• efendim, 1965'lerden sonra dellenen birçok sanatçı, yapıtla uğraşmayı bırakmış ve sanatın kendisiyle, yani amacı, anlamı gibi spekülatif hadiselerle tebelleş olmaya meyletmiştir.. nitekim kavramsal san'at, aynı yıllarda yan etkili olan antiform, land art, postminimalizm gibi, sanatı anlam ve amaç açısından sorgulayarak, geleneksel sanatın sınırlarını zorlayan ve genişleten avant-garde bir akımdır.. çok avant-garde'dır ama, yani belirteyim dedim..

    1691'de henry flynt bey, "malzemesi kavram olan sanat"tan söz ederek, "kavramsal san'at" terimini ilk kullanan olmuş, elaleme caka satmıştır.. kavramsal sanatın uygulayıcıları tuval, fırça gibi bildik gereçlerden yararlandıkları gibi, sanat dışı alanlara özgü aygıtlar da kullanmaya çalışmışlardır; misal adını vermek istemeyen bir sanatçımız yapıtlarında zımba, erişte, pandispanya, böcek gibi aygıtlardan faydalanmaya kalkmış, ezmiştir garipleri, yazık..

    kavramatik sanatçılar arasındaki ortak yön, asla seyredilmek içün bir yapıt oluşturmak istememeleridir; ront hadisesine kökten karşıdırlar yani.. yapıtlarıyla kavramlar ve analizler öneren bu sanatçılar, angut buldukları seyirciyi bunları anlamaya, çözmeye, kendi düşüncesiyle tamamlamaya çağırırlar; seyirci de bir halt anlamaz, sevinir bizimkiler bittabii..

    akımın kuramsal eğilim gösteren ve diğerlerinden ayrılan başlıca grubu ingiltere ve new york'ta etkin olan "art+language (sanat+dil)"dir.. 1696'dan itibaren joseph kosuth abd'de; terry atkinson, michael baldwin, david bainbridge ve harold hurrell beyler de ingiltere'de paralellik gösteren çalışmalar gerçekleştirmişlerdir.. lakin sonra bu beşerler, eserlerinden de sıkılıp, narenciye işinde muvaffak olmaya çalışmışlardır efendiciğim..
  • kavram - kavramak ikilisinden yola cikacak olursak; yaptigini idda edenin yaptigi tipki masturbasyon gibi sadece kendinin anlayabilecegi, yaşayabilecegi bir saçmalıktan öteye gidemeyen bir sanat dalıdır. evet abi, bildiğin otuzbir yani.
  • cogunlu "gotumden sallasam kavramsal sanat olur" mantalıtesıyle ortaya konulmus ler topluluğu
  • (bkz: #3427835)
  • ne derece yalan bir olay olduğuna dair: (bkz: #3450570)
  • efenim, işin eksperi sayılmam ama güzel sanatlardan atılmış bir kişi olarak diyebilirim ki kavramsal sanat, arka plandaki kavramsallığın bilgisine nail olmayı gerektirdiğinden, üstelik kavram dediğimiz nane dille fazlasıyla iç içeliğinden dolayı demagojiye gayet müsait olduğundan, her laf cambazının her hangi bir nesneye uydurmasyonel bir sanatsallık iddiası yakıştırmasıyla oluşturulabilir bir sanattır. oysa ki kanaatimce sanatsallık "anlaşılan" değil "algılanan" bir etkidir. bir resme bakarsınız, o an beğenirsiniz yahut beğenmezsiniz. bir müziği duyarsınız, o an hoşunuza gider ya da gitmez. gördüğünüz yahut duyduğunuzun ötesinde bir bilgi gerektirmez. tıpkı tat gibi. (boşuna "bir tat, bir doku" dememişler). rembrand'ın resimleri güzeldir, beyoğlu sinemasının duvarlarındaki resimler kötüdür. bunu söyleyebilmek için ışıktı, perspektifti, kompozisyondu, boyanın kıvamıydı, açımlamak gerekmez. annemin yaptığı pilavın güzel, benim yaptığım pilavın kötü olduğunu söyleyebilmek için sadece tatmanın yeterli olması, tariflerimizin tetkik edilmesinin gerekmemesi gibi. evet, eminim ki sanat tarihini bilenler için adamın birinin yaptığı "taburenin üzerindeki tekerlek" ile ilk kez karşılaşmak, usta bir aşçının bakın çok acayip bişey yaptıcam diyerek yoğurtla kemalpaşa tatlısı yemesi kadar acayip, ilginç, cesurca ve keyif vericidir. ama eğer ki avrupa uygarlığı bir gün unutulur, on bin yıl sonraki bambaşka bir uygarlık toprağın altından bir avrupa sanat tarihi kitabı bulup çıkarır, eminim ki ilgilenecekleri eser tekerlekli tabure olmayacaktır, daha insana dair, duygulara, yaşantılara dair eserler olacaktır. peki o uygarlık da batarsa, uzaylılar bişeyler bulurlarsa? ve hatta dünyaya meteor çarparsa, güneş patlarsa, her şey yokolursa nolacaktır? o vakit sanata da koyayım kavrama da sevgili sözlük okuyucuları, size bişey olmasın.
  • yirminci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan bir sanat akımı. avant-garde yani öncü sanat akımların temelleri üzerine kurulan bu anlayış, yetmişli yıllarda epey bi etkinlik göstermeye başlar. baktığımız zaman dadacılık, gerçeküstücülük ve minimalist sanat anlayışı, kavramsal sanatın oluşmasında etkili olur. altmışdokuzda yayıma başlayan, sanatın en iyi aktarma biçiminin sözel dil olduğunu savunan art and language dergisi, analitik felsefenin yöntemlerini kullanarak, görsel dilin gerçekte kaçınılmaz olarak sözel dilden yararlanılıp anlam bulduğunu ileri sürerek, soyut düşünceye yönelen çalışmalarda bulunur. bu anlamda sanatçılar amaçlarına resim, heykel gibi sanat eserleriyle değil, kitaplar, yazılar, eski belgeler vb. simgesel anlatımları olan malzemelerle ulaşırlar. mesela bunlardan joseph kosuth, bilgi odası adı verilen çalışmasında, bir masada çeşitli belgeler ve yazılar sergiler, izleyici sandalyeye oturarak masanın üzerindekileri izleyebilmektedir. neyse efendime söyleyeyim john steraker, june paik, laurie anderson, joseph beuys bu kavramsal sanatın bilinen öbür temsilcilerindendir.
hesabın var mı? giriş yap