• (bkz: nazım hikmet)
  • adını ran soyadıyla her gördüğümde aklıma radio access network geliyor

    soyadını almasının kısa hikayesi #182819 burda var
  • sunay akın takıktır bu şairimize. adam her şeyi nazım hikmete bağlıyor.bi de adamcağızı hayallerimde sesi gür tonlaması muhtesem olarak kurmuştum ki ses kaydını duyuncaya dek. hayal edilebilir bir ses, bir tonlama değil. bagır bagır bagır bagır.. diye başlayan şiirini dinlerken daha bagır demeye bırakmadan kendimden geçip ruyaya dalıyorum.
  • "memleketin neresi?" diye sorduklarında vatan hasreti çektiğim bir ansa bağırarak "nazım" diyesim gelir. çünkü nazım kavuşamadığım memleketimdir ve çünkü bugüne dek şiirlerini okuduğum hiçbir şair gurbeti nazım kadar kana kana içmemiştir.

    işte en çokta şu dizeler ile yüreğimi kuş eder bu ölümsüz dev adam;

    "memleketim, memleketim, memleketim,
    ne kasketim kaldı senin ora işi
    ne yollarını taşımış ayakkabım,
    son mintanım da sırtımda paralandı çoktan,
    şile bezindendi.
    sen şimdi yalnız saçımın akında,
    enfarktinda yüreğimin,
    alnımın çizgilerindesin memleketim,
    memleketim,
    memleketim..."
  • dünyanın en büyük şairi. yani türkçe'yi mecburen öğrenip, mecburen konuşuyoruz bir yerde ama bilmeseydim bu dili sırf nazım'ı anlamak için öğrenirdim.

    ***
    "en güzel günlerimin üç melun adamı var
    biri sensin,biri o,biri ötekisi
    kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi

    sana gelince..
    ne ben sezar'ım,ne de sen brütüs'sün
    ne ben sana kızarım,
    ne de zatın zahmet edip bana küssün
    artık seninle biz,
    düşman bile değiliz"
  • severmişim meğer
    yıl 62 mart 28
    prag-berlin treninde pencerenin yanındayım
    akşam oluyor
    dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer
    akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedimtoprağı severmişim meğer
    toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
    ben sürmedim
    platonik biricik sevdam da buymuş meğer

    meğer ırmağı severmişim
    ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde
    doruklarına şatolar kondurulmuş avrupa tepelerinin
    ister uzasın göz alabildiğine dümdüz
    bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile
    bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin
    bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa
    bilirim benden önce duyulmuş bu keder
    benden sonra da duyulacak
    benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere
    benden sonra da söylenecek

    gökyüzünü severmişim meğer
    kapalı olsun açık olsun
    borodino savaş alanında andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe
    hapiste türkçeye çevirdim iki cildini savaşla barış’ın
    kulağıma sesler geliyor
    gök kubbeden değil meydan yerinden
    gardiyanlar birini dövüyor yine

    ağaçları severmişim meğer
    çırılçıplak kayınlar moskova dolaylarında peredelkino’da kışın
    çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar
    kayınlar rus sayılıyor kavakları türk saydığımız gibi
    izmir’in kavakları
    dökülür yaprakları
    bize de çakıcı derler
    yar fidan boylum
    yakarız konakları
    ılgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına
    ucu işlemeli

    yolları severmişim meğer
    asfaltını da
    vera direksiyonda moskova’dan kırım’a gidiyoruz koktebel’e
    asıl adı göktepe ili
    bir kapalı kutuda ikimiz
    dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak

    hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım
    eşkiyalar çıktı karşıma bolu’dan inerken gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz
    yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok
    ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır
    bunu bir kere daha yazdımdı
    çamurlu karanlık sokakta bata çıka karagöz’e gidiyorum ramazan gecesi
    önde körüklü kaat fener
    belki böyle bir şey olmadı
    ….
    çiçekler geldi aklıma her nedense
    gelincikler kaktüsler fulyalar
    istanbul’da kadıköy’de fulya tarlasında öptüm marika’yı
    ağzı acıbadem kokuyoryaşım on yedi
    kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı
    çiçekleri severmişim meğer
    üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
    yıldızları hatırladım

    severmişim meğer
    gözümün önüne kar yağışı geliyor
    ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
    meğer kar yağışını severmişim

    güneşi severmişim meğer
    şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
    güneş istanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
    ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın

    meğer denizi severmişim
    hem de nasıl
    ama ayvazofki’nin denizleri bir yana

    bulutları severmişim meğer
    ister altlarında olayım ister üstlerinde
    ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara

    ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası
    severmişim
    yağmuru severmişim meğer
    ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim
    beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın
    içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider
    yağmuru severmişim meğer

    ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları prag-berlin treninde
    yanında pencerenin
    altıncı cıgaramı yaktığımdan mı
    bir eski ölümdür benim için
    moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi

    zifiri karanlıkta gidiyor tren
    zifiri karanlığı severmişim meğer
    kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
    kıvılcımları severmişim meğer
    meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun
    prag-berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir
    yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek

    nâzım hikmet

    (bkz: son 50 yılın en iyi 50 aşk şiiri)*
  • kodlamasını yaptığım yeni mobil oyuna ismini verecek olan şair.
    oyunun tarzı da temple run gibi olacak
  • bunu yazan canım insandır,

    su başında durmuşuz,
    çınarla ben.
    suda suretimiz çıkıyor,
    çınarla benim.
    suyun şavkı vuruyor bize,
    çınarla bana.

    su başında durmuşuz,
    çınarla ben, bir de kedi.
    suda suretimiz çıkıyor,
    çınarla benim, bir de kedinin.
    suyun şavkı vuruyor bize,
    çınarla bana, bir de kediye.

    su başında durmuşuz,
    çınar, ben, kedi, bir de güneş.
    suda suretimiz çıkıyor,
    çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
    suyun şavkı vuruyor bize,
    çınara, bana, kediye, bir de güneşe.

    su başında durmuşuz,
    çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
    suda suretimiz çıkıyor,
    çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
    suyun şavkı vuruyor bize,
    çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze .

    su başında durmuşuz.
    önce kedi gidecek,
    kaybolacak suda sureti.
    sonra ben gideceğim,
    kaybolacak suda suretim.
    sonra çınar gidecek,
    kaybolacak suda sureti.
    sonra su gidecek
    güneş kalacak;
    sonra o da gidecek...

    su başında durmuşuz.
    su serin,
    çınar ulu,
    ben şiir yazıyorum.
    kedi uyukluyor
    güneş sıcak.
    çok şükür yaşıyoruz.
    suyun şavkı vuruyor bize
    çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze...
hesabın var mı? giriş yap