• (bkz: artur london)
  • costa-gavras'ın en başarılı filmlerinden biri. 139 dakika olan film müthiş bir akıcılıkla ilerliyor. yves montand'ın da oyunculuğu oldukça başarılı. film çekoslovakya'da 1948-1951 yılları arasında dışişleri bakan yardımcılığı yapan artur london'ın 1968'de yazdığı kitabından uyarlanmış. film şu kare ile son buluyor * uyan lenin, bunlar çıldırdı.
  • günümüze ne kadar benziyor. abdülhamit & erbakan uyanın. bunlar çıldırdı.
  • çekoslovakyadaki komünist rejimin 'günahlarını' anlatan ve 1948-1951 yılları arasında dışişleri bakan yardımcılığı yapmış artur london'un kitabını referans alan costa gavras filmi.

    film 'parti'nin ve merkez komitenin kendi bütünlük iddialarını desteklemek ve kapitalizme karşı ideolojik mücadeleyi sürdürmek için kişisel tarihleri nasıl inşa ettiklerini gösterir bize. bu inşa öyle bir inşadır ki gerçekliğini sorgulayacak en ufak detaylar bile ya görmezden gelinir ya da gerçekliğe uygun bir şekilde yeniden yazılır. fakat tamamen kafadan da uydurulmaz bu gerçeklik; manipüle edilebilecek ölçekte itiraflar koparılarak yapılır; elbette manipülasyonun ve işkencenin sınırı yoktur.

    aslında tüm devletlerin yaptığını yapar bu gerçekliği kurarken. katı ve kesin dikotomiler kurar, bir kişi ya haindir ya da kahraman; ya işbirlikçidir ya da vatansever; ya kapitalisttir ya da komünist. 3. yol yoktur. dahası bir yolun da ibadet edilecek tek tanrısı vardır o da o yıllarda stalin veya stalinizmdir. hatta filmin bir yerinde artur london arkadaşlarıyla (1965 yılında) sohbet ederken halen komünist olduğundan bahseder; nasıla açıklaması ise çok çarpıcıdır: artık tanrı öldü.

    ve bir de başkaları adına konuşan, karar veren; başkalarının çıkarlarından farklılaştığı halde onların çıkarlarını da kendi bütünlükleri içinde -çelişkisiz bir biçimde- temsil ettiğini muhalifler de dahil herkesin kafasına vura vura sokmaya çalışanlara:
    'uyan lenin, bunlar çıldırdı!'
  • costa gavras'ın şaheserlerinden biri...

    işin komik tarafı yurdum sosyalist / komünistlerinin bir çoğu z filmini bilirler. bunu z başlığına gidip yorumları da okuyarak kendiniz gözlemleyebilirsiniz.
    z filmine sayısız övgülerde bulunurlar. hatta objektif görünebilmek adına filmin siyasi mesajını ve atmosferini es geçip oyunculuk kalitesinden, yönetmenin becerisinden, kurgunun şahane akıcılığından, filmdeki fevkaladenin fevkinde olan müziksel akıştan vs... bahsederler. costa gavras'a övgüler yağdırırlar...

    lakin aynı akıcılığa, aynı sanatsal dokunuşa, filmin gerilimli hikayesini yansıtabilen başarılı müzik tercihine hatta müziğin yoksunluğuna, kısacası bu filme dair hiç bir şeye değinmezler. bir çoğu kendi ortamlarında adı geçmediği ve popüler olmadığı için bu filmi ya bilmez ya da bilip üzerine konuşmazlar. lafı sözü geçmediği sürece filmin adı anılmaz, costa gavras'ın bu 2 filmi seri olarak tasarlayıp ard arda çıkardığı gerçeği hakkında da kimse tek kelime etmez.

    bu filmi öveceklerse dahi bir başkasının bu konuda eleştiri getirmesi üzerine ters köşeye yatmamak ve politik onay kabuğunun dışına çıkmamak adına bunu yaparlar. zira azılı bir sosyalist dahi z filminin yönetmenine, 1 yıl sonra yaptığı film için eleştiri getirecek kadar dengesiz değildir.

    z'yi bir çoğunun biliyor, ortamlarda konuşuyor olmasının sebebi ise sadece popüler olmasıdır. zaten bir dinci ya da sol'un herhangi bir fraksiyonuna dahil olan insan için bir şeyin kendilerinden olması iyi olması için yeterli değil midir?

    artur london'un kitabı üzerinden hayat hikayesinin aktarıldığı bu film hakkında konuşmazlar.
    aynı şekilde artur london'un başlığını kontrol ederseniz o da bomboştur.
    bu konularda herhangi bir fikirleri varsa dahi bunlar kol kırılır yen içinde kalır fikirleridir. kendileri hariç herkesi faşist ilan eden bu yüce arkadaşlar; faşist ilan ettikleri insanların siyasi dünyalarını mikro incelemeye tabii tutar, fakat kendi dünyalarının tutarsızlıklarına karşı ne kadar samimi olduklarını z, grigoris lambrakis,hristos sartzetakis başlıklarında tek tük bile olsa entry girilmiş olmasından ama bu başlıktaki entry yoksunluğu ve artur london başlığının hiç varolmayışında, görebilirsiniz.

    (bkz: solcuların ikiyüzlü olması)
  • filmin prömiyeri çekoslovakya'da ancak komünist rejimin son bulmasının ardından 21 ocak 1990'da, vaclav havel'in seçim kampanyasında yapılmıştır. yves montand da bu kampanya esnasında prag'ı ziyaret etmiş, çek muhaliflere ve ülkenin ilk post-komünist liderine desteğini sunmuştur. kendisinden bahsedilmişken eklemeden geçmeyelim, yves montand, artur ludvik rolü için 15 kilodan fazla vermiştir.
  • yazarların görüş ve açıklamalarına katılmakla birlikte komünizmin yıkılış temellerinin atıldığı dönemlerin başlangıçtan süre gelen korkudan kaynaklandığı düşüncesindeyim. partinin ve sovyetin korkusu her zaman batının onlara karşı bir düşmanca girişimde bulunacağı ve komün düzenin bozulacağı yönünde. bunun için de sürekli iç ve dış düşman üretiliyor.

    filmde de belirtildiği gibi hitlere karşı amerika ile birlikte hareket edilmemiş miydi? ancak bu sistemin yıkılmasına karşı alınacak önlemler için bir bahane değil. büyük problem olan her zaman bize düşmanlar düşüncesi.
    günümüz tr'si ile karşılaştırma yapılması çok mantıklı değil sistemin değil kişilerin yıkılma korkusu var şu an.

    aihs'nin ceza hukukuna ilişkin maddeleri aklıma geldi;
    madde 3
    işkence yasağı
    hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.
  • the confession (1970)

    8 / 10

    çekoslovakya'da 1948-51 yılları arasında dışişleri bakanının yardımcısı olarak görev yapmış arthur london'un aynı isimdeki romanından uyarlama, komunist rejimin faşizan yönetim anlayışını anlatmış, costa gavras imzalı çok başarılı bir film l'aveu. costa gavras her zaman olduğu gibi karanlık dönemlere ışık tutmaya devam ediyor. dönemde yaşanan paranoyanın oldukça başarılı anlatıldığı, faşizmin sadece milliyetçilerde olmayacağını anlattığı, sosyalizm adına birçok öz eleştiri yaptığı çok gerçekçi bir film. dönemin politik ve sosyolojik koşullarını oldukça gerçekçi anlatan costa gavras ordu, yargı ve devlet üçgeninin gücü kaybetme paranoyası yüzünden önce şuursuzlaşan ve sonrasında tamamen faşizan bir yönetim anlayışına sahip olan komunist rejimi bir hayli sert bir dille eleştiriyor. çekoslovakya'nın sancılı dönemlerine ışık tutan, gerçekçi anlatısı ve yaptığı sert eleştirilerle ön plana çıkmış çok başarılı bir film. "uyan lenin, bunlar çıldırdı!".
  • 1970 yapımı bir film. artur london'ın otobiyografisinden sinemaya aktarılmıştır.

    çekoslovakya'da dışişleri bakanı yardımcısı iken komünist partinin içindeki bir kliğin kumpasıyla gözaltına alınıp, suç isnat yoluyla mahkum edilmiş yahudi asıllı bir komünistin hikayesi.

    mahkeme sahnesi adnan menderes ve arkadaşlarının yargılanmasını hatırlatır. bütün diktatör rejimlerin ortak yanlarını görmek adına beğendiğim bir film oldu.
  • tanım: l'aveu:itiraf(fr.) renk paletlerinin, duvarların, üniformaların, isimlerin karmakarışık olduğu; izlerken içinizin daraldığı bambaşka bir yapıt. çok etkileyici, çok vurucu bir distopya.

    nasıl anlatabilirim bilmiyorum yaşattığı hissiyatı; foucault'yu dilimize sığdırmaya çalıştık demişti hapishanenin doğuşu kitabını çeviren mehmet ali kılıçbay. bizde l'aveu'yü tahayyül sınırlarımızın çeperlerinde bir seyahate çıkaralım. öncelikle başrol yves montand'a bir parantez açmak lazım. tek kelime ile kusursuz, göz kamaştırıcı bir performans koymuş ortaya. sadelikte hikmet vardır derler. minimum mimikle bu kadar etkileyici duygu aktarımı yapabilmek gerçekten büyük meziyet.

    her neyse geçebiliriz; artur london 1950'lerin çekoslovakyasında sovyet partisinin bir bakan yardımcısı. korku rejimlerinin doğasında olan "düşman yaratma politikasının" yeni kurbanı. marsch. yürü. filmin büyük kısmında yürüyor artur, namı değer 3255 numaralı mahkum. itiraf et. l'avue 3255. önce zamirleştiriliyor. polisler tarafından alıkonduktan sonra; çıplak halde iğdiş ediliyor. ismi değişiyor, eski ismini unutmalı. sürekli yürümeli, askerlerin emir ettiği gibi, cenin pozisyonunda değil yüzü tavana bakarak uyumalı. saatten haberi olmamalı. en vurucu sahnelerinden biri saat sahnesiydi benim nazarımda. göz bağını takan askerin kolunda gördüğü saatte 2'yi görüyor ve akşam 2 mi yoksa sabah 2 mi? diye soruyor. önemi yok aslında. sabah 2'de akşam 2'de aynı. gün yüzü görmüyor. sürekli yürüyor, yürümediğinde askerler onu sağ sola vuruyor. izin vermediklerinde uyuyamaz, yemeğini zamanında yemezse yemek hakkını kaybeder. itiraf et ve kurtul. spesifik şeyler sorun diyor bu soruya cevap olarak artur. ne ile suçlandığının bir önemi varmış gibi. önemli olan suçlu olman; bir çaresizliğin içerisinde: gerçekliğin sınırlarını zorlar bu yönüyle film. artur onu sorgulayanların elbiselerini karıştırır sürekli; bir planda takım elbise giymiş kişi bir sonra ki sahnede bir asker üniformasıyla çıkar. costa-gavras'ı burdan ön plana çıkarmak, resmen çekmek için dünyaya geldiği bu filme yaptığı dokunuşları yüceltmek gerek. bütün film boyunca bu dilemmanın içerisinde buluruz kendimizi. bir kitabı film yapabilmek, filmde bir vizyon ortaya koyabilmek gerçekten meşakatli bir iş.

    laveu'yü esg'nin bir youtube videosunda görüp notlarım arasına almıştım, bugüne kısmetmiş. gerçekten bambaşka duygulanımlar, hazlar, iğreltiler yaşattı film bana. sakin bir kafayla şans verilmesi gereken bir film. izleyin, izlettirin efendim.
hesabın var mı? giriş yap