• televizyonda bir programda can babanın nazım hikmetten bahsetmesi esnasında duygu asenanın "he hatırladım şu kartpostal şairi değil mi" demesi sonucu can babanın kendini kaybedip kart sensin postal da sana girsin dediği diyalogun cana alıcı noktası...
  • (bkz: mr deeds)
  • televizyonda bir programda can babanın nazım hikmetten bahsetmesi esnasında duygu asenanın "he hatırladım şu kartpostal şairi değil mi" demesi sonucu can babanın kendini kaybedip kart sensin postal da sana girsin dediği ve aslında hiç yaşanmamış, çamur at izi kalsın mantığının fabrikasyonu diyalogun can alıcı noktası...
  • vatan gazetesi internet sitesi arşivindeki http://www2.vatanim.com.tr/…52&categoryid=4&wid=99` adresli yazıdır:

    duygu asena (06.06.2004)

    kart ve postal hikâyesi

    dünkü yazımda, "kendin çok yumuşaksın ama yazıların sert" diyenlere "nasıl sert olmanı, nasıl sinirlenmem" şeklinde bir şeyler yazıp, beni kızdıran konulara değinmiştim.

    yazı uzadığı için çok önemli birini bugüne sakladım. iki tür karaktere çok kızıyorum; birincisi, "hiç tanımadıkları insanlar hakkında ona zarar verici bir şeyler uydurup sağda solda anlatanlar."

    bunu ya cehaletlerinden, öyle sandıklan için yapıyorlar ya da gerçekten kötü niyetliler, sonucuyla çok eğleniyorlar.

    ikincisi; "her duyduğu kötü şeye hemen inanıp, yemeyip içmeyip, gerçekmiş ve kendisi görmüş gibi etrafa yayanlar..."

    bu her ülkede böyle midir bilmiyorum; bizim ülkemizde iyi şeyler başkasına anlatılmıyor ama kötü, çirkin, fena şeylere inanmak ve neredeyse ağzından sular akarak bunu etrafa yaymak çok görünen bir durum.

    en az 15 yıldır üzerimden atamadığım, gerçekle hiç ilgisi olmayan bir iftira var... internet siteleri bile bu yüzden bana hakaretlerle dolu. karşılaştığım on kişiden sekizi bunu bana sorar... ilk çıktığı günlerde yazmıştım ama gerçek ağızdan okuduğuna inanan, sağduyulular da çıkmıyor bu memlekette.

    eminim siz de duymuşsunuzdur... olay şu: ben can yücel'e "nazım hikmet kartpostal şairidir" demişim, o da çok sinirlenmiş ve bana "kart sensin postal da.......... girsin" demiş... hah hoh hah... ne kadar komik değil mi? ve insanlar bu habere bayılmış, bir an içinde tüm türkiye'ye yayılmış... türlü çeşitli anlatılmaya başlanmış... bir radyo programında olmuş, hayır cem özer'in tv programında gerçekleşmiş... sanki duymuşlar gibi benim ağzımdan böyle bir şeyi, anlatıyorlar da anlatıyorlar vecd içinde...

    hani ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler ya... en küçük bir kıvılcım bile yok bu olayın çıkması için. can yücel ile çok iyi dost olmamız dışında...

    o da ben de çok üzülmüştük bu olay patladığında ve ne yapacağımızı şaşırmıştık. datça'daki can yücel şenliklerine konuk olduğumda hâlâ güler ve su yücel ile bu konuyu şaşkınlıkla anarız.

    şimdi size olayı çözüşümü anlatayım... sunay akın bir gün bana dedi ki; "o laf ece ayhan'a aittir"... ben bunu düşünüp dururken, arda uskan önüme 22 kasım 1987 tarihli bir nokta dergisi koydu. içinde şair ece ayhan'la yapılmış bir söyleşi vardı. ayhan, nazım hikmet ile düşüncelerine; "büyük şair olduğuna hiç kuşku yok. bunu anlamak için şeyh bedrettin destanı'nı okumak bile yeter" diye başlıyor, şöyle diyordu sonunda: "... 1950 sonrası yazdıkları, saman şansı hariç kartpostal şiirleridir..."

    buyurunuz... işte belgesiyle açıklıyorum... şimdi ne olacak? herhalde ece ayhan'ı kadın zanneden bir "salak" bir süre sonra onu benimle karıştırdı ve ece oldu duygu... "postal girsin" bölümü de o salağın yaratıcılığı işte.

    sonra binlerce -salak diyemiyeceğim onlara çünkü o kadar çoklar ki- kişi de bu sevimli olaya bayıldı ve yaydı da yaydı...

    tanınan biri olmanın böyle olumsuzluktan var işte. yıllarca üzerinizde hiç hak ermediğiniz bir olumsuzlukla yaşayıp, boşu boşuna insanların nefretini kazanıyorsunuz...

    siz olsanız nasıl başa çıkardınız bu iğrençlikle? düşüncelerimi yazma fırsatım olduğu halde ben başa çıkamadım, internet sitelerinde bana hakaretler yağdıranlara duyurulur.
  • bir dönem bu tarz şiirler yazdı önermesi ayrı bir eleştiridir ve "kartpostal şairi" tanımlamasına yeterli olduğu şüphelidir .

    ne asena ne de yücel mühimdir bu hususta . zira ortada bu türden bir algı farklılaşması hep vardı ve "kartpostal şairi" (yada "...şairleri") tamlamasıyla nesnel hale geldi . bir şekilde bu tanıma tepki olarak gelişen "kart sensin postal sana girsin" diklenmesi de , bu bulanıklığa karşı bir tür zihin açıcı niyetine , gayet işlevsel kıvamda .

    demiş , kim demiş , kim kime giydirmiş hepsi teferruat . atışmalı türkü tadında ilerlemiş bu muhabbetin aslı yoktur demenin de muhabbete bir katkısı yoktur .
  • öküz dergisi yazarları ece ayhan'ın ziyarete giderler, çanakkale'ye, ağustos 97. konu konuyu açıyor, ece bey'in sohbetinden kalanları not alıp öküz'lemeler olarak kitap haline getiriyor dergi ekibindekiler.

    kitaptan bi bölüm:

    ----

    ressamlar, müzisyenler başka ülkeye gidebilirler. ama şairler dil içinde yüzdüğü için olmaz. nazım hikmet 1951 senesinde buradan gitmek zorunda kaldı. nitekim hapishanede yazdığı şiirler çok güzeldi. fakat gittikten sonra kartpostal şiirleri yazmaya başladı. yine kimileri küplere binecek ama türkiye'deyken benzersiz şair olan nazım hikmet'in, 1951'de koparıldıktan sonra yazdığı hemen hemen bütün şiirleri kartpostal şiirleridir. kimse bunun aksini iddia edemez. doğruyu söylemek nazım'ın yararına mıdır, zararına mı?

    ----

    can yücel'in söylediğinin ne kadar sloganist ve çocukça olduğunu düşünüyor muyuz bilemiyorum. ama şunu da düşünmekte fayda var, dil yaşıyor, dönüşüyor, evriliyor. bugün konuştuğumuz türkçe 10-12 sene sonra farklı bi şekilde ifade edilecek.

    dil madem dönüşüyor, değişiyorsa, ondan uzak kalmak, şiiri de etkilemez mi?

    uzun süreler yurtdışında yaşayan ve internetin de olmadığı bi dönemde bir arkadaşımızla türkçe anlaşmaya çalıştığımızı düşündüğümüzde bile benzer bi his yaşamamız oldukça doğal.

    nazım için kartpostal şairi demek haddime değil tabi ama yurtdışında geçirdiği dönem yazdıklarını bu bakışla düşünmek de onun yararına bana kalırsa.
hesabın var mı? giriş yap