• beekeper, theo angelopoulos'un triology of silence" adını verdiği üçlemenin ikinci filmi ( voyage to cythera(1984), the beekeeper (1986), landscape in the mist(1988) ). eleni karaindrou bu üçleme için yaptığı besteleri ecm'den çıkardığı music for films adlı albümünde topladı (eternity and a day'de beekeper için yaptığı besteler yoktu, music for films'de the beekeper'dan farewell theme, scream, improvisation on farewell and waltz theme,farewell theme ii yer aldı). the beekeper için ana temayı bulan karaindrou, bestesindeki müzik rengini yalnızca jan garbarek'in tamamlayacağını düşündüğü için soundtrackte onunla çalıştı. bu çalışmadan sonra karaindrou ve garbarek antik epidarius tiyatrosunda iki konser verdi. konserden sonra time dergisi'nden michael walsh, karaindrou'yu yunanistan'ın yaşayan en iyi bestecisi olarak tanımladı. the beekeper'daki to vals to gamou ise filmin oyuncusu marcello mastroianni'nin en sevdiği temaydı. albümün en iyi parçalarından biriydi ve yunanistan'da uzun süre dinlendiğine dair yorumlar mevcut.
  • (bkz: arıcı)
  • dorduncu guz film şenliğinde izleme şansı bulduğum, klasik bir angelopulos çalışması. http://www.guzfest.org/?2007&tr&film&43
  • seksenli yillara cakilan son selam. sessizligin ikinci cigligi. aricilar yalnizdir ve birilerini terketmislerdir. ama en cok oldugu "adam" ı terketmislerdir. aricilar arilarin caliskanligina hayran olan tembel ruhlardir. onlarin caliskanliklarini seyrederlerken, kendi tembelliklerini bagislarlar. bunu yasarlarken, cok ama cok önemli birseyi kaybederler: simdiyi... o andan itibaren yasadiklari tek zaman dilimi su olur: sonsuzluk ve bir gün!
  • bu şahane filmin afişindeki marcello mastroianni'nin döndüm kıbleye doğru açtım ellerimi duruşu efsanevidir.
  • spyros'un kamyonetiyle sevdiği kızın bulunduğu restaronın içine girdiği sahnede bir şarkı çalar. evet o müziği arayanlar olabilir. ayrıca bu kızımız hani tek başına bu müzikle dans ediyordu, sonra spyros onu izliyor. şarkı da müthiştir hani...

    julie massino'ya ait olan i'll hit the roads şarkısıdır.
  • gideceği yeri bilen eski nesil yaşlı bir adam ve nereye gittiğini bilmeyen yeni nesil genç bir kadının hikayesi.

    --- spoiler ---

    tiyatrodaki sevişme sahnesinde; genç kadının bir yandan bırak beni diye bağırıken bir yandan ihtiyara sıkı sıkı sarılması, benim de mensubu olduğum yeni kuşağın korkularını özetler niteliktedir.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    rüzgar yüzünden açılmasın diye bütün kovanların kapağına tek tek taşlar koyan spyros, en sonunda yunanistan' ın bir ucundan diğer ucuna götürdüğü bütün arıları serbest bırakır. kovanları parçalar, oradan oraya fırlatır. arılar gelip onu sokmaya başladığında yere yığılır ve o yumruğu... arıları onu sokmaya devam ederken acıya rağmen yere azimle vuran, titreyen o yumruğu bir süre sonra sadece titreyen bir ele dönüşür, ardından da serbest kalmış arıların görüntüsü eşliğinde o müthiş müzik* duyulur.
    işte bu sahne sinema tarihinin pek bilinmeyen ama bilindi mi de en unutulmazı olan sahnelerinden biridir.
    --- spoiler ---
  • -şanslısın. dinle... şarkı gibi, değil mi?
    -nedir o?
    -çiftleşmemiş genç arılar... kraliçe arı olmak isteyen ve balmumundan yapılmış hapishanelerinin kapısını döven bakireler kapıyı kırmaya çalışıyorlar. fakat diğerleri, nöbetçiler dayanarak çatlakları dolduruyorlar.
    -çıkmalarına neden izin vermiyorlar?
    -çünkü arılar sadece kraliçe olarak seçtiklerinin çıkmasına izin verirler. diğerleri ilkinin başına bir şey gelmesi hâli için saklanıyor. bu arada erkek arılar suya gidecekler. üzerimizde biriken işlerini yapıyorlar. onları görebiliyor musun?
    -ne yapıyorlar?
    -kraliçe’yi bekliyorlar. gelecek erkek arılarla dans ederek göğe yükselecek ve bir tanesini seçecek.
    -bu kraliçe'nin dansı mı?
    -bu kraliçe'nin dansı...

    anılarıyla bir adam, suskun. sürekli olarak geçmişin o görkemli hikâyelerinde, toz toprak yaşanmışlıklarında yaşıyor, dünde kalmış kalbi, benliği, her şeyi. bugüne ait bir şeyi varsa o da kocaman bir hiç. yine göç, yine yol, yine bir spyros. evlatları ayrılıyor evden bir bir, kimi okuyor, kimi evleniyor. eşinin kalbinden oldukça uzak. o yalnız, tek başına, öğretmenliği bir istifanın gölgesinde sükunete bürünüyor. babasının, dedesinin, toprağının meşgalesine dönüyor, arıcı. yollara düşmüş bir arıcı. kovanları kamyonetinin arkasında, kendi anılarının seyahatine düşüyor, sessizce. oldukça ketum, bakışları sabit. dinlenecek vakti arıyor, dünya ters düz olmuş. yerle yeksan bir toprağın arasında ezilip kalıyor, arayışı kendinden ötede.
    spyros’un kalbindeki eksiklik, sevgi ve sessizlik gözlerinin ışığında gizleniyor. hayat ona tokadını atmış, atmış bir köşeye, umarsızca. her şeye, herkese yabancılaşmış, saçındaki aklar kendi geçmişinin anılarını bağırıyor. hüznü kenetlenmiş, her defasında yara alıyor, göç hâli, yolculuğu ona eski dostlarını görme fırsatını veriyor. bugünü reddediyor spyros, bugüne dair ne varsa. hiçbir şey onu tatmin etmiyor. gelgitlerin ortasında savrulup duruyor, her defasında sancılanıyor, eksik bir adam spyros.

    genç kız. yersiz yurtsuz genç bir kız. bugünü hatırlatan bir kimse sadece. göçün ortasında buluyorlar birbirlerini. spyros’un kalbini tamamlıyor. spyros, kaçıyor, dönüyor, dolaşıyor, genç kızdan uzak durmaya çalıştıkça, onu kalbinden atmaya çalıştıkça iyice saplanıyor kalbine. sevgisini, merhametini ona veriyor. ağzından laf çıkmıyor pek. bu bir tutku, aşkın bağı. spyros, bugüne saplanmayı reddediyor her defasında. iki insan, ikisi birbirinden kurtulmaya çalışıyor, sonra birbirlerini arıyorlar, kaçıyorlar, arıyorlar, kaçıyorlar, arıyorlar. öyle ki tüm bunlar olurken sessizlik o melissokomos’un içinde büyüyor, arıcı spyros kuytulara karışma niyetinde, dünyadan el ayak çekiyor, bugünün dünyası artık çok kirli. hayat tesadüf ya da biraz karma. kendi öz topraklarının kokusu, yurdunun hasreti, gençlik yıllarının dostları bu dünyadan, kendi dünyasından göç ettikçe onun ketumluğu daha katlanılmaz bir hâl alıyor. bu dünyanın gülünçlüğünü istemiyor çünkü onu yaşamaya bağlayacak öze, hakikate dair izlerden noksan. angelopoulos, spyros ile bir insanın varlığını ve hiçliğini iki keskin çizgi ile gösteriyor. onun maneviyatındaki yokluğunu, varlık-hiçlik dualitesini, arayışının dakikalarını hakikat sessizliğine ve pusluluğuna bağlıyor. kovanlardaki arılar sonsuz kargaşayı, petekleri onların çıkmazını oluşturuyor. bitmek bilmeyen sesleri spyros’u sindiriyor. o sustukça, onların sesleri artıyor. rüzgâr yaklaşıyor, korku da.

    victor erice’in 1973 yılı yapımı, destansı dicta blanda filmlerinden biri olan ispanyol taşra hicvi arı kovanının ruhu’ndaki düşünce geçişlerinin bir benzeri angelopoulos’un arıcı’sında da mevcut. erice, taşradaki yalıtılmış kültürün özünü - sevgiyi, hakikatin merhalelerini iki çocuk (ana ve ısabel) ile gösterirken, angelopoulos bunu sadece spyros’un omuzlarına yıkarak yapar, genç kızıysa bugünün bir prototipi olarak verir. ana ve ısabel, erice’in arı - kovan metaforunun salt mekanizmasını oluşturur, onlara fonksiyon ve toplumcu gerçekçilik perspektifine uzanarak bir kimlik kazandırır. onları, toplumun ötesindeki geleceği karartılmış, yalnızlığa itilmiş çocuklar olarak resmeder. angelopoulos’un spyros’unun bu bağlamda ana ve ısabel’den farkı yoktur, bu iki timsalin ardında adil olmayan dünya düzeni yatar ki iki usta yönetmen erice ve angelopoulos bir aralıkta buluşur : hakikat değişmez, birdir.

    "ilk seferinde hava güneşliydi. güneş ışığı gözümüzü alıyordu. meramımız belliydi. boş yere gölgelik bir yer aradık..."

    theodoros angelopoulos, spyros’un anılara gömülü yaşamıyla eskiyi, değişmemiş ve saf olanı bir kez daha suyun yüzüne çıkarır. zaman ilerledikçe zehirlenir insan, eskide bozulmamışlık vardır. belki de spyros’un bugünkü yaşantısının kökleri çoktan kurumuştur, bitap düşüşü, çöküşü ve de yıkılışı bugüne bir ağıttır, bugünün dünyası, eskinin dünyası, keskin farklar ve bu farkların arasındaki boşlukta kalan bir insan ya da insanlar. değişmiyor, bugündeki genç kıza son kez tutunmak isteyişi bundan. yaşamasını gerektirecek dallara sıkı sıkı tutunmalı spyros. gözlerinin sürekli olarak boşluğa dalışı rahatsızlık verici, yaşadığı anlarda ölüşünün dirilişini istiyor ama zorluğun içinde kalbi ve anıları.

    toprağın insanının elleri titrer. çile ve hüzün her zaman vardır. bazen can yorar. kalbini dinlendirmek ister, her şeyden vazgeçip, en uzağa, en kirlenmemişe, en güzeline gider insan. bu bir saplantı değil. saldırıları, dünyanın tozlu yüzeylerindeki hakikatin yitirilişinden doğan örümceklerin dağılmayan ağlarına benzer. ondan kurtulup, pür olanı göğsüne alıp sarılma niyeti taşır kalp. zira, insan temiz yaratılmıştır. kirleten biziz, onlar. bugünkü yaşantısının izlerini gördükçe daha çok yara alır. anıların kendi seyahatindekini yerini bilir. zaman geriye doğru değil, ileriye doğru akar. onlar spyros’u öldürdükçe, spyros daha da derinlere iniyor, hasretlerine, anılarına. içimizde diriliyor. bugünden eksik, yarım okunmuş bir kitap gibi, daimi bir resimsizlik isteği gibi. spyros’un yaşamındaki bulantının mimarları bugün kendi dünyalarında insanları öldürüyor, acımasızca, kazandıklarını sanıyorlar, yanılıyorlar. bu istek onlara diğerlerinin yaşam alanını bir alt bareme indirgeme imkanı tanıyormuşçasına hoyratça soytarılıklarını sergilemeye devam ediyorlar ve insan bir kez daha kuytulara çekiliyor. spyros, kovanlarının yanında artık, babasının, dedesinin toprağında. yıllar önce orada yaşardı. toprağı kokluyor, toprak ona istediği her şeyi veriyor.

    ölümlerinin ardından usta yönetmen t. angelopoulos’a ve fellini filmleriyle bildiğimiz, arıcı’da ciğerlerimize işleyen usta oyuncu marcello mastroianni’ye en derin duygularla...
  • - kimsiniz? ne istiyorsunuz?
    - hiç... sadece geçiyordum.

    http://imgur.com/nwzumey
hesabın var mı? giriş yap