• yaklaşık yüz yıl önce ziya gökalp "kültür ve medeniyet farklı şeylerdir" anlamına gelen bir rüya görmüştü... siyasetinden ekonomisine kadar bütün milliyetçilik tarihimiz ve bugün "ulusal bilinçaltı" denilen ortak zihniyet, bu hayali tez üzerine yükseldi...

    uluslararası ilişkiler içerisinde etkin bir aktör olmayı amaçlayan bir devleti neredeyse sıfırdan kurabilmek için, milli sınırlar içerisindeki insanların ortak zeminini oluşturacak böylesi "hayali cemaatler" tanımlamak anlamında, daha önce dünyada defalarca denenmiş bir siyasi tercih, bu ülkede de benimsendi ve cumhuriyet'le birlikte pre-kapitalist devletçilik uygulamasına başlandı... sonradan bu ülkede mülkiyet bilincinin yerleşmesi ve milli sermayenin birikmesi için devlet eliyle yapılan müdahalelerin tarihini herkes biliyor...

    öte yandan, mesela bugün geldiğimiz noktada, iş dünyasındaki "milli gururumuz" olan o meşhur "anadolu kaplanları"nın ne kadarının hala ısrarla turancılık hayalleri peşinde oldukları da ortada...

    ne milliyetçilik, ne devletçilik ne de kapitalizm bir türk icadı, yanılmıyorsam... ama 2005 yılında bile hala, hem milliyetçi hem de solcu olduğunu iddia etmek, evlere şenlik bir türk parodisidir, bunu biliyorum...

    ne yazık ki, enternasyonalist anlamda solcu düşüncenin bu ülkede istisnasız her zaman muhalefette kalmasının ve daha da önemlisi, kemalizm'in sanki "alternatif sol" bir projeymiş gibi kabul edilmesinin bir nedenini de, "hayal ve gerçek" algılamaları üzerinde sert deneyler yapan toplum mühendislerinin "beklenti yönetimi" stratejilerinde aramak gerekiyor galiba:

    türkiye'nin tarihi, biraz da, bazı eşitsizliklerin kader gibi gösterilmesinin tarihidir...

    bugün, yüz yıl önceki rüyanın tersine, "sermayenin milliyeti olmaz" ilkesinin soğuk gerçekliğine sıcak bakmak gerektiğini, kültür ve medeniyetin aslında pekala karşılıklı etkileşim içerisinde yaşayabileceğini ve bunun, tek tek bireyler olarak yaşam kalitesi seviyelerimiz arasındaki eşitsizliklerle sivil yoldan mücadele etmek için olası bir ortak zemin olduğunu düşünüyorum...

    önce hayali "kültürel aidiyetler"e sonra da milliyetçi reflekslere dört elle sarılan muhafazakarlar, "enternasyonalist kültür"ü de emperyalizmin bir türevi sayıyorlar...

    küresel kapitalizmin "milletler-üstü" eşitsizlik yasaları bu ülkede daha fazla insanı yoksulluğa sürüklemeden, bizler de "liyakat ve sadakat çelişkisi" ekseninden nemalanan rehavetlere kapılmadan, her birimizin "pazarlanabilir profesyonel yeteneklerimizi" nasıl artırabileceğini konuşmalıyız belki de:

    bu ülkedeki gelir dağılımı eşitsizliğini iyileştirmek için "sürdürülebilir" politikaları tartışmamız gerekirken, umut bağlamamız gereken şey "ben ülkemi pazarlatmam" hamaseti değil galiba...

    meraklısı için:

    (bkz: #8504091)...
  • edward hallett carr'ın milliyetçiliğin tarihsel olarak nasıl değişip dönüştüğünü anlattığı kitabı. kitap genel olarak iki kısma ayrılmış. ilk kısımda milliyetçiliği 4 döneme ayırmış. ilk kısım fransız devrimi öncesi yani daha çok kilise ve krallık dönemi, ikinci kısım napoleon'dan başlar ve birinci dünya savaşına kadar devam eder, üçüncü kısım 1. ve 2. dünya savaşı arası dönemi, 4. kısım ise 2. dünya savaşı sonrası dönemi ele alır. ikinci kısım ise daha çok gelecek üzerinde durmuş ve birey, ulus, özgürlük gibi kavramları irdelemiş.

    yazar ilk bölümde şöyle bir not düşmüş: "18. yüzyıl birçok savaşa tanık oldu ama bu yüzyıl aynı zamanda önde gelen avrupa ülkelerinde kabul edilen ortak bir dil olarak fransızca ile birlikte, eğitim görmüş sınıfların kendi aralarındaki özgür ve dostça ilişkiler açısından modern tarihin en "enternasyonal" dönemiydi de. siviller kendi hükümdarları savaş halindeyken istedikleri yere gidebiliyor ve birbirleri ile özgürce iş ilişkilerine girebiliyorlardı. bu kuralların ve alışkanlıkların kaynaklandığı uluslararası ilişkiler kavramı, açıkça günümüzde yerleşik olandan tamamen farklı bir şeydir."

    pandemi sebebiyle ülkelerin birer birer sınırlarını kapattığı şu döneme bakınca teknolojinin artmasıyla bu tür kavramların daha da arttığını ve artacağını düşünüyorum. düşünsenize ülkeniz herhangi bir ülke ile savaşta ve siz rahat rahat bu ülkeye girip çıkabiliyorsunuz. modern görmediğiniz dönemlerde yaşanmış şeyler bunlar. bir de savaş kavramının değiştiği günümüze bakıyorum ve topyekûn savaş artık geçerliliğini korumasa da en ufak bir ekonomik anlaşmazlığın bile ülkeler arasındaki gerginliği ne kadar körükleyebildiğini hep beraber görüyoruz.
hesabın var mı? giriş yap