*

  • böyle bir başlık olmaması beni derinden üzdü. bu eksiği, bu işten derin acılar çekmiş bir kardeşiniz olarak başlatmak ve yeni nesil gençlere bir küpe olabilecek şekilde doldurulmasını talep ediyorum.

    kendim tecrübelerimden başlayayım zira çok şey gördüm geçirdim. şu an çevremde beni öğrencilerine ya da çalışanlarına motivasyon konuşması yapayım diye davet eden bir kaç arkadaşım var ama esas ümidim benden sonra da eklenecek diğer güzide yazarların entryleri de çok önemli. ben henüz bir şey başaramadım ama sanırım artık çevremi ikna ettim. bundan 3 yıl önce benden başka kimse inanmıyordu bana. artık beni tanıyan herkes inanıyor.

    öncelikle herkesin durumu benimki ile aynı değil. dolayısıyla durumunuz farklı ise, benim önerilerimi eleştirmeyiniz. elinizden geldiğince faydalanmaya çalışınız. faydalanmayacaksanız da görmezden geliniz. zira ben bir otorite değilim bu konuda.

    ben, babası esnaf olan bir çocuktum. yazları herkes tatile giderken, ben dükkanda dedemin çırağı idim. babam da ilkokuldan beri esnaftır. hatta ilkokul bitince, direkt çalışmaya başlamıştır. ilk başlarda durumumuz orta halli olsa da, sonradan ortalamanın üstüne çıktık. geçimimiz, babamın hesap kitap bilmesinden dolayı, tasarruf etmemizden dolayı, kısaca işini 7/24 takip etmesinden dolayı, ya da başka deyişle aza kanaat etmelerimizden dolayı hep iyiydi. sıkıntılar çektik ama açta açıkta kalmadık.

    günümüzde gördüğüm bir şey var. babadan bir şey kalmıyorsa, yeniden bir iş kurup, mağaza açıp, süper işler yapmak zor. zaten babası memur olan, memurluğu istiyor. babasının fabrikası olan da, fabrikaya kuruluyor.

    ben de babadan öyle gördüğüm için esnaf oldum. lise 1'de iken, düşündüm. bir başka yere işe girip, mühendis olup kafa patlatacağıma, en kolayından işletme okurum, rahat ederim gibime geldi. ilk hatayı burda yapmışım.

    işletme çok kolay bir bölüm evet. ama esasen, hayatla ilgili en güzel zamanlar üniversitede geçen zamanlar. benim gibi yapacağınız iş iyi kötü belli ise, hobilerinize yönelebilirsiniz. ben tembellik yaptım ve sanki üniversite en güzel tatil dönemiymiş gibi davrandım. herşeyi boşladım. işletme okumak çok kötü bir tercih değildi. sonuç itibariyle çokta şey kattı bana ama esasen başka bir bölüm okuyabilirdim. misal müzik, yabancı dil, ya da başka bir eğlenceli bir şey. fakat bir taraftan askerlik sorunu olduğu için, riske atmadan, diploma odaklı okudum. üniversitenin bitmesi ve diplomayı almam gerekiyordu neticede. bu konu daha detaylı bir konu, hani üniversitede bölüm seçme ayrı bir iş. ama o olayı anlamıyorum. 18 yaş civarında bir insan ne kadar işine, geleceğine karar verebilecek kapasitede olabilir ki?

    bence lise biter bitmez, sınava girip bir yer kazanmayın. varsın 1 sene, 2 sene kaybedin. dünyayı gezin, ülkeyi gezin, ya da oturun düşünün araştırma yapın. ama ne yazık ki, o günkü telaşla, yıl kaybetmeyeyim diyerek hemen palaspandıras giriyoruz üniversitelere.

    ben ilkokul mezunu bile olsam, babamın yanına gidecektim. belliydi benim ki. ama okuyayım da, nolursa olsun, bilgi kültür iyidir diye düşündüm. hatta sonra yönetim organizasyon yükseği bile kovaladım.

    o kısımlar şimdilik önemli olmadığı için sonuca geçerek, bende kayışın koptuğu anı anlatacağım size. ve esas bundan sonrası çok önemli. bundan sonrasını dikkatle yazacağım. siz de dikkatle okuyun.

    bir gün iş yerinde bir ağırlık çöktü bana. durumumu inceledim. elimdekilere baktım. nelerim vardı? ve beni neler bekliyordu? şimdi bunlara bakalım.

    27 yaşımdaydım. 3 yıldır evliydim ve karımı 8 yıldır tanıyordum. ilerleyen yıllarda çocuk sahibi olmayı düşünmeye başlayacaktık. iyi bir eğitim almıştım. şehrin güzel bir yerinde evim vardı. işlerim içinde kulladığım güzel ticari bir aracım vardı, istersem daha sonra spor bir modelde alabilecektim. nakit param çok yoktu, çünkü işleri döndürmek için kullanıyorduk ama güzel bir sektör yakalamıştım, işler büyüyordu. normalde yaptığımız işte şehrin ilk 1000 inde isek o sektörde benim sayemde yaptığımız atılımla ciroda ilk üçte, verimlilik kar oranında birinciydik. zirveye adım adım yaklaşıyorduk. askerlik sonrası 4-5 yıldır işin başındaydım ama gayet iyiydi herşey. istediğim zaman tatile gitmenin yanı sıra, sabah istediğim saatte işe gidiyordum. akşamda elemanlara şu saatte kapatın diye talimat verip gidebiliyordum. iş yerinde istediğim zaman mola verip, kimseye hesap vermiyordum. tüm bunları niye detaylandırıyorum? çünkü durumum hakikaten iyiydi. yani bundan daha iyisini isteyemezdim.

    ama o an bir soru sordum kendime. mutlu muyum?

    mutlu muyum?

    eğer cevabım evet ise, 27 yaşımda sahip olduğum herşey biraz biraz daha artarak, sağlık sıhhat sorunu olmadıkça, 30 yıl beni çoşkuyla yaşatacaktı. sıkıntım olmayacaktı. çocuklarım olacak, işimde devam edecektim. yeni arsalar peşinde koşacak, arabayı yenileyecek, tok kapı golf bakacak, hatta mercedes filan alacaktım. yazlık alacak, eşimle bu yaz 4 günlük paris turuna mı, yoksa madagaskar turuna mı çıksak diye tartışacaktık. yan dükkandakiler orayı boşaltınca, orayı da devralacak, işleri büyütecektim.

    ama içimi bir rahatsızlık kapladı. çöktüm olduğum yere. 5 dakika sorulan hiç bir soruya cevap vermedim.

    aldım anahtarı, arabayla 2 saat şehrin sokaklarında dolaştım.

    duruma baktım. pazartesi sabahı işe gelirken, cumartesi akşamının hayaliyle yanıp tutuşuyordum. babam en ufak bir tatilde bile, dükkana gelmekten çekinmiyordu. bense tatil günü iş yerinin yakınından geçmemeye çalışıyordum. babam gece gündüz, işini düşünüyordu. ben ise işte bile işten kopuktum. hatta üniversite okumamın nedeni, işten olabildiğince kaytarmak, dükkana gelme işini 4 yıl geciktirmekti. ben bu işi esasen sevmiyordum. ve bir hata yapmıştım. hatamla yüzleşmem gerektiğini anladım.

    acaba baba mesleğini seçmek doğru mu? bunu tüm baba mesleğini seçeceklerin uzun uzun düşünmesi lazım. baba mesleği seçilecekse ayrı sorunlar oluyor çünkü. babanız imparatorluğunu size emanet edecek ama bunu kolaylıkla vermiyor çoğu zaman. sizin hatalarınızı tecrübe etmenizi izleyemiyor. yüreği kaldırmıyor. bunun için benim önerim, doğru mu bilmiyorum, cem boyner örneği. galiba togo ayakkabıyı babası önce cem boyner'e al yönet diye vermiş. cem boyner'de bir süre sonra batırmış şirketi. babası tamam sen oldun gel deyip, boyner holding'e almış. bu doğru değilse bile, düşünün şirket sahibisiniz, 30 trilyonu yönetiyorsunuz şirkette. önce oğlunuza 50bin tl verin. gitsin bir kaç bişiy yapsın. o 50 bini batırsa size koymaz. çünkü o tecrübesi olmaz ise 30 trilyonu nasıl yönetecek. hatta 50 bini batırdı mı? yetmez 100 bin verin sonra. zaten mal değilse, önce 50 yi 60 yapar. ya da 40 mı yaptı diyelim. sonra 100 verin, gerizekalı değilse 100 ün hepsini de batırmaz yani. sonuçta tecrübe bedava kazanılan bişiy değil. ama kral olan baba, yani işletme sahibi bu kadar kolay devredemiyor. benim babam da zor devretti ordan biliyorum. adamın çocuğu gibi olmuş işi. kendince bir yanlış gördü mü, dayanamıyor, müdahale ediyor. hatta mesleki körlük içine girmiş. onun bile farkında değil. ben çok şeyi yeniledim. ama ne zorluklarla. bazı fosilleşmiş düşüncelerini yenmemiz gerekti. sağolsun çok kötü bir patron değildi o konuda. ama bazen iplerimi çok sıkıyordu. bilmiyorum belki de çok çok sıktığı için sıkıldım bunaldım ve derin düşüncelere daldım. bir gün belki bunu yine ayrı başlıkta baba oğul aynı iş yerinde çalışma başlığında tartışırız.

    bir süre sonra bu konuyu eşimle aynı bu cümleler ile olmasa da, biraz boşluğa bakarak konuştum. beni çocuklukla ve ne istediğini bilmemekle suçladı. benden adam olmazdı. her şeyimiz vardı. daha ne istiyorduk ki hayattan? o sürede eşimden uzaklaşmaya başladım. garip bir şekilde o da başka bir adam buldu. bunu hissettim. ama hiç kurcalamadım. işin garip yanı, bunu bir fırsat olarak gördüm.

    vakti zamanında ona iş kuruyordum. bana bir iş yapmak istediğini söylemişti. bende destek oldum. 1 ay ofis tadilatıyla ilgilendim, para harcadım. ofisi açtık. ilk iş günü, masaya oturur oturmaz, internetten iş ilanlarına baktı ve ben bu işi yapamayacağım dedi.

    canın sağolsun dedim. ve bulduğu ilanlardan biri gayet iyi bir holdingte ik'cı ilanıydı. o şirkette çalışan arkadaşım yardımıyla onu işe soktuk. gık demedim. hatta mutlu olsun da gerisi yalan demiştim. zarar ettik ama zerre önemli değildi. kapadık ofisi. o da çok sevinmişti. hatta aşırı sevinmişti. bende içimden 'o kadar sevinme, belki bu iş ayrılmamıza neden olur. bilemezsin' demiştim. dışımdan demedim.

    daha sonraları iş stresini eve getirmeye başlamıştı. bende ağzını yokladım. dedim bu iş sana yaramıyor. ayrılacaksın ve sana başka iş bulacağız dedim. zira çalışmasını istemiyor değilim. benim amcam, ben doğmadan önce vefat etmiş. eşi, yani yengem de ona olan aşkından dolayı kimseyle evlenmedi. ama işi gücü olmadığı için büyük sıkıntılar çekti ekonomik olarak. bende bana ilerde bir şey olursa eşim güçlü olsun diye, çalışmak isterse destekleyeceğim diye yemin etmiştim. o yüzden başka işte çalışmasını teklif ettim. ama bu bir yemdi. senden ayrılırım işimden ayrılmam dedi. oha öyle mi? öyle. tamam dedim. boşanmak b planım olmadı hiç. a planım vardı. tekti. evliliği devam ettirmek. mutlu olmak. ama o boşanmak isteyince tek celsede bitirdik. kılçıksız ayrıldım. sıfır sorun. uzun mevzu ama kısa geçtim.

    tüm bunların o zamana denk gelmesi de tesadüftü. işimi değiştirmek istediğim zaman eşimi de değiştirmek zorunda kalmıştım.

    boşanmak biraz psikolojik olarak yıkım. insan, toplum tarafından yaftalanmış gibi hissediyor kendini. ben boşanmış adama kız vermem geyikleri kulağınıza geliyor. sevgili olmak istediğiniz kızlar sizden kaçıyor. bunlar çok normal. bir süre sonra alışıyorsunuz. şimdi geriye dönüp baktığımda görebiliyorum ki, hayatımda yaptığın uzak ara en iyi şey boşanmak imiş. ikincisini tartışabilirim ama birincisi buymuş.

    benim ondan daha önemli bir sorunum vardı. meslek değiştirmeye çalışıyordum. ama ne yapacaktım. 27 yaşında tüm geçmişini ardında bırakıp bir insan ne yapabilirdi?

    (bkz: #48446402) da yazdığım gibi buhran dolu zamanlarım çok oldu. ne yapacağımı bilemiyordum. tonla sektör araştırdım. para kazanabilirdim çoğundan. ama benim kriterim para kazanmak değildi ki. ben mutluluk istiyordum. para kazanılacaksa zaten benim şu an ki işimde para vardı.

    ve kendimce kriterler belirledim.

    1) para önemli değildi. zaten ben sevdiğim işi yaparsam, muhtemelen o işte baya iyi olacaktım. para kazanılmaması için bir sebep yoktu. bu saatten sonra araba ve ev alma telaşımda olmayacağı için, atıyorum barmenlikse hayalim, barda asgari ücretle bile çalışabilirdim. hatta onun yarısına bile razıydım. hatta üstüne para verip yapmak isteyeceğim bir iş bile olabilirdi. çünkü para mutluluk getirmiyordu. bunu görmüştüm.

    2) tatil. evet tatil. tatilsiz 3 yıl gık demeden çalışsam, yine de öff demeyeceğim bir iş olmalıydı. çalışırken, uzun mesai saatleri sonrası yine de mutlu olacağım bir sektör olmalıydı.

    3) yaşanacak şehir. ben doğuda askerlik yaptım. batıda büyüdüğüm için oraları sevemedim. bana uygun değil. yemekler acılı. doğası başka. insanları samimi ama işte ne biliyim bana uygun değil. misal bana doğu anadolunun tüm baraj işletmelerini ver, elektrik dağıtım işini ver, ya da ne biliyim digitürk yönetim işini ver, tonla para kazanacak olayım, oraya taşınmam. zerre umrumda olmaz. yılda 5 milyon dolar kar eden ayakkabı fabrikasını van'a kuracak olayım, zerre ilgilenmem. ama öyle bir iş olmalı ki, yaşamam dediğim yerde bile yaşamayı göze alabileyim. doğuya, ya da başka bir kötü ülkeye taşınmama o iş aşkı sebep olabilsin. bu yeni iş bana bunu da sağlamalıydı.

    4) şan şöhret. herkes medyada yer almaktan hoşlanmaz ama ben kamera görünce seviniyorum. insanların beni tanıması hoş olurdu. kendimi tanıdım. bundan hoşlanıyordum. ayıp bişiy değil. işte ekonomi dergileri, restoran zinciri sahibi jzff, bu haftaki kapağımızda, filan deseler o da hoş olurdu. yani yapacağım işin bir basın değeri olmalıydı. hatta cemyılmaz'ın anlattığı kakabüsçü adam bile olabilirdim. anladınız siz ne demek istediğimi. bu kendimi tanımamla alakalı bir durum. herkes illa bunu ister diye bisiy yok.

    5) kişisel gelişim. kendimi her gün geliştirebileceğim bir iş olmalıydı. bu zihnen mi olur, fizyolojik mi olur farketmez. gelişimin iyisi kötüsü olmaz. gelişim gelişimdir.

    6) fuar, seminer, sektöre yön verme : bence işin yeniliklerini takip edemiyorsanız, büyüme hayaliniz yoksa, gelişim istemiyorsanız, aferin size. çünkü ben öyle biri değilim. rahatsızım. sektörde yenilik ne olmuş, bilmezsem kuduruyorum. öyle bir iş kolunda olmalıydım ki, işin kurallarını belki ben yeniden yazabilmeliydim. araştırabilmeli, fuarları ya da seminerleri takip etmeli, işimi de geliştirebilmeliydim.

    7) seyahat: bu tatil seyahati değil. iş gezisi yapmayı seviyorum ben. işim hep aynı yerde aynı insanlarla olmamalı. değişik müşteriler olmalı. değişik mekanlar olmalıydı. örneğin işte istanbulda deri atölyem olup yılda 60 milyon dolar kazanacağıma, türkiyenin 6 ayrı şehrinde deri ceket satan mağazalarım olup 10 milyon dolar kazanmalıydım. rakamları tamamen sallıyorum tabiki anlayasınız diye.

    8) zenginlik: 1. madde de paraya değindik ama, bu daha başka bisiy. benim için 1 milyon doların var ise, üstündeki her para lüks. yani 2 milyon dolar ile 100 milyon dolar arasında teknik olarak bir fark göremiyorum. dolayısıyla ruhumu zengin edecek bir iş istiyordum. ruhum evet jzff. tamam bu iş. demeliydi.

    9) güç, itibar, yasallık: haliyle ailemin gururlanacağı, benim de hapse girmeyeceğim bir iş olmalıydı. beyaz kadın ya da uyuşturucu ticareti yapsam belki ilk 8 maddeye uyacaktı. porno sektöründe olsam amerikaya seminerlere, fuarlara gidebilirdim, belki playboyun sahibi gibi ünlü olabilirdim ama bu seferde, başka sorunlar çıkacaktı. pablo escobar olamazdım.

    10) maddeleri arttırabilirim ama bunla sonlandırayım. din ve siyaset ile ilgili bir şey olmamalıydı. tamamen eğlenebileceğim bir şey olmalıydı. milletin yalakası olmayacağım bir şey olmalıydı. kuralları net olmalıydı.

    ara edit(11): bu maddeyi unutmuşum sonradan ekledim. halbuki en önemli maddelerden biriydi. neydi? ahkam kesebilme durumu: yani? yanisi şu, o konuda birisiyle tartışırken duayen olabilecek kadar sektörü sahiplenebilme hissi. misal ben davul çalıyorum ama profesyonel müzisyen olmayı istemedim. çünkü birisi beni eleştirdiği zaman davulda kendimi rahat hissetmiyorum. yüzde yüz hakim değilim müziğe. 20 yıl çalışsam da olabileceğime inanmadım. o yüzden eledim. öyle bir şey seçmeliydim ki, o konuda atıp tutsam bile kimse anlayamamalıydı. destekli sallayabilmeliydim.

    kişisel kriterler belirleyin kendinize. benimkiler bunlardı.

    aslında 27 yaşımda bunu isimlendirdim, fiili olarak 3 yıldır arıyordum ama, 25 imde ufak ufak başlamıştım denemelere. hali hazırda çalışıyorken, bir kaç değişik iş yaptım. gazete çıkarttık. radyo programı sundum. bar müzisyenliği yaptım.futbol hakemliği kursuna gittim. perakende magazacılık yaptım. bir sürü marka ile franchise için görüştüm. olmadı.

    fiili ararkende, yine franchise görüşmelerim oldu. saanen keçi sütü üretim işi araştırdım. ayakkabı fabrikası kurma fizibilitesi yaptım. senaryo yazma kursuna gittim. hastane kurma fizibilitesi yaptım. emlak ve inşaat işleri kovaladım. turizm işlerine merak sardım. restoran, market vb gıda işlerini kurcaladım.

    yok yok yok. bulamadım. ve bu sırada çevreden de, ayran gönüllü, şıpsevdi yaftasını da yedim. çünkü beni gören, bir hafta sonra gördüğünde, noldu saanen keçisi işi diyince, olmadı başka iş kurcalıyorum diyordum. yani beni mutlu etmeyeceğini anladığım işte niye direteyim ki? vazgeçiyordum işte. diretmiyordum. ama insanlar öyle düşünmüyor. senin tüm süreçte neler yaşadığını ve düşündüğünü bilmiyorlar. bu çocukta iyice sapıttı diyorlar.

    bir gün sabah kalktım.

    3 yıl sonra kalktım. aman yarabbi. o ne rahatlama. tüm sorularıma cevap buldum. aklıma gelen fikir her kritere uyuyordu. ufak çaplı bir araştırma yaptım. türkiye'de bunu yapmak mümkün değildi. araştırdım. eğitim için evi arabayı sattım. 3 ay kadar hazırlık sürdü. vizeydi, araştırmaydı, kesin karardı, derken yola çıktım. yapmak istediğim iş ile ilgili bir takvim oluşturdum. 4 yıl dolmak üzere. hala yoldayım. hala bir baltaya sap olamadım. ama olacağım. 3 belki de 4 yıl daha eğitim devam edecek. bu sırada ufaktan para kazanmaya da başladım. ama çok huzurluyum sözlük. eski hayatımda lüks içinde yaşıyordum. ama şu an fakirim. cebimde bazen ay sonunu getirecek para olmuyor. ama olacak. günün birinde çok param olacak. olmasa bile çok mutluyum. dünya umrumda değil. sabahları kalktığımda ayağım geri geri gitmiyor. gittiği bazı zamanlar oluyor ama onun nedenleri başka. kesinlikle işle alakalı değil. benim tembelliğimden. bir de yaş ilerledikçe herşey kolay olmuyor. yalnızım bir de. bir çok şeyi kendim hallediyorum. hatırlarsanız ilk eşim terketmişti beni. ama etmeseydi belki şu an burda olamazdım. yine beni tasmalar onun boyunduruğunda yaşıyor olurdum. zincirlerimi zor kırabilirdim. ama artık kırdım.

    önceleri zor oldu. çevredeki kimse yapabileceğime inanmadı. herkes lan mal bu herif dedi. ailemde, bir gitsin, burnu sürtülür döner, diye düşünüyordu. hatta babam, git, biz sana engel olmayacağız, ama destekte olmayacağız demişti.

    çok şükür herkes zamanla ikna oldu. ben ekstra bir şey yapmadım. azmimi gördükçe, başta ailem, arkadaşlar, akrabalar, herkes ikna oldu. hatta bir çoğu benden fazla inanıyor bana. halbuki ben çokta başarılı, matah biri değilim ama bilmiyorum gittiği yere kadar gidecek bakalım.

    ara ara tanımadığım insanlar yazıyor bana. hikayemi duymuşlar, soruları oluyor. cevaplıyorum.

    sık sık yakın çevremden, facebooktan arkadaşlar halimi hatrımı sorup, bana destek mesajlarını yolluyorlar. kendilerinin yapamadığını, benim hayallerimin peşinden koşmamın onları da mutlu ettiğini belirtiyorlar. beni tebrik ediyorlar. eş dost akrabalarına, meclislerde benden bahsettiklerini söylüyorlar. bazıları beni daha önce yanlış tanıdığını itiraf ediyor.

    daha hiç bir şey başarmadan yaptım bunları. umarım bir gün elle tutulur bir şeyler başarınca, daha da gurur duyarlar benimle. çünkü ben zaten hali hazırda kendimle gurur duyuyorum sözlük. ve bu pek ucuz olmadı. 30 yılım gitti. umarım sizin daha az yılınız gider. ama gittiyse de gitsin.

    son bir hikayeyle bitireyim. çok severim bunu. 50 yaşında bir adam doktor olmak istemiş. çocukları karşı çıkmış, yahu baba tıpı kazanıcan, okucan, zor, sonra tus mus filan derken anca 60'ında doktor olucan, gel vazgeç. demişler. adamda şöyle cevap vermiş.

    olsun. 10 yıl sonra nasılsa 60 olacağım. hiç olmazsa, 60 yaşında olan bir doktor olurum.

    edit: feci gelen ısrarlı sorular üzerine söylemek istediğim şey, yeni seçtiğim mesleğin bir öneminin olmaması. söylersem konuyu gölgede bırakabilir diye düşünüyorum. bu yazının önüne geçiyor çünkü meslek. evet merak uyandırıcı belki, dünya sırrı da değil, ama bence süreç çok önemli. ben buraya mesleğin ne olduğunu yazarsam, sadece o mesleğin izlenecek yolu gibi olacak. halbuki bu bir kullanım klavuzu gibi bir şey olmalı.

    (bkz: #60201813) nolu entrye karşı edit: aslında şu an yaptığım laf yetiştirmekmiş gibi algılanabilir. ama öyle düşünülsün istemiyorum. çünkü vereceğim cevaplar kendimi korumaya yönelik değil, bunları okuyacak insanların daha da üstüne düşünebileceği malzeme sağlamak onlara. o yüzden yazarın entrisini kişisel algılamadım. hatta bu kadar uzun yazdığı için ona çok teşekkür ederim.

    hayata şanslı başlangıç yaptığım doğrudur. bunu saklamadım zaten. ama şanslı olmak kime göre neye göre? benim konumumda olmak isteyen çok sayıda insan var iken ben niye o imkanları bırakıp kendimi zora sokacak ortama girdim? çünkü para mutluluk getirmiyor arkadaşım. ki biz çok çok zengin değildik. evim, arabam vardı evet. çünkü onları babamın işini baya büyüterek ben almış olabilir miyim acaba? olabilirim. babamın bana sağladığı imkanlar iyiydi. asla küçümsemem. ama benim gibi imkanları olan çok sayıda insan var. bu yazılar onlar için yazıldı temelde. zaten yazının başında eleştirmeyin sizin durumunuza uymayabilir diye belirtmiştim. bu yazının tüm türkiyeyi tüm dünyayı insanlığı hedefler bir durumu yok. başlık benim değil. ilk entryi ben yazdım evet ama sen kendine göre yorumlarını yaz. gönül ister ki fakirlik hiç olmasın ama var. ne yapalım. diğer insanların imkanları yok diye, kendi durumumuza benzer insanlara tecrübelerimizi aktarmayalım mı?

    babamın işini devraldım evet ama onu 3-4 adım öteye taşıdım. yeni sektöre soktum işletmeyi. baya da büyüttüm. onun çevreyi kullandım. ben 1 tl yi 10 tl yapamam. şahsen sıfırdan büyütme konusunda yetenekli olduğumu düşünmüyorum. ama 10'u 100 yapabiliyorum. benim yaptığımda buydu. sonra işi geri ona bıraktığımda bana, beni çok memnun eden bir şey söylemişti. işleri ilk bıraktığım zaman benim yaptığım işi küçümsemiş ve demiş ki biz yaparız o ne yapıyorsa. benim zor beğenen babam ben işi bıraktıktan 2 sene sonra itiraf etti. çok zorlandık senin yokluğunu kapatmak için. meğer sen ne kadar büyük bir kısmını hallediyormuşsun işin diye. bu bana yetti de arttı bile. o andaki mutluluğumun tarifi yok.

    esasen belirtmemişim bu sayede belirtmiş olayım. 30 yaşından sonra hayatı değiştirmek hayli zor iş. bu yaştan sonra ispanyolcaya başladım. portekizce ve rumence öğreniyorum. her gün yabancı bir ülkede sabahtan akşama ingilizce konuşuyorum. köpek gibi gelişti ingilizcem. öğrenmem gereken çok şey var. bu dilleri işim gereği öğrenmem gerekiyor. her gün dirsek çürütüyorum. kafa patlatıyorum. ama bunları severek yapıyorum. sen istiyorsun ki, paran varsa mutsuz mutsuz yaşa öyle mi? yok aga. sen varsın de ego tatmini. sen varsın de, hayal pompalama olayı. bu konuda bana danışan çokça insanla konuştum. onlara fikir de veriyorum. isteyenler buluyor beni. ama dediğim gibi tüm dünyaya yardımcı olmak gibi bir hayalim yok. 1-2 kişi faydalanırsa ne mutlu bana.

    hayata +10 +20 başlamak kötü bir şey değil. o insanlar da acı çekiyor. yine söylüyorum ki, keşke herkes varlıklı olsa ama napalım olmuyor. artı daha henüz bir şey başarmadım diyorum. adam ego tatmini yapmış diyor. ego olsa işimi mesleğimi söylerim. ismimi marka yapmaya çalışırım. burda çırpınıyoruz başkaları benzer hatalara düşmesin diye. sen küçümsüyorsun. tamam küçümse. benim için önemli değil. bana zararı yok.

    'paso hayal pompalayın ufak kardeşlere sonra türk gençliği neden mutsuz...' diye bir kısım var. bence bu cümle acayip tehlikeli. hayalsiz bir insan olmamalı bence. tek amacı para kazanmak olan insan olmak mutsuzluk getirir aga. sonunda para mutluluk sağlamıyor. hayali olmayan insan, hedefi olmayan insan gün gelir yok olur.

    türk gençliğinin mutsuzluğu ona insan gibi davranılmamasından kaynaklı. oturup onunla konuşan, sen ne istiyorsun birader? diyen adam yok. herkes belli tabulara göre büyüyor ve meslek seçiyor. kimse kendini değerli görmüyor. ama şöyle dersen katılırım, herkesin etine buduna göre hayali olması lazım. bu doğru. ben kalkıp boğazda yalı alma hayali kurmuyorum. çünkü etim budum yok. bugün bir ev 200bin tl olan yer çok. ve 200 bin tl lik ve üzerinde değeri evi olan türkiyede nerden baksan 10milyon insan vardır. haydi ayağın alışsın 5 milyon kişiye düşürelim. türkiye'de parası olan çok insan var. yastık altı parası dolu insanların. bir sürü şirket var. patronlarda bir sürü para var. memurlarda da yazlık var. ev var. bankada para var. emekli ikramiyesi var. var da var. ama parayı salt mutluluk görmek saçma. günü geliyor, mutsuz hayatlar yaşıyoruz o paralarla. para insanın elinin kiri.

    kirayı ödeyemeyen arkadaşına bir şey yapamıyorum. çok üzüldüm durumuna. ama bu yazının bir kısmının muhatabı o değil. fakat eskiden ben ev sahibiyken, şu an her ayın 2'sinde ev kirası denkleştirmeye çalışıyorum. eskisine kıyasla çok mutluyum. sattığım evin ve arabaların parasını çoktan yedim eğitim için. sevgiler. saygılar. ayrıca illa her durum size uymasa bile ders çıkaracak bir şeyler vardır insanların hikayelerinden. illa benim yolumun izlenmesi de gerekmiyor

    edit 3: benim yazdıklarımı kapsamayan insanlar için önerilerinizi lütfen siz de kendiniz yazıp paylaşın. zira bu başlık benim entry etrafında dönmesin. binbir çeşit insanız. herkesin durumları farklı.

    edit4: ford ve fiat ailelerinin ogullari intihar etmisler. adamlar da para var. hersey var. ama intihar etmisler. hayatta herseyi yapabilecek gucun varken hayal kuramamak cok kotu bisiy. bizleri hayata baglayan hayallerimiz

    edit5: mesleği söylemicez dedik söyledik en sonunda. yeni yazı

    edit6: aileye mektup adı altında yine bir şeyler karaladım. söyleyemedikleriniz varsa ailenize, tanıdık gelebilir.

    edit7: [yalnisfutbol.com yalnış futbol] adıyla podcast serisine başladım :) ilk bölüm nasıl teknik direktör olunur?
    youtube linki de bu. buyrun
  • kimse kimseyi kandırmasın, sadece parasına ve rahatlığına bakıyoruz. ülkemizin yüzde 95'inin kıstası bu.
  • ilk önce ne istediğinizi bilmeniz gereklidir. *

    lise çağında bu çok zor bir ihtimal. belki de çocuklarımızı her sektörde azar azar çalışmaya ortamı çalışma hayatını görmeye teşvik etmeliyiz.

    bir de seçtiğiniz mesleğin geçerliliği. severek okuduğunuz bölümden tonla mezun varsa, iş bulmakta zorlanıp moral bozmazsınız.

    yurt dışında da çalışabilirim düşünceniz varsa orada da bilinen bir meslek tercih edilmelidir.
  • (bkz: insanın sevdiği işi yapması)
    severek yapılan her iş başarı getirir. en önemli husus budur...
    klişe ama doğrudur.
    kocanı karını bile günde 3-4 saat görürken, işinde 8-10 saatini geçiriyosun sonuçta
  • türkiye de meslek seçmek diye bir şey yok. hangi işi bulursan sıkıca yapışacaksın, malesef gerçek bu.
  • başlığın ilk entrysini yazan jzff* arkadaşın yazdıklarını baz alarak kendi hayatımdan bahsedeceğim.
    aynı uyarılar benim için de geçerli faydalanabiliosanız ne ala. sizle alakası yoksa ciddiye bile almayın.

    efendime söyleyeyim ben tek çocuğum. hem de öyle böyle değil. anam babam evlenmiş yıllarca çocukları olmamış 11 sene sonra tam da bunları böyle yaşamak için doğmuşum heralde. (burda yazar (bkz: güzelleme) yapıyor)

    neyse efenim ben doğdum aile fakir, gecekonduda yaşıyoruz. hatta ben doğunca annem [(bkz: postpartum depresyon)doğum sonrası depresyon]a girmiş kimsenin haberi yok. kadın ilaçlarla vs bi şekilde günü kurtarmaya çalışıyor. neyse sonradan topladı. benle deli gibi ilgilenio zaten. gak desem et guk desem süt eksik olmuyor ama elde para yok kendi etinden kesip veriyor kendi kanından veriyor. sonra ben ilkokula başladım.annem de bi iş bulup orda çalışmaya başladı. babam gece nöbetine geçti gündüz bana o bakıyor gece işe gidiyor gece de anne geliyor işten. o kadar yorgunluk yetmezmiş gibi bi de benim bitmek bilmeyen sorularımla uğraşıyor. hatta bi kere gittiği işde annem başlayınca 4 kişiyi kovdular annem tek başına 5 kişilik iş yaptı. o zamanlar hiç benle ilgilenemiodu direk uyuyodu. sonra annemi de kovdular. annem sonra kovulma tehlikesi pek olmayan, maliye bakanlığının temizliği işine bakan taşeron bi şirkette iş buldu. huzursuz da olsa emekli oluncaya kadar orda çalıştı. babama gelirsek babamın kafası gerçek hayat pek basmaz ama çok zekidir ama dobradır. kendini düşünmek için yalakalık yapması gerçekliğini falan kavrayamamıştır ama bana da direk geçti bu özelliği neyse. kendisi anamla beni terketti ben 5teyken. sonra 8deyken ben onu buldum bunları barıştırdım falan ama 6 ay sürdü pişman olmam.
    bunları neden anlatıyorum? çocukluğum çalkantılar arasında geçti bi o oldu bi bu oldu ama beni seven çok kişi vardı. çok etkilenmedim.

    geldik hikayenin can alıcı kısımlarından birine. össye çok çalıştım ben birinci olmak istiyodum. çünkü aile fakir. asıl amaç kendi başının çaresine bakabilmek ama dikey yükselmek anamın babamın ekonomik çevresini bi satır atlayabilmek istiyodum. düşündüm taşındım dedim sen bu fakirlikle anca birinci olsan sınıf atlarsın. sınava 2 sene kala (bazı kişisel gelişim kitaplarını da etkisiyle) dedim ben birinci olcam. kim ne sorsa ben birinci olcam diodum. buna inandım gerçekten ,buna göre çalıştım hatta sınava girmeden doğumgünüm vardı. üstüne sınav birincisine tebrikler diye yazdırmış bizim arkadaşlar.

    bu hikayemin sıfırdan çok yükseğe çıkış aşamasıydı. sınavda 3694. (bu sayı gerçek) oldum. tübitak bursunu kaptım hatta ilk sene 250(aşağı yukarı asgeri ücret o zamana göre), 2. sene 400 (asgari ücreti geçti) 3ve 4. sene de 500 tl burs aldım. sonra doktoraya başladım 1500tl burs almaya başladım. (2009)

    herşey mükemmeldi. istediğim bölümü okuyor ve bir sürü burs alıyordum.

    yok ya keşke hayat öyle olsa...

    sonra sene 2011 gibi ben bunu yapmayı istemediğimi farkettim. ayaklarım geri geri gidiyordu. hatta en son atıldım odtü den. yılmadım egeye geçtim orda devam ettim. şaka şaka. baktım atacaklar gittim egeye başvurdum. onları bi güzel kandırdım ve aldılar beni. ilk söyledikleri cümle de "sana odtü de bişi öğretmemişlerdir, gel biz sana öğretiriz" oldu. şaka değil.

    sonra olmadı tabi egede de ben formasyon aldım. formasyonu da bi yerden para gelsin bari öğretmen mi ne oluosam artık kafasıyla almaya başladım.

    bir de ne göreyim öğretmenlik tam benlikmiş. (ya böyle anlatınca dalga geçio gibi oldu ama bi tane bile yalan/abartma yok bunlarda) eğitim bilimleriyle ilgili makaleleri ağzımın suyu akarak hatta okuyorum. asıl bölümümden bi makale verseniz hayatta okumam. neyse sonra ben öğretmen ol.

    uzun lafın kısası
    1 para asla mutluluk getirmez
    2 sevdiğin işi bulmalısın
    3 millete bakma
    4mutlu olmaya çabala
    5fakirliğin ya da zenginliğin hayata artılarla ya da eksilerle başlamanın anlamını sen yazarsın

    oku

    düşün

    adam ol
  • en iyi meslek = en sevilen meslek
    ne yapmak istiyorsan o ol
  • takdir ettiğim isteyipte yapamadığım durumdur.

    umarım bir gün bende bu cesareti bulurum kendimde.
  • arkadaşlar bakın lütfen para için değil mutlu ve huzurlu olacağınız bir iş seçin başarı mutlaka geliyor.
  • ne istediğimi bilmediğimden yararlanamayacağım bilgiler yazılmış, yol gösterici ışıklar koyulmuş buralara. yıllardır düşünüyorum hala bir şey bulamadım ben. yaptığım şeyi bazen seviyorum bazen sevmiyorum. uzaktan bakınca seviyorum belki de. insanlara anlatırken ne yaptığımı mutlu oluyorum mesela ama o işi yapmaya gelince mutlu olmuyorum. saçma sapan bir durum böyle.

    ne istediğimizi nasıl bulabileceğimizi de söyleseniz keşke. deneme yanılma olayı biraz sıkıntı gibi çünkü. üşengeç bir insanım ben. aslında kedi olmak istiyorum.
hesabın var mı? giriş yap