*

  • messier aslında bir kuyruklu yıldız avcısıdır. daha önceden tanımlanmış cisimleri kuyruklu yıldızlarla karıştırmamak için hepsini numaralandırmaya karar verir. ortaya halen sıkça başvurulan bir katalog çıkar. bu katalog o katalogtur.
  • yildiz kumeleri, galaksiler ve nebulalardan oluşan katalog. toplam 110 gökcismi içerir.
    (bkz: m1) (bkz: m2) (bkz: m3) (bkz: m4) (bkz: m5) (bkz: m6) (bkz: m7) (bkz: m8) (bkz: m9) (bkz: m10) (bkz: m11) (bkz: m12) (bkz: m13) (bkz: m14) (bkz: m15) (bkz: m16) (bkz: m17) (bkz: m18) (bkz: m19) (bkz: m20) (bkz: m21) (bkz: m22) (bkz: m23) (bkz: m24) (bkz: m25) (bkz: m26) (bkz: m27) (bkz: m28) (bkz: m29) (bkz: m30) (bkz: m31) (bkz: m32) (bkz: m33) (bkz: m34) (bkz: m35) (bkz: m36) (bkz: m37) (bkz: m38) (bkz: m39) (bkz: m40) (bkz: m41) (bkz: m42) (bkz: m43) (bkz: m44) (bkz: m45) (bkz: m46) (bkz: m47) (bkz: m48) (bkz: m49) (bkz: m50) (bkz: m51) (bkz: m52) (bkz: m53) (bkz: m54) (bkz: m55) (bkz: m56) (bkz: m57) (bkz: m58) (bkz: m59) (bkz: m60) (bkz: m61) (bkz: m62) (bkz: m63) (bkz: m64) (bkz: m65) (bkz: m66) (bkz: m67) (bkz: m68) (bkz: m69) (bkz: m70) (bkz: m71) (bkz: m72) (bkz: m73) (bkz: m74) (bkz: m75) (bkz: m76) (bkz: m77) (bkz: m78) (bkz: m79)
  • nebulalar : m1, m8, m17, m20, m27, m42, m43, m57, m76, m78, m97

    acik yildiz kumeleri : m6, m7, m11, m16, m18, m21, m23, m25, m26, m29, m34, m35, m36, m37, m38, m39, m41, m44, m45, m46, m47, m48, m50, m52, m67, m93, m103

    kuresel yildiz kumeleri : m2, m3, m4, m5, m9, m10, m12, m13, m14, m15, m19, m22, m28, m30, m53, m54,
    m55, m56, m62, m68, m69, m70, m71, m72, m75, m79, m80, m92, m107

    galaksiler : m31, m32, m33, m49, m51, m58, m59, m60, m61, m63, m64, m65, m66, m74, m77, m81, m83, m84, m85, m86, m87, m88, m89, m90, m91, m94, m95, m96, m98, m99, m100, m101, m102, m104, m105, m106, m108, m109, m110
  • (bkz: ngc katalogu)
  • (bkz: sözlüğü günlük olarak kullanmak)

    lisans ikinci sınıf öğrencisiyim. elimize doğru düzgün teleskop değmiyor. o aralar deli gibi de gökyüzü fotoğrafçılığı ile ilgileniyorum. tabii dslr makinelerin ortalıkta olmadığı zamanlar. bu günlerden birkaç yıl sonra ilk defa bir dslr makinaya dokunup orgazm olmuştum ki bir tübitak projesinden kazandığım ilk parayla edinmiştim bir tane kendime (birkaç sene önce çalınana kadar (bkz: #61188159)).

    gökyüzü fotoğrafçılığı ile ilgilenen bir başka arkadaşım gözlemevindeki atıl teleskoptan bahsediyor. ne bilimsel gözlem yapılıyor kendisiyle (yapılamıyor) ne de başka bir işe yarıyor. öylece kapısı kilitli duruyor. "gidip kullanalım" diyoruz. atlıyoruz kış günü otobüse. o zaman gözlemevine giden son otobüs saat 20.00'de kalkıyor. araba falan zaten yok, gittin mi geri dönemiyorsun yani. sırtımızda çantalar, matlar, fotoğraf ekipmanları, 5 litrelik su bidonu ve yiyeceklerimizle yeni gözlemevi müdürü olmuş hocanın lojman kapısını çalıyoruz. "hayırdır gençler" diyor. "biz x teleskobunu kullanmaya geldik". çat kapı gitmişiz manyak gibi. bayaa izin falan da istemiyoruz, "anahtarı ver fotoğraf çekecez" modundayız. adam şaşkın. sırtımızda çantalar. gelmişiz o kadar yol katetmişiz geri de dönüşü yok. el mahkum veriyor anahtarı.

    hiçbir elektronik altyapısı olmayan bu teleskopla gece boyunca "oynuyoruz". filmlerimiz bitene kadar geniş açı fotoğraflar çekiyoruz. zaten teleskoptan yararlanamayacağımızı biliyoruz çünkü teleskoba fotoğraf makinamızı bağlayacak ekipman yok. maksat teleskobu tanımak. fotoğraflarımızı çektikten sonra teleskobun ölçülerini alıyoruz. amacımız bir piggy-back aparatı* yaptırmak, böylece teleskobun takip motorundan faydalanıp uzun pozlama yapacağız, dünyanın dönmesinden etkilenmeden.

    teleskobun üzerine binecek bir fotoğraf makinası ve lens öyle hafife alınacak şey değil, uygun şekilde karşı ağırlık asmak gerekiyor (ki takip motoru sapmasın). ayrıca kubbenin içinden geniş açı çekim yapacağımız için, piggy back aparatını nereye takarız, oradayken hangi lenslerimizle çekim yaparsak kubbe kadraja girmez, taktığımız yerin dönme eksenine uzaklığı nedir, nasıl bir tork uygulayacak basit kestirimlerle (sanayi ustası metodları) çıkarmaya çalışıyoruz. sabahı ediyoruz.

    ertesi gün fotoğraflarımızı tab ettirip, uyumakla geçiyor. 1 gece teleskobumuzdan uzak geçirip, 3. gece tekrar gözlemevine dönüyoruz.

    "hocam biz geldik, anahtar lütfen"... bu sefer elimizde sanayide yaptırdığımız dökme demir piggy-back aparatı var. mal gibi dökme demirin ağırlığını düşünmemişiz, takip kaçıyor tabii. bir yığın ölçüm, test, gözlem ile yeni fotoğraflar çekiyoruz. ta ki yanımızdaki filmler bitene kadar.

    ertesi gün banyo ettirip tab ettiriyoruz. sonuçları görüp tartışıyoruz "nerede hata yaptık" diye. bu gece neyi fotoğraflayalım diyoruz. doğma/batma saatlerini hesaplıyoruz, aya uzaklıklarını düşünüyoruz. "o bölge bulutluysa yönelecek b planımız olsun" diyoruz. hazırlıklarımızı yapıp tekrar gözlemevine...

    bütün kış böyle geçiyor (tabii bütün derslerden çakıyoruz). hemen hemen birer gün arayla, haftada 3-4 gün sürekli o teleskoba gidiyoruz. artık teleskobun nazlı noktalarını öğreniyoruz. kubbenin nerede takıldığını, takip motorunun ay/güneş takip ederken nasıl sapmalar yaşadığını, göz gezdirme arpacığının pointing hatasını ezbere kestiriyoruz. dolunay mı var? limit parlaklığınla gideceğin yıldızı mı bulamıyorsun? dert değil, avucumuzun içi gibi biliyoruz yukarıyı, elimizle koymuş gibi buluyoruz yıldızları, yaygın cisimleri.

    reciprocity failure'un ne olduğunu tecrübeleriyle öğreniyoruz. fotoğraf filmlerimizin uzun pozlarda verdiği tepki logaritmik azalıyor. ancak biz bunları gün aşırı deneylerimizle gözlemliyoruz. bu yüzden kimi zaman yarım saat-1saat poz verip öylece karanlıkta bekliyoruz. kimseye bir külfetimiz yok. gözlemevinden anahtar ve dibine işeyecek erik ağacı dışında talebimiz yok. sadece karanlıkta fotoğraf çekiyoruz.

    fotoğraf filmlerini banyo ettirmek, bastırmak giderek masraf oluyor öğrenci bütçemize. her ne kadar uygun yerlerle anlaşmış olsak da. zaten 36'lık bir rulonun 34 tanesi simsiyah çıkıyor, bir iki fotoğrafta belki umut var. siyah beyaz çekim yapsak kendimiz banyo eder, agrandizörde basarız da renkli fotoğrafı banyo edecek ekipman nerde? gidip fotoğraf filmlerini tarayan scannerlardan alıyoruz. ekonomik olanlarından ama. fotoğraf karelerini ikili ikili kesmemiz gerekiyor taramak için. zahmetli ama ucuza sonuç veriyor. image processing yapıyoruz ama dedektör gürültü seviyesinde değil. o zaman gözlemevinde bile ccd yok, bizde ne gezsin bias'lar dark'lar flat field correction'lar...

    zifiri karanlıkta dolunayın parlak gelebileceğini, hatta yerde gölgemi görebilecek kadar parlak olacağını bu günlerde öğreniyorum. bırak gölgemi, dolunayda kitap okunabileceğini öğreniyorum. fotoğrafların pozlaması için deklanşör kablosunu kuruyor, saatimi ayarlıyor ve kubbenin dışına çıkıp kitap okuyorum. beyaz kağıda nazaran, saman kağıda basılı kitaplar verimsiz oluyormuş ay ışığında.

    bu günlerde bazen parasızlıktan az film alırdık yanımıza, bazen de plansızlıktan erken tüketirdik ruloları. öylece kala kaldığımızda saatlerce rastgele teleskopla gezerdik. samanyolunun disk bölgesi, malum en yoğun bölge olduğundan, gezinmesi en zevkli, en sürprizlerle dolu bölge oluyor. burada rastgele gezip bir yandan kahve içerken "lan?! bu ne?! bişe buldum?!" nidaları attığımız çok olmuştur. artık teleskopla ve gökyüzüyle yeterince seviştiğimizden bulduğumuz cismin dik açıklığını ve saat açısını teleskop kadranlarından okur, gerekli dönüşümleri yapar, kataloglardan, gökatlaslarından veya kitapçıklardan "bulduğumuz" cismin ne olduğunu kestirmeye çalışırdık. o dönem yanımda taşımaya başladığım kitap, heralde 6-7 yıl boyunca çantamdan hemen hiç ayrılmadı. yıpranmışlık seviyesi belli ediyordur zaten. ay ışığında ona bakardım da hep yüzüme vururdu gerçeği tokat gibi: "bulduğun cisim" bir messier kataloğu nesnesi. hani şanslıysan arada bir messier’in kaçırdığı ama ngc kataloğuna dahil bir şey yakalardın.

    charles messier ilk olarak ağustos 1758'de boğa takım yıldızında sönük, yaygın bir cisme denk geliyor, ismi yengeç bulutsusu (bkz: crab nebula). diyor ki "ulan ben dahil millet bunları tekrar tekrar görüp kuyruklu yıldız bulduğunu zannediyor. iyisi mi ben bunları indeksleyeyim de bulduğunu sanan birisi dönüp baksın, zaman kaybetmesin, şüpheye düşmesin". işte ağustos 1758'de messier oluşturmaya başladığı katalogun ilk elemanını listeye ekliyor ve başlıyor gökyüzünü taramaya. harvard'ın "önemli" üyelerinden owen gingerich de "the messier album" kitabının girişinde "nowadays it is easy to repeat messier's observations" diyor. 25 yılda 10 cm çaplı mercekli teleskobuyla 100den fazla cisim katalogluyor. biz 250 yıl sonra 30cm'lik teleskopla bunlara "çok daha rahat denk geliyoruz".

    hani “senden 250 yıl önceki adamla aynı gökyüzüne bakıyorsun, onun izlerini takip ediyorsun" romantizmi yapmaya çalışmıyorum. burada daha kritik bir şey var. messier o yıllarda bana bir şey bulamamanın kayıt altına alınmasının bile değerli olduğunu öğretti. herhangi bir şeyi kaybettiğinizde, onu ararken bir noktadan sonra insanlar size "koltuğun altına baktın mı? çekmeceye baktın mı?" gibi sorular sorar ya hani. siz de oralara baktığınızı söylersiniz ve yine de bulamadığınızı söylersiniz. bu basit "indeksleme" bile aslında sizin arama alanınızı daraltır. böyle anlatınca kabak gibi önünüzde olan, her gün yaşadığınız bir şeyden bahsediyorum diye değersiz geliyor kulağa ama günlük hayatımızda, çalışmalarımızda, araştırmalarımızda bu basit yöntemi hiç kullanmayarak aslında arama alanımızı (search cone) daraltamıyoruz ve bazen doğrudan, çoğunlukla dolaylı olarak hatalarımızı/araştırmamızı/deneyimizi tekrar ediyoruz.

    messier koca gökyüzünde kuyrukluyıldız veya benzer "sürprizler" kovalayan kişiler için "ben oraya baktım" listesi hazırlıyor aslında. bu, araştırmanın doğrudan sonuç vermediğinde bile sisteme kümülatif değer katmanın yegane yolu. sadece başarılı sonuçlarınızı yayımlayarak sisteme katkıda bulunmazsınız. "ben şunu denedim, olmadı" demek o kadar değerli ki, sadece araştırma yaparken değil, güvenlik kamerası boş sokağı çekerken bile "o saatte oradan araba geçmedi" bilgisini sağlamış oluyor. bunu anlamayan kişiler sürekli survey teleskoplarla izlenen gökyüzü için uzaylı ziyaretleri uydurabiliyor, veya bundan faydalanan kişiler farklı formlara sokabiliyor. (bkz: önümüzdeki cuma görüntüleri açıklayacağız)

    indekslenmiş bilginin görmezden gelinmesinin yarattığı cehalet (uzaylı ziyareti) veya noksanlığının çıkar uğruna abuse edilmesi (kabataş rezaleti) tarihte hep oldu. charles darwin'in kendisi dahil bu "literatürü ignore etme" haline. ancak araştırmalarımızı yaparken "işe yaramayan bulguların indekslenmesi" heyecan verici olmadığından bir külfete dönüşüyor. sonunda da toplumda biliminsanlarının delilik ve dahilik çizgisinde bir noktada, sonuçlarını bir anlık ilhamla bulduğu, hollywood'un ve orta halli bilimkurgu yazarlarının besleyip şişirdiği mad scientist algısı oluşuyor. ancak "gerçek scientist"lerin yolu (edwin hubble'dan august weismann'a, robert millikan'dan leon foucault'ya) bu sıkıcı, sistematik, sabır dolu yoldan geçiyor. mevzu bu yolda edindiklerimizi kümülatif değere dönüştürebilmekte, ve başkalarının aktardıklarını sabırla inceleyip değerlendirebilmekte. ister 400 asa kodak filmi deklanşör kablosuyla yöneterek, ister bin farklı açıyla proton çarpıştırıp farklı sonuç elde edemediğini not ederek.

    kısacası aynı şeyi tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek istemiyorsak, aynı şeyi tekrar edip etmediğimizi bilmek gerekiyor.
hesabın var mı? giriş yap