• 30 for 30 serisinden, ilk bolumu 11 haziran'da yayinlanan, toplam 5 bolumluk, bir o.j. simpson belgeseli. yonetmen ezra edelman.

    bi de bu var belki seversiniz:

    (bkz: american crime story the people v. o.j. simpson)
  • bu film saatlerce heyecanla wikipedia okumak gibi.. o.j. simpson davasi basligini okurken yazida adi gecen bir kisiyi, bir olayi yan sayfalarda acmaya baslamissiniz, su neymis bu neymis derken abd'nin 70ler sonrasi irkcilik sorunlariyla ilgili herseyi ogrenmissiniz gibi. altyazi.org'un kapanmasiyla birlikte artik turkce altyazisi gelir mi bilmiyorum ama gercek suc hikayelerine ve konuya ilgiliyseniz ingilizce altyazisini edinerek seyredin derim.
  • cok uzun bir belgesel tatmin edici, ayrintili bir belgesel. olaylari yillar sonra her iki tarafin da bakis acisi, arka planinda olan olaylari, kisilerin aklindan gecenleri etkileyen seyleri anlatarak acikliyorlar. o. j. simpson'i liseden alip 2008'deki mahkumiyetine kadar getiriyor. 10 uzerinden 10.
  • 89. oscar ödül töreninde en iyi belgesel dalında oscar kazanan yapım.
  • zannediyorum ki malum ortamlardan izlemek mümkün değil şuan ya da ben bulamadım. böyle bir davayı belgesel tadında izlemek hoş olurdu oysa ki.
  • “etkileyici bir otobiyografi yazmak istiyorsan hayatında büyük trajediler olmalı.” o.j. simpson

    inanılmaz bir hikaye ve sadece bir insan portresinin anlatımı değil, neredeyse 8 saatlik bir amerikan tragedyası. özellikle amerika yakın tarihine ilgisi olanlar ve suç belgeseli türünü sevenler için ölmeden önce mutlaka seyredilmesi gerekiyor. gözümü bile kırpmadan, nefessiz izledim.

    çocukluğumdan bu yana hemen hemen gördüğüm (özellikle cnbc-e de) her program ve her dizide adına atıfda bulunulan biriydi o.j. simpson. "bu adamın olayı nedir?" "niçin bu kadar sık adı geçiyor?" başlıca sorularımdı ve bir cinayet zanlısının bu denli popüler kültür parçası haline gelmesini ilginç bulurdum. halihazırda "true crime" türünün hastasıyım. üstüne, oldum olası merakımı cezbeden, ama hikayesini azami bildiğim bir figürün detaylı anlatımı ve belgeselin oscar ödüllü olması da eklenince benim için hazine anlamına geliyordu bu. o.j.'nin ne iken ne olduğunu, neye dönüştüğünü adım adım izlemek başlı başına bir deneyim.

    --- spoiler ---

    o.j. tam bir hırs küpü. kariyerine bir idealist olarak başlıyor. daha yolun başında bir amerikan kahramanı olma amacında. ama bunları sadece kendi ismiyle yapmak istiyor. dönemin çalkantılı siyasi olaylarından tamamen azade ediyor kendini. birçok siyahi sporcunun aksine -bu benim davam değil, kariyer hedeflerim var ve hiçbir şey beni yolumdan döndüremez- tavrı takınıyor. böylece tartışmalı duruşunu ortaya koyuyor. ırkdaşlarını mücadelelerinde ve meslektaşlarını boykotlarında desteklememe seçimi o.j.'yi beyaz amerikalıların gönlünde tahta oturtuyor hiç şüphesiz. varoşlarda yoksulluk içinde büyümüş bir afro-amerikalı çocuk olarak, yeteneği sayesinde girdiği beyaz ve elit amerikalıların çoğunluğu oluşturduğu üniversite o.j.'nin kişiliğini bir hayli değiştirmiştir belki de. başarı ve şöhret geldikçe siyahi kimliğini yadsıyor gibidir. bir zenci olarak teninin rengiyle değil, o.j. simpson olarak anılmak, efsaneleşmek istemektedir. basamakları tırmanırken bir ekran figürü, reklam yıldızı ve hatta aktör olmasını da izliyoruz aynı zamanda. çekingen ve toy bir kolej oyuncusundan, özgüveni tavan ve zirveyi görmüş bir amerikan starına dönüşümü inanılmazdır. 60'lardan 70'lere uzanan evrimi göz alıcı.

    o.j.'nin ilk evliliği 2 yaşındaki kızının bir kaza sonucu havuzda boğularak ölmesi sonucu tamamen biter. ikinci evliliğini yaptığı düğünde yeni eşi nicole'u överken biten evliliğine ve eski karısına yaptığı gönderme küçük ama mide bulandırıcıdır. çocuğunun ölümünden annesini suçladığı için ona kızgın olabilir ama hem çocuğunu, hem de evliliğini kaybetmiş bir kadının durumuna üzülmeden edemedim. o.j. beyaz ırktan olan yeni eşi ile ait olduğuna inandığı beyazların dünyasına iyiden iyiye girmiştir artık. 80'li yıllarda, hayatının bu döneminde tv şovu yıldızına ve işadamına dönüşür. el atmadığı dal kalmaz. sonsuz bir kendini ispat çabası. belki maymun iştahlılık, belki ün merakı ya da kabına sığmayan yetenek ve cazibesiyle o.j. dur durak bilmeden yükselişini sürdürdür. ta ki eski karısının cinayetine kadar.

    dindar bir anne ile eşcinsel bir babaya sahip olması o.j.'in maskülen dünyasında kolay hazmedebilecek bir durum olmasa gerek. babasıyla arasında mesafe olduğunu görebiliyoruz. neredeyse hayatında babası hiç yer almıyor. nicole'un günlüklerinde yazdıklarına bakılırsa eşcinsel baba travması o.j.'nin üzerinde çeşitli şekillerde -homofobi- nicole'a karşı şiddete dönüşecek kadar etkilidir.

    ikinci evliliğinde aile içi şiddet gün yüzüne çıkar. nicole simpson, birçok kez polis hattını arayarak acil yardım talebinde bulunur. kocasından yediği dayakları yaralı bereli yüzünün fotoğraflarını çekerek belgelemiştir. öyle görünür ki, o.j.'nin karizmatik ve şeytan tüylü mizacının altında öfke kontrolü olmayan, kıskanç bir adam yatar. geçmişinde şiddet bulunmayan bu adamın 2 çocuğunun annesi olan kadına karşı korkunç öfkesi ve nefretini açıklamaya çalışmak oldukça güç. cinayet mahallinde olanların simülasyonu ve otopsi sonuçlarını gördükten sonra insan "bu adam bu kadını bir gün bile mi sevmemiş?" diyor. nefretin ve vahşetin hudutsuzluğu karşısında dehşete kapılıyorsunuz. ne var ki, canavarca işlenmiş iki cinayet 1992 los angeles ayaklanmasının fitilini ateşleyecek olan olayların etkisiyle şekillenecektir.

    belgesel 20. yy'ın ikinci yarısında amerika'da meydana gelen siyasi olayları merkezde tutuyor. polisin orantısız şiddeti, ırkçılık, ırk savaşları, ayaklanmalar ve los angeles polis departmanı... tüm bu etkenler o.j.'nin hayatında domino etkisi yaratacak kırılmalara mazhar olmaktadırlar.

    o.j. cinayet suçlamasından kaçarken, havada helikopterler, arkasında polis arabaları ve güzergahında toplanıp "o.j.'ye özgürlük!" diye bağıran kalabalıklar eşliğinde ortaya çıkan manzaranın herhangi bir tanımı yok. deli saçması bir durum, ama en nihayetinde gerçek ve bizzat yaşanmakta. belgeselde de denildiği gibi bu olağan bir polis davranışı değildir. simpson siyahi olsaydı böyle bir saçmalık yaşanmaz ve benzer durumlarda yaşananlar gibi yerde tekmeleniyor olurdu. fakat o ırkını ve rengini şöhrete öyle döndürdü ki, arkasında polis konvoyu vardı.

    o.j.'nin polise teslim olmakta diretmesi, nüfuslu biri olmasının ve parasının gücüyle kendine en iyi avukat ordusunu tedarik etmesi kaçınılmazdır. bir intihar tehdidi şovuyla başlayan polis kaçağı macerasının yeniden bir halk kahramanına dönüşmesiyle son bulması ve daha bir yığın peşi sıra gelen saçmalıklarla, tüm bu süreçte her şeyin onun lehinde ilerlemesi hayatın kocaman kozmik bir şakası gibidir. adeta toplu bir akıl tutulması. ama asıl ironik olan, hayatı boyunca hiçbir zaman siyahi hareketin yanında yer almayan, isminin bu olaylarla anılmasından hep kaçınan o.j.'yi, o yalnız bıraktığı halkının desteklemesiydi.

    dönemin siyasi iklimi öylesine bulanıktır ki, bir yandan beyazlar diken üstünde, diğer yandan siyahiler patlamaya hazır bomba gibi ve en olmaması gereken şey olur; mahkeme bir ırk savaşına döner. los angeles polis departmanından detektif mark fuhrman'ın ırkçı olduğunun belgelenmesi o.j.'nin deneyimli avukat timi için davayı istedikleri rüzgarda götürme şansıdır ve bu fırsatı geri çevirmezler.

    sosyo-politik iklimin yarattığı esneklikle ırkçılık kartını ortaya sürmeye kimse engel olamaz. artık meydan o.j. takımına kalmıştır. davaya bir kere "şüphe" düşmüştür bile. cinayet dosyasını yürüten polise duyulan inanç zedelenince güvenin yerini kuşku alır. o.j.'nin aleyhindeki kanıtlar çok ama çok net. onun katil olduğuna bir gram bile şüphe getirmeyecek kadar bariz. fakat ırkçılık kozu suyu bir kere bulandırmaya yetiyor ve davanın seyri tamamen o yönde ilerliyor. ayrıca karşılarında öyle beceriksiz rakipler var ki, onlara avukat demeye bin şahit gerek. cinayet mahallinde bulunan eldiveni o.j.'nin lateks eldivenlerinin üstüne denetecek kadar kafayı sıyırmışlar. böylece o.j. gibi en iyi bildiği iş kameralara oynamak olan bir medya maymunun, o eldivenleri giyerken sergilediği performans elbette ki tarihe geçiyor.

    ırkla tanımlanmayı reddetmesine rağmen onu ipten alan siyahi sivil haklar hareketiydi. kaderin bir cilvesi. beraatten sonra o kendini hep soyutlamaya çalıştığı siyahi toplum örgütleriyle -belki de mecburen- içli dışlı oluyor. evinin duvarlarını beyaz ırktan olan ahbaplarıyla donatan o eski o.j. artık istenmediği beyaz muhitinde oturamaz hale geliyor. tv'ye çıkıp "afrika'ya gitmemi istiyorlar!" diyerek yine ucuzca ırkçılık kartını oynrıyor. başı sıkıştığı an aklına gelen ırkı.

    jürinin siyahi kadın ağırlıklı seçilmesi ayrıca önemlidir. siyahi bir erkeğin beyaz bir kadınla evlenmesi siyahi toplumlarda çok da hoş karşılanan bir şey değil. buna rağmen siyahi kadınlar o.j.'yi desteklemekten kaçınmaz ve suçsuz olduğuna inandıklarını söylerler. belgeselde çoğunlukla siyahi kadınlara uzatılan mikrofonlardan oluşan röportajları gösterilmesini pek hayra alamet bulmadım. altından hiç de iyi şeylerin çıkacağını sanmamakla birlikte, toplu psikanalist okumaya açık olduğunu düşünüyorum.

    2000'li yıllarda o.j.'nin şöhret sevdasının devam ettiği görülüyor. hâlâ birçok insan ondan imza istiyor. ama o ihtişamlı günlerinden çok uzaktadır artık. kurt kocayınca kedilerin maskarası olurmuş misali bir soytarıya dönüştüğünü görüyoruz. gerçekten kaç kişi böyle bir hayat yaşayıp böyle sonlandırır ki?

    --- spoiler ---

    o.j. made in america;

    the jinx the life and deaths of robert durst ve making a murderer ile beraber altın değerinde, lütuf gibi belgeseller.
  • son bölümü öncekilere göre oldukça sönük kalsa da diziye* göre çok daha güzel. ayrıca daha geniş bir zaman dilimini anlatıyor. izlenmesi tavsiye edilir.
  • juri sistemini net bir şekilde bu dizi sayesinde anladım.
  • amerikan tarihinin en ilginç vakalarından o. j. simpsons davasının konu edinildiği 5 bölümlük belgesel. tam bir amerikan trajedisi.
  • o. j. katilinin 1994 'deki akıllara zarar "%100 not guilty" duruşmasını pek güzel anlatan muazzam belgesel...

    bunun 2016 yapımı bir dizisi de var, izlemenizi öneririm. o da enfes.. o.j. karakterinde cuba gooding jr. pek olmamış ancak marcia'yi oynayan sarah paulson muhteşem bir karakter analizi yapmış, önünde saygı ile eğildim..

    belgesele dönersek, bu başlığa nasıl bu kadar az entry girilmiş, onu da anlamadım. çünkü gerçekten ama gerçekten muazzam bir yapım. ezra edelman 'a hayran kaldım bu belgeseli çektiği için. iyiki de çekmiş. amerikan hukuk sisteminin içler acısı halini bizlere gösterdiği için de ayrıca adalet konusunda icime su serpti..

    (bkz: jüri sisteminin yanlışlığı)
    (bkz: türkiye' de olmayan adalet sistemi)

    ezra 'nın annesi de zamaninda afroamerikan bir aktivist imiş.. saygılar.
hesabın var mı? giriş yap