• l'humanitie ile cannes film festivalinde jüri özel ödülünü almış olan bruno dumont un ilk filmi
  • 1997 yapımı bir bruno dumont filmi. the life of jesus*diye de bilinir.
  • muhteşem kareleri ve de tipik bruno dumont ıssızlığı, yalınlığı, felsefesi ile ele alınmış güzel bir film. diğer bütün bruno dumont filmlerinde olduğu gibi anlatılmak istenen ince detaylara gizlenmiş ve de somut olarak izdüşenden sıyrılabilenlerin filmi olmayı başarabilmiş. uzun uzun ve sindire sindire izlemekte fayda var; öyle ki yönetmenin gerek mekanla, gerek ironik diyaloglarla anlatmak istediğinde koca bir derinlik var!
  • gerhard haderer'in basina dert acmis cizgi romani. ilgili haber icin: http://www.cnnturk.com/…pid=117&hid=1&haberid=87960
    isvicre'de yasak olmamasina ragmen, lozan fnac, dindar bir grubun baskisi nedeni ile kitabi ancak siparis uzerine getiriyormus.
  • hemen her filminde oldugu gibi icerisinde hardcore bir sevisme sahnesinide barindiran fransiz yonetmen bruno dumont'un ilk ve mehtemelen en iyi filmi.
  • 1997'de sutherland trophy'yi kazanmış filmdir.

    17. uluslararası istanbul film festivali'nde 'isa'nın yaşamı' adıyla gösterilmişti.
  • çevirisini yaptığım bruno dumont'un en iyi filmi.
    http://divxplanet.com/…/177686/la-vie-de-jesus.html
  • fransız gençliğinin ne kadar bencilce büyüdüğünü, bu bencillik onların suçu olmadığını, yetiştiren anne, baba ve çevrenin etkili olduğunu anlatmak istemiş. bencilikle beraber işsiz ve tembel bir topluluğun aynı zamanda aşırı ırkçı olarak büyüdüğünü anlatıyor. tek zevkleri hızlı araba ve hızlı motosiklet olan aynı zamanda sevgisiz bir sex isteği ile yetişen gençlik. film belki 1997 yapımı fransa 'yı anlatıyor ama ben daha çok günümüz türkiye'yi gördüm filmde
  • filmin bir adı da “ağır işsizlik” olabilirmiş...

    1997 yılı yapımı bir bruno dumont filmi. humanity‘i bu filmin devamı gibi yorumlayan olmuş... o konuya girmiyorum...

    (dikkat!!! ağır spoiler içerir)

    --- spoiler ---

    film, kuzey fransa’da geçiyor. avrupa’nın zengin sofrasının tam ortasında mutsuz, amaçsız, işsiz ve bir o kadar şımarık gençlerden biri olan freddy’nin bomboş yaşamına odaklanıyoruz. freddy, elinin altında her şeyi olan, kendisi gibi işsiz güçsüz arkadaşları ile takılan 20’li yaşlarda bir genç. marie adında bir kıza aşık. komşu kızı konsepti. fransız olmanın verdiği genişlik ile, kâh freddy’nin evinde, kâh dağda bayırda sikişip duruyorlar (hatta, freddy’nin annesi, “marie geldi. odanda. git, kızı bekletme”, diyür. böylesine bir genişlik var).

    ancak, bu gençler, yaşamlarındaki işsizliği, anlamsızlığı ve boşluğu yaratan sisteme yönelik öfkelerini aynı kasabada yaşayan arap göçmenler üzerinde yoğunlaştırıyorlar. ırkçılık ve ayrımcılık, ailelerin seyirci kaldığı ve gençlerin tecrübe ettiği yoğun çürüme içerisinde yeşeriyor.

    aslında, normal şartlar altında, kader ismindeki arap genci ile çok iyi arkadaş olabilirlerdi... kader, son derece düzgün bir çocuk; deli dolu, motorsikletlerden anlıyor, atak, kendine güvenen ve zeki bir delikanlı. ancak, sistem, çürüttüğü beyaz çocuklar ile arap göçmenlerin çocukları arasına görünmez ama kalın bir duvar örüyor. harcında anlamsız bir nefretin olduğu bu duvar, beyaz fransızların tecrübe ettiği işsizlik ve o işsizliğin yarattığı anlamsızlık ortamında örülüyor. emeğin olmadığı yere gericilik ve ırkçılık giriyor; öfke oluşuyor. filmde, ilk bakışta, seyirciler freddy ile kader arasındaki çatışmanın marie’den kaynaklandığını düşünebilirler. oysa ki, marie’yi başka birinin düzmesi freddy’nin umurunda değildir. freddy için de marie bir et parçasıdır zaten. işin garibi, marie de kendisini öyle görmektedir. “bizim kültürde bu işler özeldir. erkek, kadın peşinden koşar. kadın da naz yapar”, diyen kader’e, “benim için fark etmez. hemen sikişebiliriz”, diyen marie de kendisine toplum tarafından biçilen rolü kabul etmiştir — burada hemen ekleyelim; freddy’nin tombik annesi de marie’yi çocuğunun seks oyuncağı olarak görmektedir (belki, kendisi de gençliğinde bu rolü oynamıştı ve başka bir ailenin kızına bu rolü biçmeyi garipsememektedir).

    bu cinsel ayrımcılık ve şiddet sadece marie’ye karşı da uygulanmamakta. okulun ortasında kilolu bir kız çocuğuna yönelik yapılan aşağılama ve o kız çocuğunun külodunun indirilerek taciz edilmesi, buna herkesin sessiz ve seyirci kalması... o kız çocuğunun ağlayarak evine doğru yürümesi... freddy’nin annesinin, “senden utanıyorum” demekle yetinmesi ve kızın ailesine ödenecek “ceza parasını” dert etmesi...

    freddy’nin içindeki ölümcül öfke, bu işsizliğin ve anlamsızlığın ikliminde yeşermiştir. öyle ve o kadar ki, freddy, aslında çok iyi arkadaş olabileceği bir yaşıtını acımasızca döverek öldürür. çatışmanın sonu ise, freddy’nin içindeki hesaplaşmadır. o hesaplaşmada “ben ne bok yedim. yıllarca yatıcam” pişmanlığı yoktur (freddy’nin ifadesini alan polis memuru da, bir anlamda, “o arap’ı öldürmen senin suçun değil”, diyerek bu vandal eylemi destekliyor ve freddy’nin kaçmasına göz yumuyor). sanki, o çürtülmenin kalın örtüsü yırtılmış, freddy’nin o bönlüğü ve soğukluğu altından insanlığı çıkmaya başlamıştır... belki de bruno, burada isa’nın yaşamı, çatışmaları ve doğuşunu anlatmak istemiş...

    ve fakat, kapitalist ilişkilerin insanları birbirine ve kendilerine yabancılaştırdığı, ayrımcılık ve ırkçılığı yeşerttiği bir ortamda doğan bir “isa” ne kadar uzun ömürlü olabilir, bunun yanıtı verilmemiş... filmin sonunda da olduğu gibi; güneşi perdeleyen kara bulutlar dolanıyor üzerimizde...

    --- spoiler ---
  • bruno dumont'un 1997 yapımı, sosyal gerçekçi ilk filmi. ken loach filmlerinde izlediğimiz bir sosyal gerçekçilik değil bu. sesini yükselten, kavga eden, küçük düşürülen, hakkını isteyen bir işçi sınıfı yok. insana dair hemen her şeyin, boş suratların, ifadesiz gözlerin ve sessizliğin arkasına saklandığı; kuzey fransa kırsalındaki boş sayılabilecek bir şehirde, anlamsız hayatlarını anlamlandırabilmek için motosikletle turlayıp, mekanik seksle günlerini geçiren, korkunç bir boşluk duygusuyla kuşatılmış bir teenager hikayesi.

    dumont, yine camille claudel 1915'teki gibi hiç müzik kullanmadan ve çok az diyalogla çekmiş bu minimal filmi. banal bir aşk hikayesinin bir trajediye dönüşümünü göstermek için, toplumun altında yatan ırkçılığı boşluk duygusunu vurgulayarak anlatıyor. evet, neo-liberal sistemin öğüttüğü orta sınıfa bakışı ken loach'u anımsatsa da, hikayesini görsel anlatımla aktarması açısından bresson filmleriyle çok daha büyük bir benzerliğe sahip dumont sineması.

    filmin ismi, ernest renan adında 19.yy'da yaşamış bir tarihçinin, isa'nın dünyaya inerek gündelik hayata karışmasını ve -mucizevi güçlerini kullanmadan- sıradan bir insan olarak mesajını yaymasını anlatan aynı isimli kitabına dayanıyor. tabii tüm hikaye ters yüz edilerek, iyiliğin ve kötülüğün kaynağının peşinden koşturuyor izleyiciyi dumont.
hesabın var mı? giriş yap