• edip cansever'in 1985'te yayınladığı bir şiir kitabı. kitabın sera oteli başlıklı bölümünün bir özelliği de, oraya buraya serpiştirilmiş birtakım boş bkzlar barındırmasıdır. bu bkzlar sırasıyla aşağıdaki gibidir:

    (bkz: belirsizliğin iki ucu)
    (bkz: bir otelin ayak izleri)
    (bkz: yalınlığın dokusu)
    (bkz: bir fotoğrafın görüm noktaları)
    (bkz: sıfırıncı çekim)
    (bkz: sevginin yanılsaması)
    (bkz: yalnızlığın iki sekansı)

    herbiri doldurulasıdır.
  • edip cansever şiirinin doruğu denebilecek bir kitap olmakla birlikte, edip cansever şiirinin bütününün bir doruk olduğu düşünülürse o doruktaki irice kayalardan birinden fışkıran bir sap karanfil olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az misali serpiştirdiği "boş" bakınızlar, şair biraz daha yaşasaydı kallavi birer kitaba dönüşürlerdi diye düşündürüyor.
    biçimsel olarak, tragedyalar, ben ruhi bey nasılım ve bezik oynayan kadınlar'ın bir sentezi izlenimini uyandırır.
  • “dışarı çıkmadık, çünkü hep dışarıdaydık
    içeri girmedik, çünkü hep içerdeydik
    bir oteldik ki hepimiz
    öylece otel kaldık”*
  • "oteller kenti'nde yalnızca insanlar insanlara yaklaşıp kopmuyor. onların yedeğinde nesneler de aynı işlemi sürdürüyorlar.
    üçüncü bölümdeki üç kavas, zaman kavramını ortadan kaldırmakla görevli. acılarını iyi tanıyan bayan sara ise, cin kadehlerinin eşliğinde değişik bir orkestraya katılıyor; "dişi bir isa gibi" kendi kendini yaşama ya da ölüme çeviriyor. doğrusu iyi bilmiyorum, yaşama mı, ölüme mi? bütün bildiğim bilemediklerimden sızan bir kan gibi kitabı kendi rengine boyuyor."*
  • oteller kenti üzerine salah birsel'den güzel bir analiz:

    "...
    edip'e göre dünya koskoca, uçsuz bucaksız, aynak oynak bir oteldir. insanlar da oteldir. bir otel odasında, odaların soluk alıp verişlerine yüreklerini uydurmuşlardır. bir uzaklık, yakınlık hesabı içinde bıkmadan, usanmadan ayak değiştirirler. iki kişiyseler karşılıklı oturuyorlardır. çünkü herkes, herkes gibi karşılıklıdır.

    ay ve ey, şairimiz de bu otelin terasındadır. ona ilk baktığınızda sırtını dönmüş, bir kağıda bir şeyler karaladığını sanırsınız ama o yazmaz, dizelerini tüm belleğine geçirir. fotografisi de bir sandviçle bir bira ısmarladığı yani bir devinim tersliğine tosladığı anda çekilmiştir. yaşamla dudak dudağa gelmek için şişeyi ağzına götürüp biradan bir yudum çekmiş, sonra da bardağa dökerek içmiştir. böylece iki tad duygusunu ilkin birbirine karıştırmış, sonra da ayırmıştır. ve de yaşlı garsona bu kez: "bana bir votka" demiştir. ne ki bu, çokluk cindir. adamakıllı cindir. ve de nota yaprakları çevrilir gibi içilir:

    çok uzun bir cin, tekdüze bir cin
    bolerolu bir cin -ravel'in bolerosu-
    eski sözler, yeni sözler bolero'ya
    böylesi ne iyi -iyi misiniz?-
    yaşam ne iyi, ha ha ha.

    "sera oteli"ne şıpı şıpı bir yaşam felsefesi gözüyle bakılmalıdır. kitabın ilk şiirinde bile yaşamın zamansız bir şaka olduğu fıslanmıştır. ya da insanları kanadı altına alan bir gökpapatyaya benzetilmiştir. "bahar sezgisi"nde ise batmanın gölgesi diye tanımlanır. bir güvercinin, boşluğu cennet gibi oymasıdır bir bakıma da. ya da anılardır, yani her şey, her şey ve hiçbir şey.

    edip, yaşamı bir yaz mevsimi de sayar. evet yaşam giysiler, şapkalar, eldivenler, mayolar, deniz toplarıdır. camgöbeği bir bluz giymiş, saçları alagarson, esmer bir kızdır. uyy, yaşam sadece bunlar da değildir. o aynı zamanda gülen aslandır. yaban yaseminleri, orkideler, açelyalar, sarı salkımlar, fulyalar, güneş gülleri yani, doğanın kanatsız kuşlarıdır.

    yaşam her şeyden önce de sevgidir. gelgelelim, insanları sevgiyi sevgiyle yıktıklarına inanır edip. ona göre aşk birlikte yaşamak, yaşamı birlikte süslemektir. büyük aşklar ise sevmemenin içgüdüsel bir çılgınlığıdır. bir de var ki, aşklar birbirlerine benzediği zaman varolurlar. şiirde yaşamın bir orkestra olduğu da açıklanır. en önde borazanlar, daha arkada yaylı ve nefesli sazlar, gitarlar, obualar, ziller. açık kalmış bir piyanodan yükselen sol la si do sesleri de mutluluğu bütünler.

    piyano motifi "phoneix oteli"nde çıkar ortaya. otelin bahçesinde, çimenler üzerine bir piyano kondurmuşlardır. her gün otel müşterilerinden biri çalar. yalnız piyanonun sesi kolay kolay duyulamıyordur. çünkü çalanlar, çalarken besteliyorlardır. ilkin yepyeni bir müzik yaratıyorlar, sonra da o müzik onları yaratıyordur. konser bitince de piyanist olsun, dinleyiciler olsun, yeniden yaratıldıklarına inandıklarından, otele cambıl cambıl dönüyorlardır.

    sera oteli'nin kavası ise yaşamı bir flavta eşliğinde başka bir flavta sanmaktadır.

    flavta flavta flavta
    bir tını olsun yok mu

    sonunda edip vişne bahçesi'nin o 87 yaşındaki pimpirik uşağı firs'e çağrı çıkarmak zorunda kalır. o da tin tin yaklaşıp: "gittiler, beni unuttular. işte yaşam geldi geçti. sanki hiç yaşamamış gibiyim," der. şu var ki edip de, ona yardımcı olmak için bir takım adamların kır yolları sandığı, bir dudağı yerde bir dudağı gökte yalnızlığın örtüsünü kaldırır ve şu sözlerin önünü açar:

    - yaşam boşluğa takılmış bir tenis topudur. boşluğa ve zamansızlığa takılmış ve öylece kalmıştır."

    gül dönüyor avucumda
  • normal baskı, pdf veya epub versiyonlarının hiçbirini temin edemediğim edip cansever'in 1985'te yayınlanan şiir kitabı.
  • (bkz: otel oteli/#80346956)

    (bkz: eros oteli/#80347126)
    "izliyor gözleriyle kış bahçesinden
    üç balkonlu fıskiyeden akıtarak bakışlarını
    gererek kamburunu ve
    gülümseyerek
    selamlıyor gelenleri uzaktan: buyurun.
    hoş geldiniz eros ülkesinin kutsal evine."

    (bkz: sera oteli/#80347326)
    "dışarı çıkmadık, çünkü hep dışardaydık
    içeri girmedik, çünkü hep içerdeydik
    bir oteldik ki hepimiz
    öylece otel kaldık."

    (bkz: phoenix oteli/#80475787)
    "karşılıklı sevginin özgürlükle de, bağlılıkla da hiçbir ilgisi yoktur. sevgi demek çelişki demektir. denge bozulmalı, çelişkiler altüst etmeli her şeyi. gruşenka ile dimitriy'i anımsayın. çelişkiler ayırdı onları, çelişkiler birleştirdi sonunda. mutluluk sürüp giden çelişkilerdir. "

    (bkz: phoenix oteli/#80475893)
    "rüyalarda kendimizi oynarız hep. siyah-beyaz, bazen de renkli bir kamera tarafından sürekli olarak çekilir ve günlük yaşama aktarılırız sanki. oysa gerçek yaşam ikiye böler bizi. ikiye, üçe, çok daha fazlaya kimi zaman da. çelişkiler, çelişkiler.. bir türlü bırakmaz ki yakamızı."
  • sanki bir akvaryumun içinde

    yapayalnız kaldım da ben

    yanımda başka akvaryumlar ve

    içinde başka birileri

    (...)

    hepimiz az çok kımıldanıyorduk çünkü

    hepimiz ağzımızı açıyorduk arada

    bir sesi dışından olsun yakalamak için

    ama nafile

    yoktu ses
  • [yıllar önce o çok yanlış yorumlanan "mısra işlevini yitirdi" saptamasının çeşitli açılımlarını deniyor. oteller kenti'nin saydam dünyasında belki de yalnızca içtikleri içkilerin farklılığıyla farklılaşan kişiler var.] tomris uyar - kitapla direniş
  • kitabını okumak dışında kitaptaki şiirlerden düzenlenerek oluşturulmuş oyunu dün kadıköy müze gazhanede izledim. oyuncuların performansını beğenmekle birlikte ne yalan söyleyeyim biraz uykum geldi.*

    tüm oyuncuların ve ekibin emeklerine sağlık ama, uyuklama isteği tamamen benim öküzlüğüm.*

    ayrıca şunu yazmasam olmaz;

    yırtılmış bir tenis topu olmalıyım
    diye yineledim bu sabah
    pespembe hamağıma uzanarak
    ve pespembe kendime
    uzanarak bir yabancı gibi
    ve dünyanın bütün yönlerini
    ve dünyanın bütün vakitlerini
    aynı anda ve birden
    gören ben
    birde dedim ki
    yırtılmış bir tenis topu da olsam
    ne çıkar
    çünkü ben
    gene de
    yusyuvarlak bir yaratığım
    önce bir söz yuvarlağıyım. sonra
    ağzımla gözlerimle göğüslerimle
    omuzlarımla ve kalçalarımla
    ve topuklarımla ve karnımla
    ve dizkapaklarımla ve oyluklarımla
    her yanımla, ama her yanımla
    ufuksuz bir dünyayla örtünmüşüm de sanki
    bir sürü yuvarlaktan oluşmuş
    yusyuvarlak bir yaratığım.

    edip cansever.

    böyle bir şiiri kim yazabiliyor şimdi? şahane.
hesabın var mı? giriş yap