• de yayinevini yönetmiştir, yeni dergiyi çıkarmıştır. poe çevirileri vardır. deneme ve eleştiri türünde başarılı bir kalem olup, memet fuat seçkileri de vardır, yıl yıl.
    (bkz: cagdas turk siiri antolojisi)
  • nazım'ın üvey oğlu. piraye'nin gerçek çocuğu. voleybol antrenörü. bir süre kabzımallık dahil çeşitli ticaret işleriyle uğraşmıştır. edebiyat çevreleri içinde büyüdüğü için edebiyata merak geliştirmiştir. latife tekin'i edebiyat dünyasına pazarlamış, başarılı olmuştur. ama gerisi gelmemiştir. tıfıl yeteneklere yol göstermez. yetişmiş olanları tercih eder.
  • 1926 istanbul dogumlu.istanbul universitesi ingiliz dili ve edebiyati bolumunu bitirdi(1951)
    yazılarında agirlikli olarak dusunce ozgurlugu ve hosgoru uzerınde durur..
    1959-atac elestri armagani
    1961-deneme elestri odulu
    1992-sedat simavi odulu
    1995-kultur ve sanat buyuk odulu
    1996-edebiyatcilar dernegi onur altin madalyasi
  • mavi renkli şiir antolojisi çaılışması ile bir dönem her genç ögrencinin masasında bulunmuş kişi...
  • www.memetfuat.com adresinde hem yazarla hem de yapitlariyla ilgili ayrintili bilgilere ulasilabilir. biraz uzun araliklarla guncellenmekle birlikte -kendisi hazirlamaktadir cunku- iyi bir sayfadir. evinde bir solunum aygitina bagli olarak gunde ancak bes saat calisabildiginden bu tur gec guncellemeler anlayisla karsilanmalidir kanimca.
  • ne gibi bir guncellemeye tabi tutulabilecegini anlayamadigim bir sayfaya * sahip $air, ele$tirmen.

    a. ya$am oykusu?
    b. sati$ta olan kitaplari?
    c. son cikan kitaplari?
    d. album?
  • artık hakkın rahmetine kavuşmuş olan yazar, yönetici ve dergici.
  • memet fuat'a saygıyla...

    ben onu çok sevmiştim

    emine abla mutfağın aralığına koyduğu maltızda patlıcan kızartıyordu. ufak tefek tıkız bir kadın, kapkara kaşlı, yumuk gözlü, çirkin... yemeği geciktirmiş olmanın telaşı içindeydi. elinde maşa patlıcanları çeviriyor, ateşi yelliyor, bir yandan da yüzünün terini kollarına siliyordu.
    derin bir soluk aldı, aralığın kapısına dayanmış kendisini izleyen şefika’ya baktı. çocukluktan yeni çıkmakta olan cana yakın, eli yüzü düzgün, esmer, sıska bir kız.
    komşusu hafize’nin ortanca kızı olan şefika’yla çok kafa dengiydiler. bir kaptırdılar mı, saatlerce konuşur, abla kardeş gibi her şeylerini birbirlerine anlatırlardı.
    “yapılacak bir şey varsa, söyle ben yapayım, sen çok yoruldun, emine abla,” dedi kız.
    “yok, her şeyim hazır. eline iki patlıcan almış, son dakikada geldi şunları kızartıver diye, ondan geciktim... maltızı canlandıracaksın, patlıcanları dileceksin... kolay geliyor herife : şunları kızartıver! haydi çabuk! yanında oğlanı, kafayı çekecek...”
    şefika güldü...
    “yok, gülme!.. her akşam böyle... elinde bir şeyle gelir...”
    “güldüğüm ona değil,” dedi şefika.
    “ne zaman geleceği de bilinmez... salatası, mezeleri yapılacak, kamyonun sesi duyuldu mu, sofra hazır olacak... ayrıca ne getirirse o da bir çırpıda yapılacak... öyle maltızı büsbütün söndürmek yok...”
    “yanında oğlanı diyorsun da, ben ona gülüyorum.”
    “muaviniymiş... karşısında kafayı çekip ağzına veriyor bir bir lokmalarını... koca herif, utanmadan... görsen, kahkahalarla gülersin...”
    “güzel çocuk da...” dedi şefika.
    “gönlün mü kaydı yoksa, kız!”
    “allah göstermesin, iğrenirim ben ondan...”
    emine abla bir durup düşündü...
    “benim talihim bu anlaşılan,” dedi. “ilk kocam memedaki de böyleydi. evimizden hiç çıkmayan bir vasili’si vardı. yakışıklı, güzel, aslan gibi bir çocuk. bu yanında hiç kalır. bu da güzel, ama o başkaydı. ben onu çok sevmiştim. o da severdi beni. bir daha da onun kadar sevdiğim biri olmadı...”
    “rum muydu kocan, abla?”
    “memedaki mi? yok, rum mahallesinde oturuyorduk. herkes memedaki diyordu. vasili rumdu. balıkçıydı ikisi de. her gün birlikte balığa çıkarlardı. tekne memedaki’nin... tuttukları balık ortaktı...” “kocan anlamıyor muydu, vasili’yle işi pişirdiğinizi? evimizden hiç çıkmazdı diyorsun...”
    emine abla son patlıcanları da tavada çevirdi.
    “anlardı, anlamaz olur mu! üçümüz bir yatakta yatardık. ama yaşlıydı memedaki. içince sızardı. beni ona öylesine verdiler. köşkte başıma gelenler öğrenilince, hanımım kusurlu mal alacak birini aratmış, memedaki’yi bulmuşlar. çeyizimi yaptılar. para filan da verip adama biraz yardım ettiler. sıkıştı mı giderdi hanımıma memedaki, damadı gibi...”
    “sen gitmez miydin?”
    “ben başka, ben her zaman giderdim. benim baba ocağım orası. kocalarımdan ayrılınca da ben doğru köşke giderdim, hanımımın yanına... amca da ölmüştü...”
    “amca hangisi?”
    “anlattım ya sana, kız! odasında yattığım, bekâr amca, küçükken antep’ten getirildiğimde beni evlat edinen... ‘git, yatağımı ısıt,’ derdi bana. herkes de sanıyor ki sonra kendi yatağıma geçiyorum...” şefika gene güldü.
    “bakıyorum başladın kıkır kıkıra... ben heriflerin koynuna
    girip çıktıkça senin hoşuna gidiyor...”
    “kaç kocan oldu, emine abla?”
    “belediye nikâhlı dört bununla... ama nikâhsız çok... evinin işini gördürmek, çoluğuna çocuğuna baktırmak için alır seni, koynuna da girersin, bugün yarın diye atlatır, nikâhlamaz. bana vızgelir, nikâhlamasın daha iyi, sonra herif su koyverince bir de ayrılmak için uğraşması var. kafam kızdı mı hiç bakmam ayrılırım. öyle ev işinden filan kaçmam da, beni çalıştırıp paramı yemeye kalkanlarla bir dakika oturmam...”
    “memedaki’den niye ayrılmıştın, abla?..”
    “önce üçümüz iyiydik. görmezlikten geliyordu. sonra vasili evlendi, güzel bir kız aldı, bizim evden çekti ayağını. deliye döndü benim herif. biz arada gene gizli gizli buluşuyorduk vasili’yle. ne de olsa ilk aşkım, o da vazgeçemiyordu benden. karısı bebek gibi, ama işte öyle... senin yerini kimse dolduramaz, derdi. sonra memedaki durumu öğrenince deliye döndü, öldüresiye dövdü beni. daha önce aldırmıyordu, ama o zaman başkaymış. üç gün yataktan çıkamadım. iyileşir iyileşmez kaçtım geldim köşke. bir süre bırakmadı arkamı, çok da yalvardı. ama bütün vücudum çürük içindeydi, şaşırıp kaldı hanımım, hemen bir avukat tutup ayırdı beni.”
    “sonra?”
    “sonrası çok... doğru dürüst bir adam bulamadım bir türlü... evlendim ayrıldım, evlendim ayrıldım...”
    “hiç çocuğun olmadı mı, abla, o kadar kocadan?..”
    “adamlarda bir kusur yok... benim çocuğum olmuyor... allahtan... çoğunun eski karılarından çocukları vardı... zaten beğendiklerinden değil, çocuklarına baktırmak için alıyorlardı beni... bir kadın tutsa, dünyanın parası...”
    şefika'ya şöyle bir bakıp göz kırptı.
    “kısır karı, daha kullanışlıdır, derdi memedaki.”
    şefika gene güldü...
    “kıkır kıkır,” dedi emine abla. kızın gülmesinden hoşlandığı anlaşılıyordu. patlıcanları tavadan çıkarıp tabağa koydu. iki de biber kızartmıştı yanlarına.
    mutfak bahçenin arka duvarına dayalı uydurma bir yapıydı. yanında yarı depo, yarı atölye olarak kullandıkları küçük bir oda daha vardı. önüne kamyonun eski lastikleri yığılmıştı.
    şefika durduğu yerden öndeki gecekondu evin arka kapısını görüyordu. birden doğrulup,
    “abla, muavin geliyor, ben gidiyorum,” dedi.
    “güle güle, kız, kaç bakalım...”
    şefika lastiklerin çevresinden dolanarak telin aralığından yandaki bahçenin karanlığında yok oldu.
    emine abla patlıcanları koyduğu tabakla tavayı alıp aralıktan mutfağın içine geçti.
    arkasından gelen muavine bakmadan,
    “söyle bakalım, salih bey,” dedi. “ne diyor patron?”
    salih çekingen bir çocuktu. kamyonlarda çalışan yırtık şoför muavinlerine hiç benzemiyordu.
    “hasan ağabey, git bir bak, nerde kaldı patlıcan kızartması diye yolladı beni, abla.”
    “başlatma şimdi hasan ağabeyine!”
    salih önüne bakarak belli belirsiz gülümsedi.
    bıyıkları yeni terlemiş, güzel yüzlü, sağlam yapılı bir delikanlıydı. utangaçlığı hemen göze çarpıyordu.
    “üstüne domates sosu yapayım, şimdi getiriyorum.”
    bir sessizlik oldu.
    emine abla onu daha da utandırmak için sesindeki şakacılığı artırdı :
    “git söyle patronuna, ‘patlama! geliyormuş!’ de...”
    salih’in gitmediğini, yanında dikilip beklediğini görünce, başını kaldırıp bir baktı.
    uzun kirpikleri, yeşil gözleriyle salih de ona bakıyordu.
    kirli yüzünde kalın dudakları kıvır kıvırdı. bayağı güzel bir çocuktu.
    “ne o, ne bakıyorsun?”
    “abla, sana bir şey söyleyeceğim, ama hasan ağabey duymasın... aramızda...”
    “neymiş o?”
    “hasan ağabey çifte kürek yapmak isterse, sen kabul etme sakın, n’olur...”
    emine abla işini bırakıp doğruldu.
    “neymiş o çifte kürek?”
    salih önüne bakıyordu. utançtan sesi nerdeyse duyulmaz olmuştu.
    “hani üçümüz, ben sana, o bana...”
    emine abla zaten yanaşmazdı öyle bir şeye, ama bu konuşmalarından çocuğun kendini istemediği anlamını çıkararak bir buruldu.
    “ne o,” dedi, “beğenemedin mi yoksa beni?” salih telaşlandı.
    “yok, abla, yanlış anlıyorsun...”
    “ulan o ayının altına yatıyorsun da...”
    salih telaşından utangaçlığı bırakmış, sesini yükseltmişti.
    “yok, abla, seninle ilgili değil... benim bir sevgilim var, nişanlım, söz verdim ona başka hiçbir kadınla yatmayacağım diye de, ondan, abla... vallahi...”
    emine abla’nın öfkesi şaşkınlığa dönüşmüştü.
    “nişanlın varsa ne dolanıyorsun bu herifle? git, gecelerini nişanlınla geçir...” dedi.
    “kamyonda muavinlik ediyorum, abla... direnecek olsam, atar işten...”
    “başka yerde çalış, genç adamsın, iş mi yok sana... sevgilisi olan delikanlıya yakışır mı böyle şeyler!..”
    “ablacığım, iş bulmak sandığın kadar kolay değil, bulsan da bu parayı alamazsın... nişanlımın annesi nasıl aç gözlü bir kadın, anlatamam. ona para götürmedim mi, eve sokmaz, kızı bir dakika bile göstermez bana. bildiğin gibi değil, ablacığım... ben nişanlımı görmeden yaşayamam...”
    emine abla domates sosunu patlıcanların ortasına koyarken gene kocasına sövdü.
    “bu hıyar herif de bana çalım satıp duruyor, bir baktı mı gözünün içine, oğlan bir daha ondan ayrılamazmış...”
    salih de ağzının içinde belli belirsiz sövdü.
    “abla, benim doğru dürüst bir işim olsa bu rezilliği çeker miyim! ne ayrılamaması!..”
    “haydi, sen şu tabağı alıp git içeri, ben de geliyorum arkandan. yüzünü de sabunla bir yıka, öyle otur sofraya...”
    “sakın bir şey söyleme hasan ağabeye... ablacığım... benden bilmesin...”
    salih elinde patlıcan kızartmasıyla gidince, emine abla bir süre mutfağı toparlayıp temizledi, kendi kendine bir şarkı mırıldandı, aralıktaki maltızı külledi...
    işığı söndürüp eve yönelirken, geceye doğru,
    “bu da güzel çocuk,” dedi... “ama vasili bambaşkaydı...”

    memet fuat - 1998
  • ...
    eski takvim hesabıyle
    bu sabah başadı bahar.
    geri geldi memed'ime
    yolladığım oyuncaklar.

    kurulmamış zembereği
    küskün duruyor kamyonet,
    yüzdüremedi leğende
    beyaz kotrasını memet.
    ...
  • dün sabah, üvey babası nazım hikmetin dogumunun 100. yılında, akciger yetmezliginden ölen, yazar*, elestirmen, yayıncı*...
hesabın var mı? giriş yap