• hz. isa'dan din kitaplarinda sanki baska isa varmis gibi bahsetme tribi.
  • allah'ın dünya üzerindeki nasırıdır. çok haldedir, şifası hala araştırma konusudur.
  • christopher knight ve robert lomas adli iki mason tarafindan nasirali sifatinin yanlis oldugu one surulmustur. kaynagini unuttugum bir yere gore; bu iki arastirmaci israil'de eski yazitlari inceler. bulduklari sonuca gore nasira* isa zamaninda yoktu; her sey ceviri hatasindan ibaretti. onlara gore dogru sozcuk masorean yani nasorili idi. nasori sina civarinda konusulan yerel dilde 'balik suruleri' anlamina geliyordu ki, ilginctir, balik surusu isa'ya inananlari simgeliyordu! nag hammadi yazitlari ve cesitli kabartmalarda bulunan birbirini kesen iki yayin balik seklini simgeledigini fark ettiler. butun bunlar hristiyan kulturundeki balikcilik mitine, aziz peter'in balikciligina ve isa'nin aglari baliklarla doldurmasi mitine de uygundu. bu durumda nasirali isa tamlamasi yerine baska bir tamlama geliyordu: balikcilar grubunun isa'si
  • the passion of the christ filminde, aktörlerin aramicesiyle yaklaşık /yeşwa ennazret/ gibi telaffuz edildi bu isim.

    jimmy akin'in sitesinden okuyabildiğim kadarıyla ise göre /işowa'nasraya/ gibi birşey. http://www.jimmyakin.org/…005/05/aramaic_names.html

    kendi ismimin bütün çabalarımdan sonra bile yabancılarca yanlış telaffuz edildiğini bildiğim için, 2000 yıl öncenin telaffuzunu birebir tutturmanın imkansız olduğunu tahmin ediyorum.

    ismin yanına yer adı bitiştirmek yaygın bir kullanım: ankaralı namık, atinalı timon, sinoplu diyojen vb. "isa" isminin orijinali her neymişse, bunun vaktinde yaygın bir isim olmuş olmaması için bir neden yok.
  • benim isa’m ankara’da yaşıyor. ne zaman bir şeye inanmam gerekse ben o’na inanırım. o da bana. inanıp gidiyoruz işte. benim bildiğim bir babası yok, kendi anlattığına göre izmit’te baba dediği birileri varmış. ben hiç görmedim, hep o anlatıyor. anlattığı kadarıyla kendisinin acı çekmesinden de zevk alıyor bu adam. garip bir şekilde bütün dünyevi sorumluluklarını ona yıkmış, ölmeyi bekliyor. peki ya ölümsüzse? bunu düşünmek hoşuma gitmiyor. en iyisi o yokmuş gibi davranmak. ben, şimdi fransa’da bir manastırda oturmuş ankara’daki isa’mı düşünüyorum. burada artık isa yok. burası o kadar “avrupalı” olmuş ki esas isa da çoktan kaçmış buralardan. belli ki o da ankara dolaylarında bir yerlerde. burada yaşarken manastırın gizli yerlerine notlar bırakmış. sağı solu kurcalarken bulduğum ilk not şöyle bir şeydi:

    sıradan bir gün: binsekizyüzonaltı yaşıma geldim, hala değişen bir şey yok. insanlar aynı kelimelerle aynı dertlere çözümler arıyorlar. yine bulamadan ölüyorlar. kimse de çıkıp demiyor ki, yahu biz ne yapıyoruz? birilerinin yanına sokulup yanlış yaptıklarını anlatmaya çalıştım yıllar önce, arkadaşına gaipten sesler duyduğunu söyledi. sonra benim ona fısıldadıklarımı anlattı. tabii ki kendi yorumunu katarak. sonraki yıllarda benim anlattıklarımdan çok ekmek yemiş, şarap içmiş. “bir gün, ben manastırdayken” diye kitap bile yazmış. sanki esas hikaye onun manastırda olmasıymış gibi. buralarda artık kimse beni ciddiye almıyor. koskoca manastır bile çocuk oyuncağına döndü. gitmeliyim artık buralardan.

    isa bildiğin bunalımdaydı. burada tanrı bile kendine inanmıyor. sartre’ın bulantı’yı burada yazmasına şaşırmamalı. belki o da isa’nın notlarına denk gelmiştir, okumuştur, sonrasında –duyarlı adam- başkaları da keşfetme zevkini yaşasın diye tekrar yerine koymuştur. avrupalılar böyle adamlar. her şeyi yaparlar, sonra hiç bir şey yapmamış gibi yerine koyarlar. “buldukları gibi bırakırlar.” beni de buldukları gibi mi bırakacaklar? ben kolay lokma değilim. beni bulamazlar. öyle bir kaçarım ki, kendimi bile kaybederim. nereye mi? orasını isa bile bilemez işte. ankara’ya giderim ben genellikle. tüyo vermek gibi olmasın, bana ulaşmak isteyenler beni aramazlar, ankara’ya bakarlar önce. isa’nın iyi olduğu yerde kulunu meraka ne hacet. kurcalamaya devam etmek gerek. koskoca manastır, her yerinden notlar çıkacak. şu avrupalılar gizli kapaklı işlere ne kadar meraklıymış arkadaş. sen o kadar yaz-çiz-üret ondan sonra hepsini sakla. niye, aman millet okumasın, görmesin. yahu insan hiç kimse okumasın diye bir şey yazar mı? en kötü ihtimalle sevgilin okusun diye şiir yazarsın, onu da ayrıldıktan sonra yırtıp atarsın. al işte kafka’ya bak, o kadar söylenmiş yayımlamayın yazdıklarımı diye, sonuç? en yakın arkadaşı max tarafından yenmiş büyük bir kazık. sen böyle yaparsan, insanlıktan bir şeyleri saklamaya çalışırsan olacağı budur. şimdi o kepçe kulaklarınla mahzun mahzun ağla bakalım keşke yazmasaydım diye. bilseydin yazar mıydın kafka? bilseydin bütün bu yazdıkların ergenlerin ellerinde dolaşacak, aşk mektuplarında epigraf olacak, üniversite kürsülerinde didik didik –kendileri buna analiz diyecek tabii- edilecek, yazar mıydın? niyetin bu değil miydi? hiç birimizin niyeti bu değildi ki. ama sen hak ettin. insanlıktan saklanmaya çalışanın hali budur. böcekmiş, böyle sıkarlar işte üstüne böcek ilacını. zorla çıkarırlar saklandığın delikten cesedini. ünlü oluverirsin böyle, herkesin dilinde dolaşır durursun. o çirkin fotoğrafını basarlar bir de utanmadan kitaplarının kapaklarına. ne oldu kafka? böcek? artık ölüye bile rahat yok bu dünyada. hepimiz huzursuzuz. kaçmak, ne mümkün.

    ikinci notu mutfakta buldum. isa’nın yazdıklarını bulan birisi isa’yı ciddiye almamış olacaktı ki, arkasına “bulaşık yıkama talimatnamesi”ni yazmıştı. fransız da olsa insanlar böyle şeyler yapıyor. talimatnameden daha sonra bahsedeceğim için şimdilik es geçiyorum. şimdi bulaşık yıkamayacağız zaten. isa’ya yemekten daha çok ihtiyacımız var. acaba papaz da böyle düşünüyor mudur? o göbekle bunu düşünmesi zor biraz. o yemeği düşünmediği zamanlarda isa’yı düşünüyorsa iyi.
    beytüllahim diyeti: sabah; hurma, bir bardak ılık süt. öğle; bir parça tavuk (yağsız) bir dilim kepek ekmeği, portakal suyu. akşam: mevsim salatası (tercihen içine bir parça yağsız peynir veya deniz ürünleri konulabilir)
    bulaşık yıkama talimatnamesini yazanın neden isa’nın notunu ciddiye almadığı belli. adam isa’nın formunu nasıl koruduğunu hiç merak etmemiş belli ki. ayrıca fransa’da isa hurmayı nereden buluyordu acaba? işte tanrı’nın oğlu olmanın böyle avantajları var. ben daha salça bulamıyorum, adam hurma yiyor. sartre varlık ve hiçlik’i yazdığı süreçte neler yedi acaba? ya da şimdi, ankara’da ne yiyordur o?
    beytüllahim diyeti işime yaramaz gibi görünüyor. isa gibi de olmak istemiyorum zaten. benim isa’m var. isa olmaya ihtiyacım yok. benden olsa olsa yehova olur zaten. ancak ihanet etmeyi bilirim ve kaçmayı. bir de bunları usturuplu bir dille anlatmayı tabii. isa da en çok dinlemeyi severmiş zaten. bizim isa da seviyor dinlemeyi ama o kadar da değil. arada yaşaması da lazım onun ne de olsa henüz genç. isacık, canım benim.
  • her medeniyette mesih vardır. semavi dinlerde en azından. onlardan biri de yahudilere peygamber olarak gelen isanın romanın peygamberi oluşundaki serüvendem hristiyanlığın temel öğretilerini sahiplenir avrupa. katolik geleneğinde isanın gelip onları esaretten kurtarıp kurtuluşa erdireceğine olan inancıdır.
  • radio shema vecd ile sunar:
    nasıralıymış adı isa
    suçu rab olmakmış öğrendiğim kadar
    geçiyor önümden stigmalı isa
    yaralıyım yerde kalan hacı kadar
  • yeşua ha- notzri (usta ile margarita- mihail bulgakov)
  • melek cebrail'in “meryem adında bir bakireye” göründüğü küçük mezranın, köyün ya da kimbilir belki kasabanın adı olan (ama kesinlikle bir “şehrin” değil) nasıra, yunanca nasara, antik filistin hakkındaki en zengin bilgi kaynaklarından olan, ı. yüzyılın romalı yazarı flavius josephus'un bilmediği ve eski ahit’te var olmayan bir yerdir. matta incili’nde, taberiye gölü olarak da bilinen genesaret gölü'ne yakın olduğundan, aşağı celile’de bulunduğunu yazar; isa’nın çocukluk ve ergenlik çağları işte burada geçmiştir. öte yandan, isa orada değil beytüllahim’de doğmuştur çünkü, meryem hamileyken yusuf ona, augustus fermanına göre sayım yaptırmak için oraya gitmesi gerektiğini söylemiştir. nitekim, yusuf beytüllahimlidir. matta’ya göre, mısır’a kaçıştan sonra, yusuf nasıra’ya döner, "bu, peygamberlerin aracılığıyla bildirilen ona nasıralı denecektir" sözü yerine gelsin diye oldu. (mt, ıı, 23) sorun şu ki, hiçbir peygamber nasıralı’dan bahsetmemiştir, nasıra isminden de.

    sözcüğün kendisi yeni bir soru sordurmaktadır: matta, nazoraios yazdığı halde, markos, luka ve yuhanna, ardından da resullerin işleri, isa’yı anlatmak için nazarenos sözcüğünü kullanırlar, bu da daha dar anlamlı olup “nasıra’da yaşayan” demektir. bu söz sonraları havariler için de kullanıldı. acaba bu, ibranice netser, “evlat''tan türemiş bir sözcük müydü? hayır, çünkü tsadik harfinin “z” sesini içermiyord. o halde nazir, yani “çileciden mi geldi? hayır, çünkü, isa bir çileci değildi. incil'i yazanları bile ikiye bölen tuhaf bu yeni sözcük, belki de yalnızca “nasıra’da yaşayan” anlamına geliyordu.
    peki bu yer nerededir?

    burası ancak celile’nin tepelerinden birinin yamacında, jezreel ovasının girişinde bulunan, bugün olduğu gibi tarif edilen ve adı el nasira olan yer olabilir: burası kuş uçuşuyla genesaret gölünden yirmi kilometre uzaktadır, hâlbuki markos ve luka burayı gölün doğu kıyısına yerleştiriyordu. burası luka'nın bahsettiği nasıra olamazdı, çünkü, orası bir dağın üstünde bulunuyordu. aslında, isa bu yerin sinagogunda vaaz verdiğinde ve cemaate imansız oluşları nedeniyle mucize yapamayacağını ilan ettiğinde, öfkelenen cemaat onu dağın tepesine götürdü; onu oradan aşağı atmayı planlıyorlardı. öte yandan, günümüzde ve şüphesiz orta çağ’dan beri bu eziyetin meydana geldiği yer olarak gösterilen dik bayır şimdiki nasıra’nın iki kilometre ötesinde bulunuyordu.

    civarda bol bol bulunan ve çiftçilerin hasatlarını koydukları mağaralar nedeniyle nasıra isminin “gizlemek” anlamına gelen nesr kökeninden geldiği iddia edildi; ama insanların yaşadığı bu isimde bir yer bulunduğuna dair kanıt yoktur. arkeoloji, sitenin ne prehistoryada ne de sonradan bizim çağımızda var olduğunu doğruluyor. orada gerçekten bulunan yıkıntı ve yapılar ı. yüzyıldan sonraki döneme aittirler.

    en akla yakın varsayıma göre, nasıra'nın varlığı yeni ahit’te çok sık kullanılan nazoraios ve (nazoraios sözcüğü nasıra’da yaşayan birini ifade edemediğinden dolayı) farklı bir anlam taşıyan nazarenos arasında fonetik bir çatışmadan geliyor. yunanca sözcük nazoraios’un, aram dilinde nasorayya sözcüğünden gelmesi daha büyük bir ihtimal, bu sözcük ilk kilise’de bir gnostik hıristiyan tarikatını tasvir ediyordu.

    sonradan, hıristiyanlar markos, luka ve yuhanna incillerini doğrulayacak bir site kurmuş olmalılar.

    zaten, her koşulda isa, bu varlığı şüpheli kasabaya bağlı görünmüyor çünkü, yahya’nın kendisini vaftiz etmesinden sonra gidip kefar nahum’a yerleşmiştir.
    ama bir efsaneyi yadsımak tehlikelidir, ne de olsa halen daha “nasıralı isa’dan” söz edilmeye devam ediliyor.
  • roma tarihçilerinin neredeyse hepsinin, varlığının reddedilemez olduğunu kabul ettiği tarihsel kişiliktir.

    hristiyan olmayan kaynaklar (misal tacitus), isadan üstün körü bahseder, gospellardan tapınakta geçeni ise en çok tarihi kayıtlarda raporlanan olaydır. kendisinden pek haz etmeyen romalı yahudilerin (bkz: judea) ve greklerin kayıtlarında kendine yer bulan isa, iyice mürit toplayup bir tarihsel kişiliğe büründüğü noktada roma raporlarına da dahil olmaya başlıyor.

    roma tarihi kayıtlarında, devletle iletişimi olmayan, toprak yönetmeyen birinin, tekrarlar ile raporlanması ise o dönem etkisinin, ilgisiz romalı yöneticilerin dikkatini cezbedecek ve raporlarına dahil olacak denli büyük olduğunun göstergesidir. zira roma idaresi dinler ile ilgilenmez, verginizi verdiğiniz takdirde kime inandığınız size kalmıştır.(tanıdık geliyor mu?)

    ancak;
    ilgili kayıtların içeriğini gerçek kabul ettiğiniz tarihte, isa'nın 0 yılında doğmadığını veya 37 bc yılında ölmediğini de kabul etmek gerekiyor.
    zira kayıtlar ve "bir kişi etrafında toplanan hristiyan hacılar" raporlamaları, çarmıh olayının gerçekleştiği iddia olunan 37 tarihinden çok sonraları dahi devam etmekte.

    detaylar editlenecektir.
hesabın var mı? giriş yap