• levm kökünden türemiş kelime. kınama, serzeniş, çıkışma anlamlarına gelir.
  • kınama, ayıplama, azarlama, çıkışma.
  • suf'ilerden bir kismi ibadet hayatlarini, ruhi yasayislarini ve ic alemlerinin zenginligini halktan gizlemeye son derece dikkat ederler ve distan bakildigi zaman, siradan bir insan gibi, hatta daha da asagi siniftan biriymiscesine gorunmeye onem verirler imis. ne kiyafetleri, ne de davranislari ile tarikat ehli olduklarini belli etmekten kacinirlar imis.
    gurur ve kibirden uzaklasmak adina, iyi hallerini gizlemelerine mukabil, ayip ve kusur sayilacak hallerini bilhassa gostermek isterler imis. iste bu sekildeki davranis bicimine sufiyye dilinde “melamet” adi verilir imis.
    bu dusturu benimsemis kimselere de “melami” denir imis.
  • (bkz: haydar haydar)
  • bu kavramı anlayabilmek için şems'i tebrizi hakkında anlatılan aşağıdaki vaka sanırım yeterli olacaktır.
    hiçbir yerde mekan tutmadığı için durmadan dolaşan ve şems-i perende diye anılan bu zat derin bir tasavvuf eridir. ancak onu herhangi bir tarikata yada şeyhe mensup göstermek mümkün değildir. ibn arabi de dahil, devrinin bir çok ünlüsü ile sohbet etmiş fakat kimini felsefeye kapıldıkları için, kimisini de şeyhlik ilan ettikleri için ağır biçimde eleştirmiştir. şems’in en belirgin özelliği pervasızlığı ve melametidir. sohbetinde bulunduğu insanlar onu müridi olarak almak istediklerinde ağır tenkitlere uğramışlar ve şems’i kaybetmişlerdir. şems tam bir aşk, vecd ve divanelik eri, ele avuca sığmayan yer yurt tanımayan kurala şarta bağlanmayan birisidir. alışılmış kalıpları, kalabalığın itibar ettiği değerleri yerle bir etmek şems’in en büyük ibadeti durumundadır.

    şems, bütün bunları yaparken melamete sığınır. melamet, ayıplama azarlama, kınama anlamına gelmektedir ve kur-an ahlakının omurga değerlerinden biridir.
    bu kavramın bir anlamda tanımı maide suresi 54. ayette verilmiştir. “levmedenlerin (kınayanların) levminden korkmamak.”
    "insanların tümünü memnun etmek mümkün olmaz." kuralı sıradan işlerle uğraşanlar için geçerlidir.
    hak eri için işleyen kural şudur. “hiç kimseyi memnun etmek mümkün olmaz.” çünkü yaratıcı ruhun hiçbir tespiti, beklentisi, değeri günlük değildir. o, kitlenin ötesinde ve üstünde bir alemden sürekli yeni ve alışılmamış değerler getirir. bu yüzden kitleye yaranabilmesi mümkün olmaz. o, kitlenin gafletine durmadan batan bir diken gibidir. bu yüzden dostu olmaz.

    devrin büyüklerinden bir olan evhadüddin kirmani şems’e mürit olmak istediğinde aldığı cevap şudur:”sen bizim sohbetimize dayanamazsın. mesela, bağdat pazarında halkın gözü önünde şarap içebilir misin?” evhadüddin “bunu yapamam.” diyince:”peki, bana şarap getirebilir misin yada ben içerken yanımda oturabilir misin?” diye sorar. buna da hayır cevabı alınca:”o halde, benden uzak dur!” diyor. evhadüddin’e. aslında şems’in şarapla ilgisi yoktur. onun derdi, sonsuzluk eri olmaya aday birini melamet imtihanına tutmaktır. bir kayıtsızlık, özgürlük, aşk devidir şems. ve sonunda, temsil ettiği değerlerin onurunu hakkıyla taşıdığını, şehit olarak ispatlamıştır.

    kaynak: mevlana ve insan, yaşar nuri öztürk
  • arapca ayiplamak kotulemek anlamina yakin bir anlami olan levm kelimesinden kokunu alan sozcuk.
  • kınamak, ayıplamak, azarlamak, serzenişte bulunmak, korkmak, rüsvaylık anlamına gelen bir kelime.

    mastar halindedir.

    kaynak: ali bolat'ın "melâmetîlik" adlı kitabı.
  • özündeki çiğliği, hamlığı, enaniyeti bu kavramla örtmeye cür'et edenler de olabilir belki.. vardır demeye utanırım, halel gelmesin meşrebe..

    hani yoktur öylesi inşallah diyelim, yine biz müspet düşünelim..

    nihayetinde bilindik insan hikayesi işte hep bunlar.. öyle mi cevat abi..? "insan" dedin mi orada duracaksın bir lahza.. her şey beklenir bu karılmış çamur-mineral özlü varlıktan..

    her şey insana dair di mi cevat abi..?
  • levm kökünden geliyor. levm etme. kınama, suçlama, ayıplama, itab etme. kişinin kendi nefsini ayıplaması.

    melâmiye/melâmilik sevap getirecek eylemlerini halktan saklamak gizlemek, kötülükleri emreden nefsi levm etmek maksadıyla halk içre kötülüklerini ayan-beyan etmek esasına dayanan bir meslek.

    "iyi insan, iyi olduğu halde halk içinde fenalıklarından bahsedilendir" sırrına sarılmak bir nevi. rıza-yı ilâhi için bu yola çıkmış yolcuların kendilerini fahirlenmekten, ucbdan, kibirlenmekten koruma amacıyla yaptıkları iyi amellerini gizlemeye, kötülüklerini açığa çıkarmaya zemin teşkil etmiş olmalı. bu insanlar tarih boyunca şöhretten, namdan, isimden köşe-bucak kaçmışlar. "ölümden önce dört ölüm" diye bahsedilen bütün evreleri de tamamlamış olmalılar ki, halk içine isimsiz, sıfatsız, namsız karışmışlar tekrar.

    hep söylenir, halk içinde övülmekten neredeyse göklere çıkarılacak bir derviş, bir ramazan günü herkesin gözleri önünde oruç yiyor. "tüh, allah kahretsin seni" diyorlar; "meğer ne adi adammışsın; bilememiş, tanıyamamışız." oruca niyet etmemiş en başta, bir gün kaza edecek orucunu. onlar için rıza-yı ilâhi için halk karşısında nasıl, ne şekilde göründüklerinin bir önemi yok. yeter ki riya, sum'aya karışmış hissetmesinler kendilerini. halkın rızası değil, hakkın rızasının peşinde olmanın bir yorumu denilebilir. "ibretlik" kanaatimizce.
hesabın var mı? giriş yap