• savaşçıların ve daha sonra asillerin evcilleştirlmesinin uygarlık sürecinin kilometre tasları oldugunu savunan sosyolog.
  • 1930 yılı sonrası ozellikle medeniyet kavramı hakkında onemli saptamalarda bulunmus alman sosyologdur. medeniyetin olusmasını insanların sosyal anlamda dogasindan sıyrılmasına baglar. elias'a gore bireyle devlet arasindaki sozlesme (bkz: jean jacques rousseau) ve buna baglı modern devlet yapılarının olusması medeniyet olusumundaki ilk temel noktadir. ayrica insanin super-egolar olusturmasini ve dogasinin geregi rahatsızlık verici olabilen icgudusel tepkileri dizginleyebilmesini de "medeni insan" tanımı icerisine almıstır. bunun yanında sporların bu dizginleme cabasi icerisinde onemli bir yere sahip oldugunu ancak herseye ragmen insanoglunun olum karsisindaki caresizligiyle kendine hakim olamadigini soylemistir.
  • yazilarina bi noktada karsi tez gibi bir seyler olusturmam istenen insan... turkceye cevrilen kitaplari arasinda 'zaman uzerine' de vardir, su donem beni pek bir rahatlatan, beyin firtinasina sebebiyet veren, kastiran, bazen gercekten gereksiz cok tekrar yapan 'bak bu yirmi oldu ama' dedirten, tum disiplinlerce okunmasini sart kosacagim kostebege benzeyen alman sosyolog. civilizing process'i kanımca hiç haketmedigi sekilde bazi kesimlerce elestirilmis, yanlis anlasilmistir diye dusunegelmekteyim. tabii sacmalamistir bazen kendisi, eksiktir, yanlis yorumdur o ayri klasiktir, kocaman adimdir, ilktir o ayri.
  • „über den prozeß der zivilisation“u yillar sonra tozlu raflardan bulup elime aldigimda
    ilk aklima gelen, çatal’la yemek yemenin ilk kez istanbul’da (bizans) görüldügü, kücük bir dirgene benzeyen bu faydali aracin sonra italya’ya, oradan da orta ve kuzey avrupa’ya yayildigi idi.
    yazar, iki ciltlik eserini babasi hermann ve 1940’larda auschwitz’de katledilen annesi sophie elias’a ithaf etmis.
    başyapıtı “uygarlık süreci” 1939’da yayinlanmis, ama pek ilgi görmemis. suhrkamp yayinevi
    1976 yilinda cep kitabi olarak piyasaya sürünce bir yilda 25.000 adet satilmis.

    elias 1977’de adorno ödülünü aldiginda 80 yasina ayak basmistir.
    90 yasinda ilk ve son siirleri yayinlanir.
    ölümüne dek entelektüel canliligini korumustur.
    peki kiymeti neden ihtiyarliginda anlasildi, akademik kariyerini engelleyen neden
    frankfurt’ta sosyolog karl mahnheim’a asistanlik ederken sürgüne kacisi miydi?
    neden, salt dis etkenler degildi elbet.

    konvansiyonel olmayan düsünce tarzi meslektaslari tarafindan yadirganiyordu.
    onlar icin basit, banal, anekdotumsu idi ilgilendigi konular. catal-bicakla yemenin uygarlikla ne ilgisi vardi? baskalarinin yaninda donumuza kadar soyunmaktan neden utaniyoruz? neden
    ciplak ellerle burun temizleyeni ayipliyoruz?

    ortacagda “normal” olan bu tür davranislarin sebebi sorusuna prensipte hep ayni cevabi verdi elias. o, utanma ve ayiplama olgusunun yeni cagin esiginde yerini bireysel davranisin disipline olma sürecini insan dogasinin “icinde” gelisip “disarda” da kendini gösterdigini ve ve bu sürece kosut olarak politik iktidar merkezlerinin güclendigini gözlemledi.
    bu “öznel” uygarlik sürecini, birey-toplum iliskisine daha farkli bakanlar anlayacakti.
    sosyoloji 1970’li yillara kadar soyut sistem ve sosyal yapi teorilerinin etkisinde kalmis, “nesnel” bir bilim yapmak icin doga yasalarina gerek duyulmustu.
    insan bilimcisinin (elias’in elias’i tanimi) karsi tezi:
    birey ve toplum birbirinden ayrilamaz; sosyal gerceklik, insanlarin karsilikli etkilesim ve iliskilerinin tarihsel yumagidir.

    baslica eserleri:

    - über den prozeß der zivilisation, 2 cilt (1939)
    - die höfische gesellschaft (1969)
    - was ist soziologie? (1970)
    - über die einsamkeit der sterbenden (1982
    - engagement und distanzierung (1983)
    - über die zeit (1984) (orig. "an essay on time")
    - die gesellschaft der individuen (1987)
    - studien über die deutschen : machtkämpfe und habitusentwicklung im 19. und 20. jahrhundert (1989)
    - symboltheorie (2001)
    - gedichte und sprüche (2004)
  • kabalcı yayınevi'nden çıkmış "mozart: bir dahinin sosyolojisi üzerine" adlı bir kitabı da mevcuttur. üstad'ın hayatını otobiyografik bir şekilde anlatan, müziğinin temellerine, dehasının filizlenmesine sebep olan ortam koşullarına (ve günümüz koşullarından farklarına), sanatsal yaratım sürecinin zorluklarına ve genel olarak "deha"nın ortaya çıkabilmesi için gereken şartlara vakıf olabilmek konularında ufuk açıcı bir eser.. elias özellikle mozart'ın kimi eserlerinin düşünsel ve duygusal temellerini nokta atış yapmak suretiyle betimlemesi de mozart'a dair daha önce hiç tecrübe edilmeyen bir bakıç açısı sunmuş.. diğer eserlerinde olduğu gibi önemli olduğunu düşündüğü noktaları defalarca tekrarlamaktan kaçınmamış elias, fakat bu, eğer konunun uzmanı değilseniz faydalı bir şey olabiliyor, anlatılanların esası kafanıza kafanıza sürekli çakıldığı için..

    özünde, mozart'ı mozart yapan unsurları üç ana başlıkta toplamış ve tüm kitap boyunca anlatmak istediklerini şu paragrafında özetlemiştir:

    "fantezi selinin kendiliğindenliği ve yaratım gücü malzemenin özgül düzenlenişinin bilgisi ve sanatsal vicdanın yargı gücüyle birleştiğinde, yenilikçi fantezi seli malzemeye ve sanat vicdanına uygun düşecek şekilde ortaya çıktığında sanatsal yaratımın doruğuna ulaşılır."
  • uygarlığın huzursuzluğunu yaşadığı kıtanın sakin sakin yaklaşan ve akla* yatan faşizmine katıp anlatmış bunu da pek bir kimseye çaktırmadan yapmış sosyolog. o kadar ki esaslı kitabı hakkında bir otuz kırk yıl kadar ayıkmamış evropalı insancıklar. e, faşizm demeden faşizm olmuyor tabii..
  • nietzsche'nin felsefesede yaşadığı "yanlış zaman sevgilim" durumunu ve yalnızlığını sosyolojide yaşamış alman bir büyüğümüzdür. belki de bu yüzden tıpkı nietzsche gibi söylediklerini yüksek perdeden ve biraz abartarak söylemek zorunda hissetmiştir kendini. hani ortamlarda tam aklındakini söyleyecekken, hatta cümlesine de başlamışken; hani daha baskın biri çıkar ve ilgi ona yönelir ya; hani gözleri dolar ya birden, norbert'inki de işte öyle bir şeydir. bir türlü lafa giremez.

    işin acıklı yanı tezlerinin, özellikle de uygarlık ve medeniyet kuramlarının ana hatlarını çizdiği "(bkz: the civilizing process)" çalışması 1939'da basıldığında hemen hemen kimse tarafından ciddiye alınmamıştır. oysa ortam öyle civcivlidir ki; frankfurt okulu tayfası (işte adorno'dur, horkheimer'dır, fromm'dur bu model) coştukça coşmakta, günlük sosyoloji gazetesi çıkaracak kıvama gelmektedir. yani ortam futbola müsaittir ama norbert bir türlü oyuna dahil edilmez. (sen, sen, sen.. ee ben? sen dur lan eşşoğlueşşek!) bu öylesine bir görmezden gelme durumudur ki, norbert artık kitaplarının önsözünde eleştirilmemekten, kaale alınmamaktan yakınır.

    tabi bu dışlamanın mantıklı bir sebebi vardır; tipini beğenmedikleri için hor görmezler civanımı, zira sosyologlar ekseriyetle çirkindir zaten. norbert kitabında sıklıkla yellenmekten, geğirmekten ve bunun gibi çeşitli itici hareketlerden bahseder. freudyen bir yaklaşımla adabı muaşeret ve salon kültürünün nasıl insanın doğasıyla çatışarak bir medeniyet kurduğundan dem vurur. uygarlık geriliminin hayat pratiklerinden yola çıkar. bu nedenle nasıl ki günümüzde tuğba özay'ın uzun zindan gecelerinden kotardığı "bedel" isimli şaheseri eleştirmenlerce küçümseniyor, o da öyle küçükmsenir. zamanın sosyolojisi, bu parlak fikirlere henüz hazır değildir. markscılıkla ve atonal müzik denemeleriyle günlerini geçirirler. bir de arada birincisi sevildiği için ikincisi çekilen ufak bir savaş yaşanır. iyice iptale bağlar norbert baba. o çirkin ördek diğerleri rockstar'dır.

    ama işte günler geçer, kaderin bir cilvesi olarak neredeyse basıldıktan otuz yıl sonra norbert'in kitabı adorno ödülünü kazanır ve nihayet hak ettiği ilgiyi görür. günümüzde kendisi, davranışsal sosyolojinin kurucusu olarak bilinir. 1990'da ölmeden önce çeşitli şiir denemeleri de olmuştur. onlara pek rastlamadım ama bu şiirlerinde adorno'ya ve horkheimer'a sövdüğünü tahmin ediyorum. siz adamı otuz sene kaale almazsanız ya şair olur ya mc yani. bunda şaşılacak bir şey yok.

    edit: (adorna'dan tekzip; iti besler isen, o seni diss'ler)
  • (bkz: steven pinker)
    (bkz: #28067432)
    (bkz: #28067825)
  • uygarlık süreci kitabıyla klasikleşmiş düşünür. tarihselci bir yaklaşımın en ustaca örneklerinden birini sunmuştur.

    norbert elias işe 20.yy'ın egemen düşünü haline gelmiş yapısalcılık düşüncesine eleştiriyle başlar. yapısalcılığın en önemli iki noktası eşzamanlı yani tarih dışı toplum anlayışı ile kapalı özü dışında toplumdan farkı kalmayan birey anlayışıdır. klasik yapısalcılık anlayışında birey topluma tamamen bağlıymış gibi gözükür. iç deneyimlenme yönünden bu düşünceye saldırılsa da, asıl görülmesi gereken yapısalcı öznenin "kara kutu" oluşudur. yani yapısalcılık, descartes'ten bu yana uzatabileceğimiz, gizli ve kapalı öze sahip özne düşüncesini devam ettirir. bu zaman-mekan dışındaki özne figürü topluma bakışımızı saptırmaktadır. elias, tam tersi noktadan hareket ederek, özneleri atomize değil, birbirlerine sosyal, kültürel, ekonomik açıdan bağımlı figürasyonlar olarak ele alır. elias, düşüncesinin temelinde yer alan tarihselcilikle, descartes'tan uzanan bu özne anlayışının insanın evren merkezinden atılmasıyla oluştuğunu gösterir.

    elias'ın diğer yapısalcılık eleştirisi tarih dışı ve statik toplum anlayışına yöneliktir. elias bu düşüncenin sebebini, 19.yy'ın hareketli düşünce anlayışına karşı korku olarak gösterir. yani statik toplum anlayışı; sistem ve denge kavramlarını kullanarak büyük muhafazakarlığını göstermektedir. bu muhafazakarlaştırma çabası, ampirik verilerle de gözükebilen, toplumun aslında bir süreç olduğu gerçeğini baskılayamaz. çünkü, elias'ın deyimiyle psiko-oluşumsal ve sosyo-oluşumsal değişimler gözümüzün önündedir.

    bu değişimler uzun zamanlı incelendiğinde ve kısa zamandaki istisnalar gözardı edildiğinde, toplumların belli bir süreci gerçekleştirdikleri gözükür. bu süreç uygarlıktır. ancak elias'ın uygarlık tanımı, duymaya alışık olduğumuz uygarlık tanımlarından farklıdır. o'na göre uygarlık, batı'nın özbilincini yansıtan bir şey değildir. uygarlık; insan duyguları üzerinde dış ve iç etkiler ile yaratılan baskılanma ile insan duygu ve düşünüşlerinin değiştirilmesidir. yani uygarlaşma, duygu denetiminin artmasıdır. yani uygarlaştıkça kişinin kendine yabancılaşması olgusu daha da belirginleşir.

    döneminin egemen ideolojisi olan yapısalcılığa çok isabetli eleştiriler getiren elias, uzun süre görmezden gelinmiştir. günümüzde ise, sosyolojinin en büyük başyapıtlarından birini vermiş ve çok önemli bir kuram geliştirmiş bir düşünür olarak anılmaktadır. kendisi, düşüncesinin aşılması ve tarihin tozlu raflarına karışması gerektiğini söylese de, bir klasik olarak her zaman sosyolojinin gündeminde yer alacaktır.
  • "...elias kendisinin kültür değil de " uygarlık", " insan varoluşunun" derinlikleri değil, "yüzeyi", insan ruhunun değil, çatalın ve mendilin tarihi hakkında çalıştığı iddiasındaydı. yine de, bugün "benlik denetimi tarihi" denebilecek olan şeyin tarihine
    önemli bir katkı yapmıştı."(peter burke, kültür tarihi, çev:mete tunçay, 2008, s:15)
hesabın var mı? giriş yap