• jean claude van damme'in kendisiyle ve hayatiyla hesaplastigi son senelerde izledigim en iyi otobiyografik film. otobiyografik belki tam oturmuyor ama en yakin tür bu denebilir eger bir sinifa sokulacaksa. filmin icerigi hakkinda cok bir sey yazmak istemiyorum cünkü ben de cok bilmeden gittim ve keyfini cikardim. aklimdan sadece sasiracagim geciyordu. film imdb'de van damme'in en yüksek rating alan filmiydi cünkü (en yüksek ikinci ratingin sinav'da olmasi da ayri bir güzellik tabi). bu kadar etkilenecegimi, böyle bir süprizi beklemiyordum ama. jcvd inanilmaz samimi, insani güldüren ve abd'deki film piyasasi hakkinda sert bir sekilde aydinlatan bir film. filmin sonlarina dogru van damme'in sadece avrupali bir karateci olmadigini, geride kalan yaklasik 25 senede stüdyolarda oldukca pistigini ispatladigi tek sekanslik 5 dakikalik bir monolog var ki akillara zarar. van damme'a, filmlerine dil uzatanlarin da her cektigi filmi kacirmadan izleyenlerin de begenecegine emin oldugum bir film. umarim istanbul'da da vizyona girer. (almanyada yasayanlar icin fantasy filmfest bünyesinde bir kac sehirde gösterilmekte film.)

    1 + 1 = 1

    (bkz: http://www.imdb.com/title/tt1130988/)
  • filmin trailer'i buradan izlenebilir.

    http://www.youtube.com/watch?v=pbmta51qgzm
  • jean claude van damme a "aramıza yeniden hoşgeldin" dememe sebep olan en iyi yabancı oscarı ya da en iyi erkek oscarı (o beş dakikalık monolog bile yeter bu ödüle) dallarının en azından birisine aday olmasını istediğim(ama olmayacağını biliyorum) kalp burkan dört dörtlük bir jean claude van damme filmi.
  • jean claude'un da sadece algılandığı şekilde sıradan bir vurdulu kırdılı film aktörü olarak bilinmesinin ciddi bir haksızlık olduğunu yüzümüze vuran gerçekten güzel film. jean claude'un monoloğu gerçekten çok hoş, düzenlenişi, tarzı gayet güzel. film genel olarak farklı zaman yürüyüşü ve bir vakada olayın bir film versiyonu, ardından da "bakın o seyrettiğiniz filmler-im-deki gibi yürümüyor işler" şeklinde yıllardır bunu yapan kişiden; ilk ağızdan dile gelmiş mottosunun dillendirilmesiyle gerçekten etkileyici.

    van damme'ın hakkını yemişiz yıllardır, meğersem içli, derin adammış; kurşun işliyormuş, yumruk alıyormuş, dava kaybedebiliyormuş; hayat hiç onun filmlerindeki gibi değilmiş. ve ben bu filmine gerçekten bayıldım, eski filmlerini de oturup onunla izlemek nasip olsa keşke. bir gerçeğine, bir ekrana bakarak.

    "o bir yıldız.

    bu bok çukurunu
    terkedip hollywood'a gitti.

    olduğu yere
    gelebilmek için çok çalıştı.

    sense buradan hiç ayrılmadın."

    ek: ha bir de;

    -abi senin gerçek halin daha süper, bırak filmdeki dövsün önüne geleni; sen daha adamsın.
  • 2008 yılının sonu gelip de herkesin en iyi filmler listesine göz atıp nedense hiçbirinde göremediğim fakat bunu sonuna kadar hakeden bir film jcvd. kabul edelim sinema açısından çok da verimli bir yıl değildi 2008. evet son aylarda güzel filmler de geldi, avrupa'dan da güzel örnekler vardı ama yine bu en iyi listelerine baktığımızda ilginç filmlerle karşılaşabiliyorduk.

    benim de herkes gibi bu filmin varlığını öğrendiğimde hemen bir önyargı oluştu kafamda jean claude van damme ile ilgili. çocukken filmlerini müthiş bir zevkle izlediğimiz, uçan tekmelerini taklit etmeye çalıştığımız bu müthiş insanı neden kabullenemiyorduk? belli bir yaşa geldik diye neden bir karateciyi küçük görmeye başlıyorduk? bu sorular kafamda dönmeye başladığı o anda jcvd'ı izlemeye karar verdim ve müthiş memnun oldum. hem van damme'ın harika ve doğal oyunculuğundan hem de yönetmenin kurgudaki inanılmaz başarısından. elinize geçerse demiyor, hemen edinmenizi ve izlemenizi tavsiye ediyorum geçtiğimiz yılın en iyi 20 filminden biri olan jcvd'ı.
  • jean-claude van damme ın kendini oynadığı filmdir.nitekim bir zamanların aksiyon filmlerinin aranan aktörü van damme ın yıldızının söndügü zamanda çekilmiştir tam da.filmin senaryosu da bu durumu desteklemektedir.hollywood starı van damme artık eski popülaritesini kaybetmiştir para sıkıntısı çekmektedir ailesi dağılmıştır.film önce -van damme ın kariyerine uygun olarak-dövüş sahnesi çekimleriyle başlamaktadır fakat bir kaç dakika sonra jcvd nin farklı bir senaryoya sahip oldugu anlaşılmaktadır.jean-claude kendi kariyerindeki düşüşü bu filmde ustalıkla canlandırmıştır.ayrıca filmin hollywood yapımı degil de belçika yapımı olması da bu durumu destekler niteliktedir.van damme bu filmde sadece dövüş filmlerinde değil de bu tür dram filmlerinde de iyi oyuncu oldugunu kanıtlamıştır diyebiliriz.bir de filmde belçika polisinin kullandığı arabaların külüstür olması beni şaşırttı.filmin dili fransızcadır.çok fazla kalite aramayın derim ben ama ele aldığı konu bakımından güzeldir izleminizi tavsiye ederim imdb de aldığı oy 7.6 dır gayet iyi bir orandır bence.

    http://www.imdb.com/title/tt1130988/
  • bit pazarından bu sene çıkan bir başka kelepir 'yıldız' hikayesi. diğeri the wrestler'dı. bence jcvd'ın senaryosu daha sağlam ama kurgusu biraz hafif kalıyor. neyse karşılaştırmadan ziyade van damme'a bakalım, hakkını yemeyelim; adam hayatın sillesini yemiş zaten.

    --- spoiler ---

    filmin bu yıldız ya da şovbizin malı olma durumunu ele alırken anlattığı hikaye, aslında o starlık kavramının da çok güzel bir metaforu. jc postaneye gidiyor ama işler onun kontrolünden çıkıyor ve bir anda kendisini bir nevi kapana kıstırıyor. o yüzden de filmin sonu daha da anlamlı, nihayetinde şöhret demek belli sınırlar içinde yaşamayı kabul etmek demek.

    yönetmenin anlatım biçimi de oldukça isabetli aslında. zaman atlamalı kurgusu bilindik olsa da renk tercihleriyle hafiften, yabancılaştırma olayıyla aleni bir şekilde niyetini belli ediyor. aslında bu starlık mevhumunu bahis ettiğin anda dördüncü duvarı bir anlamda yıkmış* oluyorsun, yönetmen de bunu o meşhur -ve etkileyici plan sekansla pratiğe döküyor. bir de en başta jc'un hangi kamera diye sorması var, güzel olmuş.

    --- spoiler ---

    oyunculuk dersen oldukça başarılı. jcvd zaten iyi ama yanındaki amcalar: john cazale imitasyonlu dog day afternoon göndermesi, jcvd'a sigara gösterisini yaptıran abi; hepsi başarılılar.

    özetle geçen senenin iyi filmlerinden, hele the wrestler'ı düşününce hak ettiği ilgiyi göremeyen 'iyi' filmlerinden. two thumbs up!
  • 1. ---- spoiler içerse de umrumda değil ----
    2. ----- otobiyografik entry tehlikesi ----

    aslında öyle bir gazla oturdum ki şu gariban metin kutusunun karşısına anlatamam. lakin yukarıda herkes mevzuu anlatmış, hepsi de birbirinden güzel anlatmış. tam kafamda kurduğum anlatım tarzında da kendi düşüncesini anlatan var, dolayısıyla aslında bir şey söylemeye gerek yok. bu noktada kendinden öncekini varsaymayan bir denemeye girişmek tek çare. zira hep bilinmesi gerekli bir şey var ki; benden öncesi ben değildir, bizden öncesi biz değiliz.

    doğduğum ve büyüdüğüm yerde (doğu pasifik), 80'lerin ortalarına kadar 3 tane sinema vardı. ya cüneyt arkın filmi olurdu, ya süpermen, ya karate (yong zink sonk dubak gibi. ama o zamanlar çince ismini bilmek marifetten sayılmadığı için 'korkusuz vahşet', 'kolsuz kahramanın kolu', "kıyasıya küskü yenilmez pıddığa karşı' diye biliyorduk filmlerin ismini).

    minyeli abdullah anadoluya yeni bir sinema anlayışını yerleştirmeden önce, paso karate filmi getiriyorlardı. o zaman da sinemayı ondan ibaret sanıyorsun tabi. sonra özel televizyonlar, kesilmiş ama yine de yeni popcorn filmleri, vcd ve "aveseq01.dat" uzantısının hayatımıza girişi; böyle alternatif filmler olduğunu öğrendik. ismi "popüler sinema" olan ve bizim oralara gelebilen tek sinema dergisinden acayip filmler öğreniyoruz. amına koydumun çantacıları 30 milyona vcd satıyorlar, yemiyor içmiyor onları alıp izliyoruz. kimi çince altyazılı, kimi direkt almanca. dil bilmiyon, laf anlamıyon ama sinema işte, başka mecra gösteriyor insana. izliyorsun.

    tabii sinemada halen van damme, altın yumruk; bi yandan arnold, bi yandan dolph lundgren (ki ilk punisher olması ayrı bi yerde durmasına sebeptir); filmlerin yüzde kırkında bolo yeung kötü adam, -hatta yazılışını hatırlamıyorum sintiya rotrok (cynthia rothrock?).

    aradan zaman geçti tabii biz de büyüdük, geliştik, serpildik, david lynch'in kayıp otoban'ını izleyip "oha lan sinema ne vuruyomuş adama lan" dedik, citizen kane'i izleyip "25 yaşında mı çekmiş bunu, lan biz ölelim lan o zaman" diye kederlendik, run lola run'ı izledik kaderin ve bir saniyenin insanın hayatını nasıl değiştireceğini gördük, hatta bi adam bunu çoktan kavramış sinemada anlatmıştı bile, seven'ı izleyip hayatta hiç karşılaşmadığımız kararlar olabileceğini öğrendik, stüdyonun filme müdahalesini anladık falan filan derken akşam olur biraderim, neyse böyle keşfettik de keşfettik. ama bi yandan da van damme filmleri gelmeye devam ediyor tabii. memlekete gidiyorum sinemada vandam, küsküle. şimdi yıllarca adamın her yaptığı filmi mecburi istikamet de olsa izlemişsin, bu kadar veritabanını yazmaya kapatmak olmaz, yeni verileri ekledik tabi. bi yandan sevgilimizle bağımsız sanat filmlerine giderken, bi yandan tek başına evde kalınca van dam'ın yeni filmini koyup izledik. yeni filmi izlemesek olmaz şimdi. yarın bi gün bizim gibi biri çıkar, adamın karşısında "ben vandamı bıraktım abi" desen olmaz. zira van dam'da potansiyel var, bırakılmamalı, çocuk bile olsak gidip sintia rotrok'un değil van dam'ın filmografisine kitlenmişsek bi sebebi vardır herhalde.

    yine de ben "knock off"ta kaldım maalesef. hemen sonra bunun legionnaire diye bi filmi çıktı. memleketteyim o zaman. baktım afişe dandurikten bi şapka takmış kafaya, süngü müngü tüfek elinde. zaten lejyoner kelimesine takıntılıyım. bi tilt oldum önce. gitmedim sinemaya. arada bi kopukluk olunca da ben van dam'ı silmişim gibi oldu. öyle bir şey yok vandam abi. nerden bilebilirdim, lejyoner filmiyle holiwud lejyonerliğine bi gönderme yaptığını. o zamanlar türkiye'de daha "gönderme" diye bişey yoktu. bi de popüler sinema dergisi okuyosun tabii...

    neyse dayı, bi yandan da yaşıyoruz tabii, film çok, duygu çeşitli, van dam her duyguya gelmiyor. yine de yalnız kaldıkça bi doz çakıyorum ben bundan fırsat kalırsa. öyle öyle takip ettim 98'den beri. hatta bu uğurda, - sinema konusunda hassas ve duyarlı tüm çevreme ve sinemada asıl rolü "izleyicilik" olmasına rağmen herşeyi yönetmenden, senaristten bile iyi bilen romantik komedi sevdalılarına rağmen- "sınav" filmini bile izledim. en son da until death'i izledim ve aslında van dam'ı yine ve son kez "bu son izleyişim oldu" diyerek sildim.

    yine de içim bi garip oldu. van dam çökmüştü filmde. kafasında bi yumru çıkmış. "bi derdi var belli ki" dedim. hiç karate de yapmıyor filmde, paso tabanca, kurşun sallama; bi tane tekme bile atmadı. acaba apış arası da mı şişti diye düşündüm. "herhalde gücü yetmiyor adam 45 yaşında lan" dedim. "bi devir kapanıyor, en iyisi yeni vandam filmi izlemiym de ben de yaşlandığımı anlamayayım" diye vandam'la vedalaştım.

    böyle böyle internet'i sorgularken, duydum ki jcvd diye bi film çıkmış. baktım, otobiyografik falan diyor. bi yandan da merak ediyorum tabii. "lan bu herifin nasıl bi hayatı var acaba" diye. iki skrinşat baktım, öbür filmlerindekilerden çok başka görünüyor herif. hemen divxplanet'e girdim o dakka. ara ara, lan hamına koyim yok mu bi tane vandam'cı, herkes mi sildi, sattı, salladı bu adamı. gelir dedim, ağır ol dedim. nadasa bıraktım.

    zamanla harbiden olan oldu, eski van dam sinema tayfasından bi dostumu gördüm. iki hoşbeşten sonra dedim "hocam vandaym'ın yeni filmi çıkmış izledin mi?", "abi harika film, van dam'ın doruk noktası" dedi. hasktir. uyuyamam lan ben. yani ancak bi potansiyel beklediğin insanın doruk noktası olur di mi muharrem? ve vandam'ın da günü geldi. 'işte bu' dedim 'yevroka' dedim. gittim eve yattım uyudum.

    aradan geçti aylar maylar; film izliyon amma şimdi vandam filmi desen kimseyi sarmaz. sevgilinle izleyip ne tartışacan van dam filmine, neresinde sarılacan, sana ne öğretecek. bugün artık evde tek başınayken dedim, gel lan buraya. baktım altyazı da gelmiş. verdim ekrana, yaptım ortamı daldım seyire.

    ve evet sonunda filme gelebildim.
    entry bu kadar ama... yukarda herkes anlatmış zaten. üstüne diyeceğim bir şey yok.

    .
    ..
    ...

    film şaheser ağalar.

    sadece van dam'ın içimizden biri olduğunu düşündürmesinden değil; van dam diye karateci- kunfucu deyip geçtiğin bir adamın sana düpedüz, tamamen saf bir şekilde hayat dersi vermesinden.

    biraz uzun tutulmuş bölümler olsa da film akıcılığını hiç kaybetmiyor. izlerken kâh ağlayıp kâh güldüğüm bu filmi, baştan sona sahne sahne oturup anlatmak, yorumlamak da mümkün ama mevzu bu değil. mevzu yukarıdan bu noktaya gelen bölüm.

    jcvd filmi ile van dam ve tabii ki yönetmen bana; "inandığın şey sana meyvesini verir"i öğretti mesela. 15 yaşından beri mi van dam'ı tanıyorum, ne verdi bana diye kendime soruyorum, bi bacak açma, dört kişi aynı anda dövebilme, dev gibi bisepsler, 220 km. hızında uçan tekme. bunları öğrendim evet, ama gerçek hayatımda ne işime yarıyor. uçan tekmeyle işe gidebiliyor muyum, yok? ama inanmaya devam ettim, arada parazit olduysa da bugün, van dam şahanesin be abi, getir elini öpiym diyebilirim.

    diyebilirim çünkü; binlerce film izlemiş de olsam -abartmıyorum lan- van dam'ın o 5 dakikalık monoloğunu, izlediğim tüm sinemasal eserler, kendini ifade ediş içeren edebi eserler, sanat eserleri arasında apayrı tutarım bu dakkadan sonra. bu dakkadan sonra insanları yargılarken, insanlara "kıçımın kenarı", "hamına koydumun popçusu", "osuruktan filmlerin yardımcı oyuncusu", "tarık mengüç" gibi sıfatlar yakıştırırken bir kez daha düşünürüm. ha yine yapacağımı yaparım o ayrı. ama düşünürüm. inandığımı, inanmadığımı ayrı tutarım tabii. yani van dam'a inandığım gibi, filmde de gördüğümüz üzere "steven seagal"a inanmam, onu takip etmem, ama kibariye'yi canımdan çok severim, orhan baba canlı yayında altına sıçsa, "gereğini yapmıştır" der geçerim, cüneyt arkın biz ona bu kadar hastayken gidip tgrt'de küçük onur'a karate öğrettiyse kızamam artık. öyle olması gerekmiştir.

    hayal kuruyorsun. bir sürü hayalin var. her hayalini gerçekleştirdiğinde, bu hayalinden önceki birçok hayalini de silip atmak zorunda kalıyorsun. her hayalin gerçekleşmesi yeni bir hayat getiriyor. ama hiçbiri aslında gerçekten istediğin hayat değil. sen tüm hayallerinin gerçekleşebildiği bir hayat istiyorsun. ama gerçekleşen her hayal, seni bir şeyleri kabul etmeye, istemeden yapmaya, boyun eğmeye zorluyor. bununla yaşayabilir misin? asla istediğin insan olmayacaksın, olamayacaksın. van dam'a bakıyorum, jcvd filmini izleyince. hayalini gerçekleştirdiğini, hayal bile edemeyeceği şeyleri yaşadığını itiraf ediyor. ama onların kendisini değiştirdiğini söylüyor. sırf hayalini gerçekleştirmek için çabalarken o biz bakıp ona "karateci", "lan iki tane hareketi var", "ya ne buluyorsunuz bu filmlerde" diyoruz. dalga geçiyor, yerden yere vuruyoruz. ama van dam'ın kızı (ki aslında oğluymuş ama kanuni sebeplerden dolayı oğlunu kızla değiştirmişler filmde) "babam yüzünden benimle dalga geçiyorlar" diye babasını istemiyor.

    kendini koy onun yerine. bir hayal kurdun, gerçekleştirdin, hayatını yaptın, dünyanın her yerini gezdin, en çıtır kızlarla, en afilli heriflerle yattın, bir sürü bir sürü "ilk" keyif yaşadın. öyle ya da böyle bir insan oldun. ve sonra "ya böyle olmuyor, artık bi çocuğum olmalı sanırım, bi eksiklik var" diye düşünüp bir çocuk yaptın. bir çocuğun oldu. ama karateci, üçüncü sınıf film aktörü van dam olduğundan dolayı çocuğun senden utanıyor. yıkılmaz mısın? telefonu kafanda kırmaz mısın?

    yargılarken aslında kimsenin aslında hayal ettiği insan olmadığını bilmek lâzım. ki van dam'da söylüyor bunu "benden çok daha değerli insanlar var" diyor. bunu ben de her gün söylüyorum. çok süper, değerli, deli, dolu, yaratıcı insanlar var. ama hayal ettikleri insan olamıyorlar. çünkü ömür kısa. kavradığında geç kalmış oluyor; kımıldamaya gücün yetmiyor. yetseydi dedem evinin bahçesini son kez tekrar bir ekecekti. dilinde bu vardı. öyle öldü gitti.

    adamın biri bunu sana anlatmak için böyle bir film yapıyor; adamın biri, vandam, ömrünün itirafını yapıyor. bunları yaparken bir hayalleri var. birilerine ulaşsın diye. stüdyo dağıtmıyor filmi, türkiye'de bi sürü van dam hayranı var, gösterime bile girmiyor, zira holiwud'un ağzına sıçıyor ya adam, hem zaten van dam ne, van dam bitti oğlum... holiwud dağıtmaz, biz divx'ini çekip korsan korsan izliyoruz. filmi çeken hayal kırıklığında, van dam yine kırık dökük. ne yapsınlar bi daha film yapmasınlar mı? yapsınlar. bu yönetmen, bu senarist. 5 film daha yapsa, holiwud bunu alıp bol patlamalı, pearl harbor gibi bir film çektirip bitirmeyecek mi bunları? öyle. öyle işte hoca.

    filmde john woo referansında var bu; şimdi wolfgang petersen hayal ettiği adam mıdır, bizim hayal ettiğimiz insan mıdır; gazanfer özcan hayal ettiği gibi mi ölmüştür, kaynana semra hanım bu insan mı olmak istemiştir? tercihler yaparsın hayallerinden. 9'unu bırakır birini denersin. olursa 10 tane hayal doğurur, bir ikisini gerçekleştirirsin ama hepsi birden asla olmaz. 10'undan biri bile olmuyorsa, zaten hayalini gerçekleştirmeyi gerçekten istememişsin veya senin değilmiş o hayal diyebiliriz.

    ama haydan gelen ve huya giden ömrünü, yeteğini vesaire harcamak pek de güzel. nasıl olsa topraktan gelmiş tormağa gidecek. paso haso, yerde olsan sürünsen bile çıkar keyfini.

    ama işte o son telefon konuşmasında, van dam telefonu kafaya vururken de, sana ne diyor anlıyorsan, beri gel.

    "van dam da aktör mü ulan" diyorsan, nasıl bir aktör olduğunu görüp sırf şaşırmak için izle.
    film güzel. gayet güzel. tek izle. sonra toplu izle.

    senin de gözlerine sağlık güzel kardeşim.
  • büyük ihtimalle bir çok insanın önyargı ile izlemekten kaçındığı filmdir. canım sıkılmasa ben de izlemezdim. ama kendi kendime bu aralar çok iyi "son" filmler izliyoruz silvester stalone'den rocky 6* yı, clint eastwood abimizden gran torino yu izlemişken bunu da izleyelim dedim.

    çok yavaş akan film, birden sizi içine çekiyor. olduğunca gerçekçi senaryosu ve van dam abimizin günah çıkarması ile film takdir edilebilecek bir düzeye geliyor. sonuç olarak bu adamlar yıllar boyunca sadece dövüşmeyi değil oyunculuğu da öğrendiler.

    tekrar filme dönersek film iyi, hoş, güzel. önyargıdan sıylınca ise çok güzel.
hesabın var mı? giriş yap