• arzulanan, peşinde koşturulan, uğruna bir çok şey feda edilen ve varıldığında mutlak mutluluğa erişileceği düşünülen hedeflerin elde edilmesiyle beraber gelen boşluk, hissizlik, amaçsızlık ve anlamsızlık duygusu. ülkemizde çoğunlukla üniversite sınavlarından sonra istenilen okulun/bölümün kazanılmasıyla beraber görülmektedir. eğer bu ilk sıkıntı atlatılır ise kademeli olarak işe girme, terfi alma, evlenme, çocuk sahibi olma gibi daha grift basamaklarda kendini hissettirir.

    bu sendromdan kurtulmanın iki yolu vardır: bir, kişinin kendine hedefler koymayıp elde ettiklerinden ve o anda sahip olduklarından memnuniyet duyması ve/veya iki, uğruna ömrün adanacağı bir yolun yolcusu olmak, sosyalizmgibi.
  • tarih sahnesinde kendisine dördüncü murat ile yer bulmuştur.
    (bkz: anakronizm)

    dördüncü murat bağdat'ı fethettikten sonra "bağdat'ı almaya çalışmak, bağdat'ın kendinden daha mı güzeldi ne?" diye iç çeker.

    the life of david gale filminde ise:
    - "ne dilediğine dikkat et. ona sahip olacağın için değil, ona sahip olduğun zaman artık onu istemeyeceğin için."
  • jim carrey de demişki:"dilerim herkes bir gün zengin ve ünlü olur ve hayalini kurduğu her şeye kavuşur; böylece aranılan esas cevabın bu olmadığını anlar."

    yetti artık hayaline kavuşan insanların "hayalime kavuştum ama bir sor mutlu muyum? hayır yine mutsuzum." tripleri.

    anladık.

    açıkçası güveniyorum da size. doğrudur, hayali gerçekleşince insan zannettiği kadar mutlu olmayabilir.

    bu lafları ediyorsanız vardır bildiğiniz.

    ama bırakın, biz de hayalimiz gerçekleştikten sonra mutsuz olalım. istiyoruz arkadaşım, biz de hayalimiz gerçekleşsin istiyoruz, sonunda mutsuz olsak da is ti yo ruz.

    salın artık bizi.
  • yeni hayal kurmak yassah mi gurban?

    yeni hayaller kurarak asilabilecek sendrom.
  • geçen gün bir dostumun bende olduğunu iddia ettiği sendrom. ilk defa duyduğum için "hadi len, ne sendromu?!" dediğimde bana "istanbul'u fethetme düşüncesi, istanbul'u fethetmekten güzel." dediğinde, "hassiktir. bu bir sendrom mu lan? o zaman harbiden bende var bu meretten." dememle kabullenmiş olduğum sendromdur. uzun zamandır okuma listemde olup da bir türlü okuyamadığım martin eden romanını da bu sebepten mütevellit en kısa zamanda okuyacağım artık.
  • montaigne'in şu sözlerle ifade ettiği sendromdur;

    "bizi mutlu eden, bir şeye sahip olmak değil; tadına varmaktır."
  • ismini jack london'ın "martin eden" romanından alan sendromdur.

    aslında roman tipik bir amerikan rüyası tadında ilerlerken beklenmedik sonuyla böylesine bir vakanın isim babası olmuştur. kendisinden daha zengin ve kültürel birikimi yüksek olan aristokrat bir ailenin genç kızına aşık olan kahramanımız, yıllarca gıptayla baktığı bu zümreye dahil olabilmek adına çok çalışır, kendisini paralar ve nihayet amacına ulaşarak herkesin taktir ettiği meşhur bir yazar oluverir. buraya kadarki kısım, amerikan rüyası. ama sonrasında fark eder ki güzel olan şey, bu rüyanın peşinden gitmekmiş. hayalini kurduğu o çevre, koca bir kokuşmuşluktan ve sahte dünyalardan ibaretmiş.

    günümüzde birçok ünlüde bu sendromun izlerini görmek mümkün. şanslı olanları, parıltılı görünen o leş dünyayı terk edip inzivaya çekiliyor ve başka bir hayat kuruyor kendisine. ama hepsi o kadar şanslı olamıyor. çünkü bulundukları yere gelmek için ödedikleri bedeller ve verdikleri tavizler, zirveyi gördükten sonra büyük bir hayal kırıklığına dönüşüyor. aradığı şeyin içinde kayboluyor insan. ardından içine düşülen kocaman bir boşluk, aşırı doz, intihar...
    amy winehouse... kurt cobain... kristen pfaff...
  • che guevara’nın oğlu camilo guevara ile yapılan bir röportajdan.

    " - 1950’lerde alberto granado’yla bu yola çıktığı zaman biliyoruz ki maria ferreyra isimli, chichina [chichina ferreyra] lakaplı bir kıza aşıktı ve hatta evlenmek istiyordu. ona bir köpek hediye etmişti, köpeğin adı “come back”ti. ama kız daha sonra bir mektupla che’yi bıraktı, ve bildiğimiz che efsanesi doğdu. bazen tüm dünya siyasetinin kaderi bir 16’lık kızın kaprisiyle değişebiliyor.

    + kadere inanmıyorum. ama eğer chichina’yla kalsaydı bu röportajı asla yapamazdık. "

    muhtemelen dünyada, isa’dan sonra en çok bilinen insan olan che guevara’nın hikayesinde var bu sendrom.
    hatta küba’da ateşli işçi sendikaları toplantılarında yaptığı bir konuşmada şöyle diyor

    "un revolucionario verdadero esta guiado por grandes sentimientos de amor."
    [gerçek bir devrimci, muazzam aşk duygularını kendisine rehber edinmiştir.]

    che bu hikayesinden sonra sefaletin, gelir adaletsizliğinin, sömürülmenin farkına varıyor. latin amerika gezisinde sebeplerini öğreniyor ve inanılmaz bir öfke besliyor bu duruma.
    buna sebep olan her şeyi bitirmek için kendisine yeminler ediyor.
    daha sonra bu sorunun bir aşk sorunu değil, ekonomik olduğunun farkına varıyor.
    bilinci ve bakış açısı değişiyor, okuyor okuyor ve üzerinde pratikle beraber kafa patlatıyor.

    hatta küba devrimi ve hemen sonrasında inanılmaz acımasız infazlar yerine getiriyor gözünü kırpmadan bu yüzden. cabaña kasabı lakabını takıyor abd’liler che’ye.

    besim tibuk’un da dediği gibi "adam posta memurlarını bile öldürmüş yauv batista’dan maaş alıyorlar diye ahahaha"

    bu sadece çıkış noktası.
    che’nin bilincini şamdan dergisi magazinine sığdırmak saçmalık olur.
    tepeden tırnağa siyasi ve vicdani bir bilinç abidesi.

    bu sendrom, sadece bir tetikleyici öğe olmuş.
    mesela hitler’de bu sendrom, anlatılana göre sevdiği yahudi bi kız yüz vermediği için daha sonra yahudi öfkesine dönüşüp bir soykırıma döndüğü yönünde.
    ama bir rezaletle sona ermiş.

    ama che’nin hikayesinde bu böyle olmamış.

    chichina’nın ailesine bu yüzden sanki bir şeyler borçlu dünya bu sikik davranışı için.

    ve işte bu adam astımlı haliyle biraz da bu yüzden kendisini dünyaya feda etti.
    senden önce yaratılmış adaletsizliğin sonuçlarını sen çekme diye.
  • saçma bulduğum sendrom. insanda hem sorunlar hem de hayaller bitmez. hayal kurmak, istemek, arzulamak bunların sonu yok.
  • sendroma bu isim verilmiş olabilir de martin eden'in sendromu istediğini elde edince gelen bi tatminsizlik değildi aslında. bildiğin entelektüel tatminsizlikti. varmaya çalıştığı yerin o kadar da matah olmadığını gördüğünde başlayan bir tatminsizlikti. "e elde ettim noldu elde etmeye çalışmak daha güzelmiş" mevzusu, martin eden'in durumunu karşılamıyor. ruth'u elde etmeden önce, hatta yazıları basılmadan önce elit çevreyi sorgulamaya başlamış, hatta ondan soğumuştu martin. büyük bi yazar olarak anılmaya başlayıp da o sahte insanların riyakarlıklarını direkt yönelttiği obje olunca, onların arasına karışınca, yani geri dönemeyeceği o noktaya varınca martin için her şey de bitmiş oldu.
hesabın var mı? giriş yap