maria missakian
-
soylenenlere bakilirsa attila ilhan'in paristeki ermeni sevgilisi.
ayrica (bkz: hangi sol)
-maria missakian-
yuksekkaldirimda bir ak$am
maria missakian'i du$undum
eger kendimi biraksam,
yagmur olabilirdim yagardim
kasimda bir cinar olurdum
yaprak yaprak dokulurdum
kalbimi siki tutmasam
dokup sacip bo$altsam
icimde yukselen $iiri
kaldirimlara dokup harcasam
gozleri balikcil gozleri
dudaklarinda tutup ruzgari
maria missakian adinda biri
gelse gogsune kapansam
gece golgesine sokulsam
gokyuzunde bulutlar buyuseler
yagmuru dinlesem anlatsam
$im$ekler kirilip dokulseler
bizi sokaklarda biraksalar
leylekler u$uyup gitseler
donup arkalarina bakmadan
yine ak$am oldu attila ilhan
ustelik yalnizsin sonbaharin yabancisi
belki paris'te maria missakian
avuclarinda bir carmih acisi
gizlice bir sefalet gecesi
cocugunu bogarmi$ gibi bogup paris'i
sana kacmayi tasarlar her ak$am
attila ilhan ( yagmur kacagi )
http://groups.yahoo.com/…up/siirpostasi/message/746 -
maria, evet ermenidir ve de bir donem ustad'in sevgilisi olmustur fakat bu hikayenin arkasinda bir dram da yatmaktadir. maria babaannesi ile yasayan ve ustad ile ayni fransizca kursuna giden bir kizdir; gel zaman git zaman capkin ustad'imiz bu kizi tavlar. tabi bunda kendisinin turk olmasinin payi da vardir cunku missakian'in babaannesi de turkiyeden gocmus bir ermenidir ve evinde surekli turkiye havasi vardir.
attila ilhan ulkeye dondukten sonra da iliskisini koparmaz bu kizla ve bir sekilde ulkeye getirmek ister. mirc * ile bolca yol denerler ama her seferinde burokrasiye takilirlar. is inada biner ve kizi kacak getirtmeye calisirlar ama gene de olmaz.
velhasil, huzunlu bir ask hikayesinin kahramanidir maria missakian -
40 yıl sonra attila ilhan'a paristen mektup atmis*. cocukları hatta torunları olan bir kadin olarak kendisi icin bu kadar guzel siirler yazmis bir adami unutmadigini gostermis olmasi bile missakian hanimi yeterince guzel yaparken gozumde bir gun ansizin bir fotografini gormustum, siyahlar icinde simsiyah sacli, maden gozlu bir kadin.
-
" - türk müsünüz siz?
adamakıllı kaptırmış birşeyler yazıyordum, birdenbire bu soru! paris’te birisini türk’e benzetmek kimin aklına gelir, olsa olsa o taraflı bir başka gurbetçinin: oysa, yanıbaşımdaki masadan apaydınlık gülümseyen genç kız soruyu paris varoşlarının o yuvarlak aksanıyla sormuştu. çık işin içinden çıkabilirsen. duru güzel bir kızdı bu, hafif çekik lacivert gözleri hülyalı, karanlık saçlarında mıknatıslı mavi çakıntılar, neredeyse saydam beyaz bir ten. adını söyler söylemez, türk olduğumu bir kerede nasıl kestirebildiği sır olmaktan çıktı:
-maria misakyan.
sabahın gamlı saatleri, sinsi bir soğuk boy camlarının ardında gittikçe yoğunlaşıyor. quartier’deki eski dupont, gerilerde bir masa vietnam’lı, bir masa zazou floresant tüpleri kahvenin içini bir akvaryum gibi donuk beyaz aydınlatmış. yanılmışlık sıkıntısı, beyhudelik duygusu, kral yalnızlık. peki, ne ister benden bu “çekik gözleriyle ermenice küfürler yazıp çizen çocuk?” hiçbir şey! eğer rahatsız etmezse türkiye’den açalım istiyormuş: anasıgil bursa’lı imişler, “tehcir” yıllarında gelmişler, o gennevilliers’de doğmuş, iki göz bir evde oturuyorlarmış, durumları kötü.
içimde biraz biraz polis midir nedir korkuları, yine de havamız yerinde, yemeği bir başka ermeninin, toprağı bol olsun, sofi’nin lokantasında yiyoruz; sofi patavatsız içtenliği ve anadolu ermenisi türkçesiyle gelip, acele, “aramızı yapmağa” kalkışmaz mı: kaşla göz arasında maria’ya ermenice olarak:
-sen bu çocukla evlen, diyor, korkacak ne var, artık ermenilerle türkler barıştı.
bunu maria’nın ansızın kızarmasından seziyor, birkaç ay sonra da o hanım gülümsemesiyle hala utanarak anlatınca, kesinlikle öğreniyorum. depart kahvesindeyiz. artık maria st.-michel bulvarı’ndaki bir tüfekçi mağazasında çalışıyor, öğle paydoslarında beraberiz: sütlü kahve, jambonlu sandviç, olmayacak hayaller. bir akşamüstü rex sinemasında maria montez’in bir filmini seyrediyoruz, profilden ünlü yıldız maria’ya benzetiyorum, ona baktığımı hissediyor hemen:
- kaptan, diyor, bana bakıyorsun.
- evet, diyorum, sana bakıyorum maria.
- niye bana bakıyorsun? diyor
- seni, diyorum, şu perdedekine benzettim de.
büyük bir içtenlik, deyimlemesi zor bir minnet duygusu ile elini yumuşacık uzatıp elimi tutuyor. ürperiyorum.
döndükten birkaç ay sonra, o zaman bahçeler sokağı’ndaki evdeyiz. londra’dan bir kart: çalışmaya oraya gitmiş, yalnız ve mutsuzum diyor. ben de yalnız ve mutsuzum. çolpan (ilhan), henüz akademi’de öğrenci, “onu çağırsana ağbiy” diyor, çağırıyorum; geliyor, gelecek, geldi diye bir süre avunuyoruz; mektupların görünmez mekiği aramızda anlaşılmaz bir yakınlaşmadır dokuyor; içim bir cam top gibi, gözlerimi kıstım mı, derinliklerimde bir yerimde strasbourg-st-denis’deki kahvenin iç salonu, pazar fransızları, filtreli kahve, yanımda maria; o akşam, yüksekkaldırım’dan inerken, şiir geliyor adeta zorla yazdırıyor kendini:
“yüksekkaldırım’da bir akşam
maria misakyan’ı düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım...vs.”
maria gelemedi. istemediğinden veya istemediğimden değil. akla gelmez sebeplerden: paris’teki taşnaksutyun ermeni komitasının elebaşılarından, komitanın organı hayistan gazetesinin sorumlularından savarış misakyan diye biri vardı, uzaktan bilmem nesi olurmuş, gayet karanlık bir adam, türk düşmanı, işi hem onun yönünden karıştırdı, hem benim yönümden; istemeye istemeye koptuk! yıllarca sonra mırç memlekete döneceği sırada gitmiş onu aramış bulmuş, karşılaşır karşılaşmaz:
“-maria’nın selamı var, dedi. hayırsız bir müzisyenle evli, iki de çocuğu olmuş. biraz fazlaca içiyor. seni konuşurken gizlice ağladı.”
işte böyle kardeşim hilmi, yazının buraya kadarı senin için: hiç değilse ben maria misakyan’ı yaşadım. arasıra resmine bakmak gelir içimden, albümden arar bulurum: resimlerin bir iyiliği de insanları hep öyle genç saklamaları mı?"
attila ilhan'ın ünlü şiiri maria misakyan'ı merak eden okuyucusuna yazdığı cevap.
şiire gelirsek;
yüksekkaldırım'da bir akşam
maria missakian'ı düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım
kasım'da bir çınar olurdum
yaprak yaprak dökülürdüm
kalbimi sıkı tutmasam
döküp saçıp boşaltsam
içimde yükselen şiiri
kaldırımlara döküp harcasam
gözleri balıkçıl gözleri
dudaklarında tutup rüzgarı
maria missakian adında biri
gelse göğsüne kapansam
gece gölgesine sokulsam
gökyüzünde bulutlar büyüseler
yağmuru dinlesem anlatsam
şimşekler kırılıp dökülseler
bizi sokaklarda bıraksalar
leylekler üşüyüp gitseler
dönüp arkalarına bakmadan
yine akşam oldu attilâ ilhan
üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı
belki paris'te maria missakian
avuçlarında bir çarmıh acısı
gizlice bir sefalet gecesi
çocuğunu boğarmış gibi boğup paris'i
sana kaçmayı tasarlar her akşam -
maria missakian: yasak aşk.
hannelise: ilkgençlik, çocuksu aşk.
aysel: reddedilen ama sevilen.
attila'nın birkaç kadını..
maria missakian farklıdır;
"...
belki paris'te maria missakian
avuçlarında bir çarmıh acısı
gizlice bir sefalet gecesi
çocuğunu boğarmış gibi boğup paris'i
sana kaçmayı tasarlar her akşam"
en durup durup okunası kısmıdır.
zira, şiirde yalnızca bu dizeler maria missakian'ın hislerine tercüme olmaktadır. -
attila ilhan'ın imkansız aşkı. üstadın "aşk" kaderinin, "işte bu kez oldu" diyecekken maria'nın fransız pasaportu sebebi ile bir kez daha kavuşmaya izin vermediği hanfendi.
"yine akşam oldu attilâ ilhan
üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı" -
kaptanın aşık olduğu ermeni mülteci kızı.
kızın ailesi, anadolu'dan göç ettirilince uyduruk bir pasaportla fransa yolunu tutmuş. kaptan anlattıkça anadolu'yu kız merak etmiş. ailesinin geldiği topraklar ama hiç hatırlamıyor, bilmiyor. vizesinin süresi dolunca kaptan mecbur türkiye'ye dönüyor. dönerken de söz veriyor, seni getirmenin bir yolunu bulacağım diye. ermeni tüccarlar odası gibi bir yere gidip benim bu kızı getirmem lazım, diyor. evlenecek misin sen bu kızla, diye sorunca gerekirse evlenirim, diyor. gönderiyorlar kaptanı. belli bir süre sonra çağırıp kötü haberi veriyorlar. önceden çok denedik olmadı, sınırdan girdiği gibi tutuklanır, diyorlar. yanlarından ayrılırken kaptan, konsolosluktan çıkınca şiir dökülmeye başlıyor:
yüksek kaldırımda bir akşam maria missakianı düşündüm...
hikâyesini bilince şiir anlam kazanıyor. hikâyeyi "nam-ı diğer kaptan attila ilhan'ı dinledim" adlı kitapta okumuştum. oradan okusaydınız duyguyu daha net hissederdiniz tabii ki. kaptanın kendi sesinden okunmuş halini de bırakalım buraya. -
attila ilhan'ın yâri.
kendi kaleminden okuyalım (alıntıdır) :
atilla ilhan’ın şiirlerinde geçen bu aşk hikayesini kendi kaleminden okuyalım ;
atilla ilhan’ın sevgilisi maria missakian bir ermenidir babanesi türk kökenli olduğundan ailesinde hep türklere karşı bir sempatisi olmuştur. paris’te fransızca dersleri alıp garsonluk yapan maria missakian ile atilla ilhan’ın yolları kesişir ve birbirlerine aşık olurlar. şiirlerinde adı geçen bu hatunu merak eden bir okuyucu atilla ilhan’a mektup yazıp maria missakian’ın kim olduğunu sorar atilla ilhan’ın yazdığı cevapta şöyledir:“
- türk müsünüz siz?
adamakıllı kaptırmış birşeyler yazıyordum, birdenbire bu soru! paris’te birisini türk’e benzetmek kimin aklına gelir, olsa olsa o taraflı bir başka gurbetçinin: oysa, yanıbaşımdaki masadan apaydınlık gülümseyen genç kız soruyu paris varoşlarının o yuvarlak aksanıyla sormuştu. çık işin içinden çıkabilirsen. duru güzel bir kızdı bu, hafif çekik lacivert gözleri hülyalı, karanlık saçlarında mıknatıslı mavi çakıntılar, neredeyse saydam beyaz bir ten. adını söyler söylemez, türk olduğumu bir kerede nasıl kestirebildiği sır olmaktan çıktı:
-maria missakian
sabahın gamlı saatleri, sinsi bir soğuk boy camlarının ardında gittikçe yoğunlaşıyor. quartier’deki eski dupont, gerilerde bir masa vietnam’lı, bir masa zazou floresant tüpleri kahvenin içini bir akvaryum gibi donuk beyaz aydınlatmış. yanılmışlık sıkıntısı, beyhudelik duygusu, kral yalnızlık. peki, ne ister benden bu “çekik gözleriyle ermenice küfürler yazıp çizen çocuk?” hiçbir şey! eğer rahatsız etmezse türkiye’den bahsedelim istiyormuş: anasıgil bursa’lı imişler, “tehcir” yıllarında gelmişler, o gennevilliers’de doğmuş, iki göz bir evde oturuyorlarmış, durumları kötü. içimde biraz biraz polis midir nedir korkuları, yine de havamız yerinde, yemeği bir başka ermeninin, toprağı bol olsun, sofi’nin lokantasında yiyoruz. sofi patavatsız içtenliği ve anadolu ermenisi türkçesiyle gelip, acele, “aramızı yapmağa” kalkışmaz mı: kaşla göz arasında maria’ya ermenice olarak:
-sen bu çocukla evlen, diyor, korkacak ne var, artık ermenilerle türkler barıştı.
bunu maria’nın ansızın kızarmasından seziyor, birkaç ay sonra da o hanım gülümsemesiyle hala utanarak anlatınca, kesinlikle öğreniyorum. depart kahvesindeyiz, artık maria st.-michel bulvarı’ndaki bir tüfekçi mağazasında çalışıyor, öğle paydoslarında beraberiz: sütlü kahve, jambonlu sandviç, olmayacak hayaller. bir akşamüstü rex sinemasında maria montez’in bir filmini seyrediyoruz, profilden ünlü yıldız maria’ya benzetiyorum, ona baktığımı hissediyor hemen:
- kaptan, diyor, bana bakıyorsun.
- evet, diyorum, sana bakıyorum maria.
- niye bana bakıyorsun? diyor
- seni, diyorum, şu perdedekine benzettim de.
büyük bir içtenlik, deyimlemesi zor bir minnet duygusu ile elini yumuşacık uzatıp elimi tutuyor, ürperiyorum.
döndükten birkaç ay sonra, o zaman bahçeler sokağı’ndaki evdeyiz. londra’dan bir kart. çalışmaya oraya gitmiş, yalnız ve mutsuzum diyor, ben de yalnız ve mutsuzum. çolpan (ilhan), henüz akademi’de öğrenci, “onu çağırsana ağbiy” diyor, çağırıyorum; geliyor, gelecek, geldi diye bir süre avunuyoruz; mektupların görünmez mekiği aramızda anlaşılmaz bir yakınlaşmadır dokuyor; içim bir cam top gibi, gözlerimi kıstım mı, derinliklerimde bir yerimde strasbourg-st-denis’deki kahvenin iç salonu, pazar fransızları, filtreli kahve, yanımda maria; o akşam, yüksekkaldırım’dan inerken, şiir geliyor adeta zorla yazdırıyor kendini:
“yüksekkaldırım’da bir akşam
maria misakyan’ı düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım…”
maria gelemedi, istemediğinden veya istemediğimden değil. akla gelmez sebeplerden: paris’teki taşnaksutyun ermeni komitasının elebaşılarından, komitanın organı hayistan gazetesinin sorumlularından savarış misakyan diye biri vardı, uzaktan bilmem nesi olurmuş, gayet karanlık bir adam, türk düşmanı, işi hem onun yönünden karıştırdı, hem benim yönümden; istemeye istemeye koptuk! yıllarca sonra mırç (abisinin lakabı) memlekete döneceği sırada gitmiş onu aramış bulmuş, karşılaşır karşılaşmaz:
“-maria’nın selamı var, dedi. hayırsız bir müzisyenle evli, iki de çocuğu olmuş, biraz fazlaca içiyor. seni konuşurken gizlice ağladı.”
işte böyle kardeşim hilmi, yazının buraya kadarı senin için, hiç değilse ben maria misakyan’ı yaşadım. arasıra resmine bakmak gelir içimden, albümden arar bulurum. resimlerin bir iyiliği de insanları hep öyle genç saklamaları mı?” -
kaptan'ın sevgilisi...
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap