• latince de manus, el ; factura yapmak manasında olduğundan, ilgili sözcük elle yapmak anlamına gelir. philosophy of manufacture adlı çalışmasında dr.ure, 'manufaktür, dilin değişimi ile birlikte hakiki anlamının tersini göstermeye başlamıştır' deyip, manufaktür ün makine kullanımına karşılık geldiğini söylemektedir.
    ilk ve en yaygın örneği yünlü dokumada çıktığı için bu önerme çok da doğruluk arz etmez. çünkü anadolu da, italyan tacirlerinin de etkisiyle, dokuma satan mağazalara hala manifaturacı denmektedir.
  • friedrich engels şöyle tanımlamış;

    16-18. yüzyıl manüfaktür işçisi, hemen her yerde, hâlâ bir üretim aletine, tezgaha, aile çıkrığına, ve boş zamanlarında işledigi küçük bir miktar toprağa sahipti. proleter bunlardan hiç birisine sahip değildir. manlüfaktür işçisi, hemen her zaman, kırsal kesimde ve kendi toprakbeyi ve işvereni ile azçok ataerkil ilişkiler içerisinde yaşar; proleter ise, çoğunlukla büyük kentlerde yaşar ve işvereni ile yalnızca para ilişkisi içerisindedir.
  • bir sanayi metasının üretim aşamasında ihtiyaç duyulan tüm mühendislerin, zanaatçıların ortak bir çatı altında toplanıp bir araya gelmesiyle oluşturulmuş elbirliğidir. örneğin; bir koltuk takımının üretim aşamasında keresteciye, oymacıya, tekstilciye, boyacıya ihtiyaç duyulmaktadır. bu ihtiyaç duyulan ve kendi alanında uzmanlaşmış zanaatçıların tek bir tesis ve kapitalistin denetimi altında bir araya getirilmesidir. işte böylece manüfaktür kapitalist üretim sistemini doğururken, loncaların da sonunu hazırlamıştır.
  • 'inhouse movement' diye geçer literatürde bu manufaktur makineler.
  • tanzimat ve islahat fermanlarını vs. bir batılılaşma ve modernleşme hikayesi gibi okumaktan hoşlananlar için biraz can sıkıcıdir ama manüfaktür endüstrilerin türkiye'de özellikle 1800-1850 araliğindaki ve özellikle 1840 sonrası hikayesi çok trajiktir. 1810 ve 1830 arasindaki 20 yillik kısa süreçte imparatorluğun manüfaktür sanayi büyük çapta bir yıkıma uğrar. bunda özellikle 1825-30 döneminde ingiltere ve fransiz kapitalizminin dünya piyasalarina neredeyse bir tsunami halinde özellikle dokuma sanayi ürünü mallar arz etmesinin de payi büyüktür. 1700'lerin sonlarina kadar kapali bir ekonomi rejiminde kendine yeterli ve büyük ölçüde bölgesel olarak bölünmüş iç pazarlarda yaşayan ve gelişmeye devam eden, hatta fransa, almanya ve avusturya'ya pamuklu ve ipekli ürünler ihraç eden imparatorluk sanayi özellikle 1825 sonrasinda hizla çözülmeye başlar. 1788’de fransa türkiye’den 2,3 milyon livre pamuklu bez satın almıştı ve devrim yılı olan 1789’da aldığı ipekli dokuma da ağır gümrük vergisine rağmen 187 bin livre dolayındadır. aynı yıllarda almanya ve avusturya’ya gönderilen pamuk ipliği yılda 250 bin livre olmuştur ve bunlar dönemin dünya ticaret hacmi bakimindan pek küçük rakamlar da değildir. ama 2000 yılına az kala türk tekstil sektörünün dünyaya açılmasıyla övünen türk işadamları ve hükümetleri 200 yilda, ancak 200 sene geriden tekrar başa dönmeyi başardıklarını pek bilmezler ama bu mühimdir, nerden geldik nereye gidiyoruz diye düşünenler varsa onlar için not ediyorum.
    bu çözülmede asıl önemli etken özellikle, 16. yüzyila, kanuni devrine kadar geçmişi bulunan kapütilasyon rejiminin, bütün gümrük duvarlarini kaldiracak ve yüzde 5'e indirecek şekilde yeniden yapilandirilmasidir ve bu genel olarak bilinir. ancak osmanlı imparatorluğunu kıl çadır ve çarık devri gibi düşünmeye alıştırılmış modern algı kalıplarımız bu duruma pek açılıp da o devrdeki dünyayi tahayyül edemez. osmanlı endüstrisinin bel kemiği olan pamuklu dokumanin on yılda yokolduğunu, buna karşılık ingiltere’den pamuklu ithalatınin 1828’de 465 bin sterlinden 1831’de 1.40 milyona yükseldiğini de ekleyeyim o da ayrica not edilsin. oradan sonucu tahmin etmek kolay. sonuç: işkodradaki 600 dokuma tezgahi sayisi 10 yilda 40'a, tirnova'daki 2000 tezgahin 200'e düşmesi, iç pazarın çok sınırlı bir bölümüne daralmış, sadece yüzde 5 gümrük resmi ödeyen yabanci mallarla rekabet etmeyi başarabilen, çoğu da yabanci ortaklara yönelen bir manüfaktür sanayi. selanik, istanbul ve izmir gibi limanlardan başlayarak maraş, urfa, musul, kalatya ve trabzon'a yayilan ekonomik çöküş ve geleneksel olarak ipek dokuma kentleri olan bursa, amasya, şam, diyarbakır, halep gibi bölgelerde zanaatçılığın kaybolması, yabancilarin ticari mümessiliğine doğru evrilen ticaret dünyasi ve büyük ölçüde gayrimüslimlerin elinde biriken ticaret sermayesi. klasik sömürgecilik devrinde hayat nasıldı, büyükbüyükbüyük babam neden erken öldü diye merak ediyorsanız, yarısınin savaşlarda öbür yarısınin da çöken dokuma tezgahlarinin altinda kaldığını unutmayın ama nihayetinde dün tirnova'da bugün tekel'de yarın tedaş'ta geçen hikayelerdir hep bunlar hatirlarsiniz oralardan.
    ama bir yandan hürriyet gelince biz de batılılaşacağız, modernleşince ekonomimiz de güçlenecek, devleti kurtaracağız düşüncesiyle yürütülen bütün bir 19. yüzyil osmanli demokrasi mücadelesi tarihinin ve öte yandan da istibdat gelirse kurtuluruz devleti de kurtarırız despotluğuyla devam eden bir abdülhamit devrinin hikayeleri arasinda dokuma tezgahlarinda sönen hayatlara dikkat eden pek yoktur. her boku modernleşme, batılılaşma, ah demokrasi vah istibdat sayıklamalarıyla görmeyin diye huysuzlaniyorum ben de. eyvallah hepimiz az biraz tercüme odasindan çıktık ama akademi sana diyorum, o kadar da değil, devlet-i ali biraz da tirrak trrrak tiki tak dokuma tezgahlarinin altinda kaldi diyorum.
  • dikkatsiz bünye tarafından münafıktır şeklinde algılanabilmektedir..
  • üretimin el işçiliğine,bireysel bilgi ve beceriye dayalı olarak yapıldığı endüstriyel kuruluş. makine kullanmaksızın üretim yapılan fabrika.
  • marks manüfaktürü, temeli el zanaatı üretimi olan işbölümüne dayalı işbirliği olarak tanımlamaktadır. (kapital c 1, bl.14)
hesabın var mı? giriş yap