kendiligindenlik: hayvanlarin performansina sasirirken genelde atladigimiz bir nokta su: bu hayvanlar bu performansi gosterebilmek icin aylar suren zorlu egitimlerden gecmekteler. dil ogrenen bir cocugun aksine hayvanlar "egitiliyorlar" (ilk dilini ogrenen bebeklerin egitildikleri tezi oldukca zayif bir tez. ebeveynler sistematik bir sekilde bebeklerin/cocuklarin hatalarini duzeltmiyor. dil cocuklar tarafindan "ediniliyor", "ogrenilmiyor"). hayvanlar cocuklarina isaret dilini ogretmiyor ve kendi aralarinda konusmuyorlar. bir insansa dil ogrendigi anda bir anlamda bir patlama yasiyor. surekli konusuyor ve dili yaratici bir sekilde kullanma egilimi gosteriyor. bu tur olaylar ornegin isaret dilini bilen hayvanlarda gerceklesmiyor.

    (bunun digerlerine gore daha onemsiz bir fark olduguna inaniyorum. hayvanlarin dili bu sekilde kullanmamasinin pekala baska sebepleri olabilir. kendiligindenlik, tek basina hayvanlarin insan dilini ogrenemeyecegi anlamina gelemez diye dusunuyorum. yine de insanin dil kullanimi ve hayvanin dil kullanimi arasinda onemli bir farka isaret ediyor.)

    sonuc: insanlarla hayvanlar arasindaki farklari (aslinda bu ifade bile oldukca komik, insan hayvan degil de nedir?) degerlendirme siklikla insan merkezcilige ve sovenizme yol acabiliyor. "hayvanlarin zihni yoktur", "hayvanlarin bilinci yoktur" gibi onermelere oldukca uzagim. cogu hayvanin zihni olduguna neredeyse eminim, bazilarinda da bilinc olduguna inaniyorum. ayrica descartes ve teistik dinlerin etkisi sonucu hayvanlari "asagi" goren, ruhlari olamayacagina inanan, makina gibi olduklarini dusunen geleneklerin kesinlikle karsisindayim. bunlari soyluyorum cunku "hayvanlar insan diline sahip olamaz" demeye getirecegim ancak bunu bu saydigim dusunce kaliplari icinde yapmadigimi soylemek istiyorum.

    hayvanlarin, ozellikle primatlarin dil konusunda gosterdikleri performans kesinlikle etkileyici ve bu konunun insan dili, insan zihni, hayvan zihni gibi konularda anlayisimizi genisletecegine inaniyorum. bu sayede evrenin bizim icin henuz oldukca karanlik olan bir bolumunu (zihin) kismen de olsa aydinlatmis olacagiz.

    yine de bu bulgular gosteriyor ki insanin dil kabiliyeti, hayvanlarin dil kabiliyetinden oldukca farkli. eger dilden herhangi bir iletisim sistemini anliyorsaniz evet, hayvanlar dile sahiptir. ama insan dilinin baska hicbir dogal iletisim sistemiyle benzerlik gostermeyen ozelliklerini dusundugumuzde bence daha ilginc olan soru su: hayvanlar insan diline vakif olabilir mi? bugune kadarki bulgular isiginda bu soruya verebilecegimiz cevap ise "hayir". hayir, cunku insan dilinin kendine ozgu bazi ozellikleri var, oyle ki bu ozellikleri cikardiginizda dil, dil olmaktan cikar. ve oyle gorunuyor ki hayvanlar bu ozelliklere vakif olamiyorlar. her ne kadar koko'nun yuzuk icin "parmak bilezigi" demis olmasi oldukca etkileyici olsa da, bir hayvan "dun beni gormedigin icin sana kizginim" ya da "golun yanindaki agacin altindaki tasa gidelim" demedigi surece hayvanlar insan dilini anlayabilirler/konusabilirler diyemeyiz.

    ha belki ilerleyen yillarda dil ile ilgili anlayisimiz gelisir, chomsky paradigmasinin disina cikariz, bazi hayvanlarin ozyineleme yapabildikleri ortaya cikar, o zaman bu tezi tekrar degerlendirmemiz gerekir.

    kaynaklar:
    fromkin, rodman, hyams; an introduction to language (2007)
    stephan, achim; "animal concepts" (1998)

    (bkz: akilli hans etkisi)
  • "joni, gua, viki, washoe,
    sarah, lana, koko, nim,
    more than apes yet not quite human,
    emulating seraphim."

    -thomas sebeok, "apespeak"
  • primatların belirli amaçlar için belirli ses mesajlarını tutarlı bir şekilde kullandıkları anlaşıldığında bilim dünyasında büyük bir heyecanın yeşerdiğini tahmin ediyorum... insan olma yalnızlığı, başımızın belası...

    bu heyecanla, bebek şempanze ve gorillerin insan dilini öğrenebilmesi için çalışmalar yapılmaya başlanmış. kimisini ciddi ciddi ingilizce konuşturmaya, kimisine uluslararası işaret dilini öğretmeye, kimisiyle de farklı bir sembol dili ile iletişim kurmaya çalışmışlar. ancak bu türler arası iletişimin kurulması çabasında her ne kadar iyiniyetli olunsa da, acemilik ve algıda seçicilikten kaynaklandığını söyleyebileceğimiz yorumlar çıkmış ortaya. hayvan eğitimcilerinin pek çoğunun dilbilimle uzaktan yakından alakalı olmadığını, hayvanla iletişimde "lütfen" anlamına gelen semboller kullanmalarından bile çıkarsayabiliriz. hadi buna acemilik diyelim; ama eğitimcilerin ellerindeki çalışma kayıtlarını diğer araştırmacılarla paylaşmaya yanaşmamalarına ne diyeceğiz? primatlarda dil kabiliyeti ile ilgili yayınların bir dönem boyunca yalnızca hayvanları eğiten kişilerin elinden çıkması, diğer disiplinlerden gelen eleştirilerin göz ardı edilmesi ve televizyonlarda yapılan şovlarla araştırma safhası tamamlanmamış bir konunun halka mal edilmesi bilimsellikten epey uzak bir çerçeve çizmiş.

    hayvanlarla büyük bir duygusal bağ kuran araştırmacıların onların sesleri doğru çıkaramasa bile dilsel bir iletişim kurduklarına gönülden inanmaları sağduyudan sapan yargılara varmalarına da sebep olmuş. şempanze parmağını ağzına götürdüğünde "yemek" istediği sonucuna varıp ona yemek verenler, kaşındığında, bunun "kaşınmak" anlamına gelen bir işaret olduğunu düşünenler, neler neler... hatta o dönemde araştırmalara katılan işitme engelli bir araştırmacı, şempanzenin el hareketlerine bir türlü anlam veremediğini, bu sebeple işaretler listesine veri giremediğini, ama diğer araştırmacıların her hareketi bir anlamla ilişkilendirdiğini, hatta kendisini tembellik etmekle itham ettiklerini anlatıyor.

    insan dilinin küçük birimlerden kombinasyonel bir tarzda işleyen üretim kurallarıyla daha büyük birimler elde edebilen, bu birimleri gramatik bir yapı içinde yine kombinasyonel olarak düzenleyebilen, bu sayede sonsuz sayıda anlamlı cümleler kurmasına olanak sağlayan özelliklerinin yanında primat iletişim sisteminin pek de yapısallık gösteremeyen nitelikleri, iki iletişim sisteminin gerçekten de çok farklı olduğu izlenimini veriyor. oysa gönül isterdi ki "aşk bu mu, sevda bu mu, hayat bu mu? kalp acı, dünya hüzün, gözyaşı dolu" desin bana bir şempanze; sonra bir rakı açıp dertleşelim beraber...

    kaynak:
    steven pinker, the language instinct
  • insanları hayvanlarla aynı kökende görmek ve 'bu dünyadan, bu maddeden azade bir ruh' inanışını reddedip insanı tamamen bu dünyanın bir parçası olarak telakki etmek insanoğluna hep zor gelmiştir. oysa bütün işaretler gösteriyor ki, insanlık, tam da bu dünyanın dinamiklerinin eseridir; kendini kopyalayabilen moleküllerden başlayan serüveni onu bugüne getirmiştir. bu sürecin yapısı artan araştırmalarla gitgide daha net bir şekilde anlaşılabilir hale geliyor. primatlarla olan yapısal benzerliklerimiz çok fazla örneğin; neredeyse hepimiz aynı organlara sahibiz. bununla beraber diğer memelilerle de yüksek bir benzeşim içindeyiz, memelilerden omurgalılar kümesine açılınca kümenin diğer üyeleriyle benzerliğimiz biraz daha düşüyor, bitkilerle hiç benzemiyor gibiyiz, tek hücrelilerle ise neredeyse hiçbir ortak yönümüz yok gibi görünüyor. gelgelelim, tek hücreli canlılarla bile büyük bir ortak payda altında buluşuyoruz. biz de hücrelerden oluşuyoruz ve hücrelerimizin temel çalışma prensipleri aşağı yukarı aynı. sonuçta dünyadaki bütün canlılar olarak akrabayız.

    bu ışık altında, insanı dünyadan ayrı bir canlı olarak görme eğiliminin altında yatan ne olabilir? kanımca, bu anlayışın beslendiği ana kaynaklardan birisi de dildir. "bitkiler arasında bir iletişim yok, hayvanlar ise ancak birkaç temel mesajı aktarabiliyorlar aralarında; insan diline benzer bir sisteme hiçbir canlıda rastlamıyoruz; o halde insanın bir ayağı bu dünyaya ait olmayan, ruhani bir kökeni de olmalı" şeklindeki bir akıl yürütme gerçekten de hatasız görünüyor. oysa aynı usavurumu kullanarak filler de kendilerinin evrim ağacının dışında kaldıklarını iddia edebilirlerdi, diyor steven pinker. zira fil hortumu, dünyada yalnızca file has bir organ; filin evrim ağacındaki en yakın akrabalarında bile fil hortumuna benzer bir organ görülmüyor. yalnızca kaba benzeşimler sözkonusu.

    birçok türde diğerlerinde bulunmayan, sadece kendine has organlar bulunabileceğine göre, canlılığın açıklanmasında evrim teorisini çöpe mi atacağız? bunu düşünüyorsak, evrimi tamamen yanlış anlıyoruz demektir. aklımızda tutmamız gereken, üreme sürecinde bir türün birbirine benzemeyen farklı türlere, bazen de tamamen kendine has özellikler taşıyan dallara ayrışabileceğidir. öyle olmasa tüm türleri ortak kökenlere bağlamak zaten mümkün olmazdı, değil mi?

    bu bakımdan, insandaki dil kabiliyetinin primatlarda görülememesi, insanın evrimdışı olduğu sonucuna götüremez bizi. bununla beraber, dil algılama ve konuşmada etkin olduğu bilinen broca wernicke bölgeleri diğer primatlarda da mevcut. öyle ki, bu bölgelerin beyindeki asimetrik pozisyonları bile insan ile diğer primatlarlarda ortak. beynin bu kısımlarının hasar görmesi durumunda ortaya çıkan dil problemlerine bakılırsa (bkz: broca afazisi), (bkz: wernicke afazisi), beynin aynı zamanda bir dil organı olduğu sonucuna varabiliriz. bu bölgeler diğer primatlarda da mevcut ise, "dilin evrimsel kopukluğu" gibi bir teori epeyce zeminsiz kalıyor.

    o halde neden diğer canlılar insan gibi konuşamıyorlar? fillerin neden kendilerine has hortumları varsa o yüzden: gıcıklığına.
  • (bkz: are you sex?)
  • hayvanları hafife alıyoruz. özellikle hayvanları değerlendirirken onları kendimize göre kıyaslıyoruz dolayısıyla onları başarısız buluyoruz. antroposentrik kendini beğenmişlik mi dersiniz size kalmış. hayvanları değerlendirirken kendi kapasitelerine göre değerlendirmeliyiz.

    "odd that our measures of animal intelligence are often tests for what we do best, rather than tests for what they do best."

    "ilginçtir ki, hayvanların zekasıyla ilgili yaptığımız testlerde izlediğimiz kıyas yöntemi, onların ne konuda iyi oldukları ile değil bizim ne konuda iyi olduğumuzla yapılıyor."

    - neil degrasse tyson

    zeki insanlar olduğu gibi ortalama zekaya sahip insanlar da var. hayvanlarda da durum böyledir bir hayvan kendi türündeki diğer hayvanlara kıyasla daha zeki olabilir ve insan dilini daha kolay anlayabilir.

    insanlarda konuşma ile ilgili bağlantılı bir gen var: foxp2. bir ailedeki hemen hemen bütün bireylerin (belki de tümü) bir konuşma bozukluğuna sahipmiş. aile bireylerinin genomuna bakmışlar ve foxp2 geninde bir mutasyon olduğu saptanmış.

    daha sonra bu gen insanın en yakın kuzeni olan şempanzelerde bulunan versiyonuyla kıyaslanmış. aradaki fark 2 aminoasitlik bir farkmış! yani bu gen insanlardaki versiyonuyla hemen hemen aynı. bu genin bağırsakta ve beyinde bir takım fonksiyonları var beyindeki fonksiyonu öğrenme ve hafızada rol oynayan nöroplastisiteyi etkiliyor olması. fark iki aminoasit olmasına rağmen fenotipte büyük etkileri olmuş; ailedeki bireyler bu proteindeki mutasyonlar yüzünden konuşamıyor.

    insandaki versiyonuyla şempanzelerdeki versiyonu aynı olsaydı yine de şempanzeler konuşamazdı ama belki insan dillerini daha iyi anlayabilirlerdi.

    ilk entry'de de belirtildiği üzere, primatların insanınki gibi bir dil geliştirmesi için önünde evrimsel olarak çok uzun bir yol var. gırtlak-dil yapısı,çene yapısı, beyin yapısında büyük değişikliklerin gerçekleşmesi lazım.

    ilk entry'de bahsi geçen koko isimli goril ile bir deneyde koko'ya bakıcısıyla bir telefon görüşmesi yaptırılmış. hayvanlar telefon görüşmesi yapamaz çünkü telefon görüşmesi soyut bir iletişimdir. konuşan kişiyi göremezsiniz. hayvanlar göremedikleri canlıların varlığından haberdar olamıyormuş çünkü hayvanların algısında fiziksel dünya katmanı var, insanlarda ise fiziksel olmayan bir katman daha var. bu konuya sapiens a brief history of humankind isimli kitapta değiniliyor. bütün bu faktörlere rağmen koko bu görüşmeyi yapabilmiş. kontrol grubundaki diğer goriller ise bunu başaramamış. koko'nun genomuyla ilgili bir araştırma yapıldı mı bilmiyorum ancak kendisinin genetik bir harika olabileceğini düşünüyorum.

    kısacası insanlardaki dil kapasitesinin primatlarda bulunması mümkün değil, arada 8milyon yıl boyunca karışmamış bir gen havuzu söz konusu. bu süreçte insan beyni o kadar değişti ki -özellikle de cinsel seçilim sayesinde- insan beyninin spesifik bölümleri zamanla değişti. insanlar çok hızlı bir şekilde evrimleşmiştir, haliyle beynimiz de çok kısa bir süre içinde farklılaştı.

    dawkins, bu konuya unweaving the rainbow isimli kitabında değiniyor.

    dawkins'e göre insan beyninin büyümesi bilindik faktörlerin yanı sıra harita okuma yeteneğinden geliyor. harita okurken soyutluk ve sembolizm kullanmış oluyoruz. hayvanların soyut olan veya göremedikleri şeyleri hayal etmeleri mümkün olmayabilir. bu yüzden de onlara karmaşık cümleler kullanarak bir şeyler anlatsak dahi beyinlerinde bunlardan sorumlu kısımlar bizimle aynı seçilim baskısına maruz kalmadığı için bizi anlayamazlar.

    dawkins'e göre harita okumanın yanı sıra atış yapma yeteneğimizin de evrimsel sonuçları olmuş olabilir. avcı-toplayıcı insanların ete erişebilmek için taş/mızrak gibi nesneleri atmak konusunda ustalaşması gerekmiştir. atış yapmak zorlu bir süreçtir çünkü elinizi ne zaman serbest bırakmanız gerektiğini, açıyı, hızı vs. gözönünde bulundurmanız gereken birçok faktör vardır. bütün bunlar yüksek bir hesaplama yetisi gerektirir.

    bu hesaplama yetisi insanların kompleks cümleleri, sosyal etkileşimleri anlamasını kolaylaştırmış, hafızamızı daha etkin bir şekilde kullanmamızı sağlamamız için seçilim baskısı oluşturup dillerin gelişiminin önünü açmış olabilir.

    atış yapmaktan bahsetmişken, konuşmak da bir atış yapmak değil midir? konuşurken ağzımızdan kelimeleri çevremize atarız, hedef ise kime konuşuyorsak onun kulaklarıdır. birbiriyle dil yoluyla iletişim kurmaya çalışan ilkel insanlar kendi aralarında çok primitif bir dil geliştirmiş olabilirler. özellikle de habilis ve erectus gibi atalarımızın bile henüz gırtlak yapısı tam gelişmemişken, çıkarabilecekleri seslerin sınırlı olacağını gözönünde bulundurmalıyız. bu bahsettiğim primitif dili algılayamayan insanlar ise sosyal anlaşmazlıklar sonucunda öldürülmüş veya dışlanmış olabilir. aynı şekilde birbiriyle iletişim kurabilmek kurabilenler için bir avantaj sağlayıp, genlerini daha hızlı yaymalarını da sağlamış olabilir.
  • sanılanın aksine sorun ses tellerinde veya anatomik yapılarında değil beyindedir.

    http://medienportal.univie.ac.at/…monkeywymm_02.wav

    "will you marry me?"

    makak maymunlarını inceleyen bilim insanları bilgisayar ortamında hazırlanan bu çalışmada bunu net bir şekilde göstermişlerdir.

    kaynak: evrim ağacı
hesabın var mı? giriş yap