• (bkz: riget)
  • kim olursa olsun, büyük bir insan kitlesi, devleti akılla
    yönetebilmek için hiçbir zaman böyle bir bilime tamamıyla sahip
    olamayacaktır. tam tersine, bu biricik doğru hükümeti ufak bir
    zümreden, birkaç kişiden, dahası tek bir kişiden beklemek gerekir;
    öteki hükümetlere de doğru hükümetin bazen iyi, bazen kötü taklitleri
    demeli.

    platon - devlet adamı
  • çok gereksiz bir sistem. iki bin sene önce amcanın biri tarlasında gezen tavuğuna taş atan komşusuyla "sen benim davığıma nassı daş atan lan!" diye kavga etmiş, kümese dadanan tilkiyi avlamış, kapı kapı dolaşıp "reynbov çalı süpürgesi" satıyorum diye insanları dolandıran seyyar tüccarları kovalamış, millet de etkilenip "hacı sen gel bizim mahallenin muhtarı ol" demiş, ordan yürümüş bu amca, kabile reisi olmuş, birkaç uyanık da "lan bu geçen bi' davık için himmi dayıyı bi' dövdü, bi' dövdü, çok sağlam adam. bu bizi de kollar, gel biz buna yancı olalım" demiş yanaşmış buna. mahalleli de gerektiğinde bunlar için kavga ederken güçlü kuvvetli olsun diye eti, sütü, balı eksik etmemiş. eleman da palazlandıkça palazlanmış. palazlandıkça da götü kalkmış. önceden iyi niyetten ve şahsi çıkarlar için getirilen eti, sütü, balı milletten zorla almaya başlamış. itiraz edene de "gonuşma lan, götün sıkışınca bağa gelmeyi biliyon, vereceen dabi" demiş. sonra bakmış himmi dayının tarlasından şahane patatesler çıkıyor, "dur, ben bunları da alayım, zaten hiç sevmem himmi'yi, davuğuma kışt demişti zamanında" diyor, dalıyor tarlaya, bütün mahsulü kaldırıyor. patateslerin bir kısmından viski yapıyor, bir kısmından cips yapıyor, viskinin yanına meze yapıyor. çok hoşuna gidiyor tabi, daha önce hiç cips yememiş çünkü. viski içmiş ama. neyse. çağrıyor yancılarını, onlara da viski ve cips tattırıyor. onlar da çok beğeniyor. "bahın hele" diyor, "himmi dayının tarlasından çıkanlarla neler ettik. burnumuzun dibindeki tarladan bunlar çıkıyor, kim bilir başka tarlalardan neler çıkıyordur. gidek, onları da toplayak, çıkanlarla akşam kurarız çilingiri, vur patlasın, çal oynasın. alka seltzer de var, sabahı düşünmeyin hiç" diye gaza getiriyor bunları, gönderiyor elalemin tarlasını yağmalamaya. e bunlar böyle yağmaladıkça elalem aç kalıyor tabi. toplanıyor elalem, geliyorlar buna "hacı, sen böyle geliyon, dopluyon, alıyon götürüyon, eyi güzel de, darlanın anasını belliyon, darla öle bellenmez, biz biliyoz nassı belleneceğini, sen garışma bize, biz belleyek, toplayak, bi gısmını sağa getirek, bize de galsın biraz, hem biz doyak hem sen kur çilingirini gene. bizim mıhtar da zaten pısırık çıhtı, sağa bi şey diyemedi, bundan gari sen bizim de mıhtarımız ol" diyor. eyvallah diyor bizimki. böyle böyle yayılıyor etrafa. daha da palazlanıyor. kral oluyor. nereye gitse alkış, kıyamet karşılanıyor. millet "ya ya ya, şa şaşa, kıııral kıııral çok yaşa" diye tezhürat yapıyor. hoşuna gidiyor tabi. gitmez mi? düzen şahane çalışıyor. düzen bozulmasın diye başlıyor yancılarını sağa sola göndermeye. sen şurada dur, topla oranın etini, sütünü, balını, birazını kendine al, gerisini bana yolla. sen de nasiplen, benim de çilingirim eksik olmasın" diyor.

    bunu görüp "ne var lan, aynısını ben de yaparım ki" diyip kendi düzenini kurmaya çalışanların gidip tek tokatla ensesini patlatıyor falan. ee, her gün et, süt, bal yiyor, güçlü sonuçta. kimsecikler durduramıyor bunu. hazımsız bi de lavuk. her yerde sürekli "ben olmayaydım gelip alıyorlardı tarlarlarınızı elinizden, ahırlarınıza çizmeyle girip tavuklarınızı si... şişe geçireceklerdi" gibi şeyler anlatıyor, ha bire kendini pohpohluyor, pohpohlatıyor. o ilk yanaşan yancılar da uydurma hikayeler anlatıyor taverna köşelerinde. "geçen mahalleye gurt indi, bu tek eliynan tokatlaya tokatlaya dağa gadar govaladı hayvanı. o olmayaydı beşikteki bebeenizi bilem gurt yiyeceğidi" gibi hikayelerle adamı milletin gözünde yücelttikçe yüceltiyorlar, onları kralın vazgeçilmez olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.

    gel zaman, git zaman, sayısız çilingir sofrasından sonra kral iyice yaşlanıyor artık, ama "bu kadar rahatlıktan da vazgeçmek istemiyorum. ben gitsem de en azından karıma, aileme kalsın, az kahrımı çekmediler" diyor. e sürekli ete, süte, bala vurmaktan gayet de sağlıklı aslında, durmamış mala da... eööö, bir sürü de çocuk yapmış. "ben gidiyorum ama, bu bebeler benim kanımı taşıyor. ben sizi nası koruduysam onlar da sizi öyle koruyacak. sakın ola saygıda, hürmette kusur etmeyin, etten, sütten, baldan mahrum bırakmayın" diyor, ölüyor sonra. ama oğulları aynı düzeni sürdürüyor, sürdürüyor, sürdürüyor, sürdürüyor. millet de "lan bunun dedesinin dedesinin dedesinin dedesi tek eliynan gurdu dokatlaya dokatlaya dağa gaddan govalamış, benim dedemin dedesinin dedesinin dedesini gurtarmış, nankörlük edemem" diyerek düzene hiç itiraz etmiyor. böyle böyle, küçük güncellemelerle aynı düzen yüzyıllarca devam ediyor.

    ete, süte, bala doymayan, göz boyayarak ve zorbalık yaparak insanları sömürmeye dayalı, saçma ve gereksiz, babadan oğula nesillerce geçe geçe devam eden bir düzen yani.
  • kocası yalansız, açık sözlü gelse her şeye karşın ona tabi olur, tepesine çıkmaz, krallığını selamlarmış. bu şu demek oluyor, krallık oy vermeye ve iç seçime bağlıdır.

    "15. yüzyılın sonlarında, londra'da matbaacı william caxton "herkes tarafından anlaşılmayan garip terimlere" itiraz etmiştir. o sırada fransızcadan alınmış yüzlerce sözcük yerli ingilizce sözcüklerle rekabet ediyordu: rock/stone (taş), realm/kingdom (ülke, krallık), stomach/belly (mide, karın), velocity/speed (hız), aid/help (yardım), cease/stop (durmak), depart/leave (ayrılmak), parley/speak (konuşmak). ingilizcenin buna getirdiği çözüm ise, her ikisini de kulllanmak fakat her birini ufak farklara göre ya da toplumsal değerlere göre ayırmak oldu." steven roger fischer - dilin tarihi

    evrenin düzenini oluşturduğu varsayılan şaşırtıcı bir erdemler/değerler listesi eski sümer kil tabletlerinden günümüze kadar gelmiş. [joseph campbell'in tanrının maskeleri kitabından]:
    1. üstün yöneticilik
    8. çobanlık
    9. krallık
    10. ebedi kraliçelik

    (bkz: kraliyet)
    (bkz: kingdom), realm
  • jo nesbo'nun, ilk bölümde kan görmeye alışmış okuyucusunu* hayal kırıklığına uğratmış son kitabı. 82.sayfaya geldim, ne parçalanmış bir yüz, ne deşilmis bir uterus. kopmuş bir parmak bile yok.
  • mantıklı bir sistem. şayet devletin başında bir kral yoksa halk devletine karşı aidiyet hissini yitirir. bu bir psikolojik semboldür. kral bütün işlere koşturacak değildir tabiki tanrı değil bu. fakat devletin bir temsili bir sembolü olmak zorunda ve herkesi sahiplenmeli.

    insanlar bu gücü hissederek rahatlamalı. kendisini ve devletini bağımsız hissetmeli.
  • avrupa ülkelerinin çoğu sembolik de olsa bu sistemle yönetilir.

    danimarka
    ispanya
    norveç
    isveç
    hollanda
    belçika
    monako
    lüksemburg
    andorra

    monako, andorra ve lüksemburg çok küçük oldukları için krallıktan ziyade prensliktir.
hesabın var mı? giriş yap