• kuvayı milliye destanı şiirinde nazım hikmet şunu der:

    yaralı bir düşman ölüsüne takıldı nurettin eşfak'ın ayağı.
    nurettin dedi ki : '' teselyalı çoban mihail,''

    '' seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni ''

    burada mihail'in mecburiyeti vatanını savunma mecburiyeti değil, ülkesini yönetenlerin aldığı karara uyma mecburiyetidir. geldiği bu yabancı diyarlarda savaşırken öldürülmüştür ama onu öldüren savaştığı türkler değil, anadolu macerasına sürükleyen yunanlı politikacılardır.

    savaşın iyisi güzeli olmaz ama savaşın haklısı , meşruu , vatanını savunmak için yapılanı olur...

    mustafa kemal'li türkiye'nin ve bu milletin yaptığı da budur.

    dost da düşman da bilir ki;
    iş başa düşerse gene yapılacak olan da budur...

    kurtuluşun kutlu olsun izmir!
    kurtuluş yolunuz açık olsun mazlumlar dünyası!
  • gazi mustafa kemal paşa, 8–9 eylül 1922 gecesini nif.[1] kasabası’nda geçirmişti. türk ordusuyla beraber izmir’e doğru yol alan gazeteci halide edip hanım, o günleri şöyle anlatır:

    “...sabah kahvaltısında, mustafa kemal paşa: ‘bugün izmir’e gireceğiz’ dedi. ben de dedim ki: ‘bir zafer alayında gitmek istemem, teşekkür ederim. ben, sonra yalnız başıma gelirim.’ o, emreden sesiyle: ‘geleceksiniz, hanımefendi’ dedi.

    öğle vakti, zeytin dallarıyla süslenmiş beş otomobille izmir’e hareket ettik. askerler yanda yürüyorlardı. ben, yürüyen askerlerle beraber olmadığıma üzülüyordum. fakat mustafa kemal kutsal bir semboldü. halkın kurtarıcısı. şehrin kapısında bizi bir süvari alayı karşıladı. romantik bir görünüşleri vardı. onlar dokuz gün at üstünde yunan ordularının arkasında dövüşmüşlerdi. bir an tehlikeden kurtulmamışlar, bir an dinlenmemişlerdi. atlılar ve atlar büyük manzara teşkil ediyorlardı. bilhassa başlarındaki genç kumandan dikkati çekiyordu. kafası bir iskelet gibi, avurtları çökmüş, gözleri dört tarafı tarıyor ve durmadan emirler veriyordu. bir anda askerler kılıçlarını çektiler, iki tarafımızda kılıçları güneşten parlayarak yürüdüler. kapalı çarşı’dan geçerken nal sesleri kulakları parçalıyordu. kaldırımlarda askerler ve insanlar yürüyor, kılıçlar parlıyordu. bunların arkasında binlerce ağızdan:
    ‘yaşa mustafa kemal paşa’ sesleri yükseliyordu.”[2]

    başyaver salih bey, o geceyi şöyle anlatmıştır:
    “armutlu’dan geçerken, köy halkı türk askerini seyretmek için yol kenarına çıkmışlardı. yanık bakraçları, kırık testileriyle de yoldan geçen askerlere su veriyorlardı. buradan geçerken, arabalara ve hayvanlara rastlıyorduk. onlara yol vermek ve yolun açılmasını beklemek üzere otomobilimizi durdurmuştuk. gazi mustafa kemal paşa bir sigara yakmak için toz gözlüğünü gözünden kaldırdığı zaman, yaşlı bir köylü ani bir hareketle kalabalığın arasından ayrıldı. otomobile yaklaşan köylü bir süre gazi’nin yüzüne baktıktan sonra elini koynuna soktu ve çıkardığı kartpostalı avucu içinde saklayarak otomobilin basamağına çıktı. tüm dikkatimle ihtiyarı inceliyordum. ihtiyar bir karta, bir de gazi’nin yüzüne baktıktan sonra sağ elinin işaret parmağını önce karta sonra gazi’ye çevirdi ve:
    ‘bu sensin!’ diye bağırdı ve devamında köylülere döndü: ‘arkadaşlar, mustafa kemal’dir’ dedi. bunu işiten köylüler, kadın, erkek ellerindeki testileri, bakraçları atarak her taraftan otomobile girdiler. gözyaşları dökerek gazi’nin kalpağını, omzunu öptüler, gazi’nin ayağındaki tozları sürme gibi gözlerine çekenler vardı. köylünün elindeki kart kim bilir ne zamandan beri ve ne güçlüklerle sakladığı gazi’nin bir fotoğrafıydı.

    köylüleri gazi’nin etrafından ayırmak zor olduğu için, şoföre, çaresiz olarak motoru çalıştırmasını söyledim. motor çalışınca ayrılmak zorunda kaldılar. hareket ettik, fakat sesleri hâlâ bizimle beraber geliyordu 'yaşa gazimiz. namusumuzu, hayatımızı kurtardın, hepimiz sana kurban olalım.’ yunanlılar tarafından yerle bir edilmiş ve yakılıp yıkılmış olan bu yöreden geçtiğimiz sırada karşılaştığımız bu samimî tezahürat bizi her seferinde ağlatmıştır. halkın böyle heyecanlı tezahüratları arasında dinlenilerek köylerden ve kasabalardan geçerek nif’e geldik.”[3]

    ---------------------------------------------
    [1]izmir’e 30 km. uzaklıktaki günümüzün kemalpaşa ilçesi.
    [2]halide edip adıvar, türk’ün ateşle imtihanı, istanbul 2004. s. 287-289.
    [3]niyazi ahmet banoğlu, yayınlanmamış belgelerle atatürk’ün siyasi ve özel hayatı, ilkeleri, 2. baskı, istanbul 1981, s. 222.
  • izmir'de bugünkü törene muharrem ince de katılmış.
  • memleketimin sosyokültürel yozlaşmasını takip etmiyordum çok uzun bir süredir, hatta bütün bu kültür savaşları olaylarından uzak duruyordum ancak bugün rastgele bir ablamızın 9 eylül'e ilişkin paylaşımlarına denk geldim. ağzım da açık okumadım değil hani.

    emperyalist işgaline destek vermiş yunan kuvvetlerinin izmir'den def edilmesini geleneksel olarak "denize dökmek" olarak kutlarız. militarist bir söylemdir, eyvallah, ancak söylemin kendisi bir nefret söylemi değildir. çünkü memleketi işgale gelen kuvvetlere karşı herhangi bir ideolojik yaptırım veya ifadenin meşruluğu söz konusudur. yani sana karşı nefret eylemi gerçekleştiren bir düşman kuvvetine karşı nefret söyleminde bulunamazsın. teknik olarak mümkün değildir bu. gel gelelim ablamız burada 6-7 eylül olaylarına dokundurmada bulunmak suretiyle 9 eylül'e dair ulusal söylemleri önce bir yanılgı haline getirmiş ve ardından yunan soykırımı adı altında sunulmuş tarihi olayları, izmir'in kurtuluşu'na bağlayarak bu toprakların bize ait olmadığını savunmuş.

    ben şok.

    (bkz: liboş)

    ilgilenenler için arşiv bağlantısı - http://archive.is/jzntm
  • wikipedia'da izmir'in kurtuluşunun ingilizce sayfası liberation of izmir diye geçmez, liberation eziyetten kurtulma, esaretten özgür olma gibi anlamlarda kullanılır. ingilizce sayfada onun yerine "turkish capture of smyrna" denir, yunan yöneticiler sözde şehri terk eder ve şehre giren türk ordusu şehri yakar. bu yangında ölen yunanlılar ve ermenilerdir, şehirde türk yaşamamaktadır.
hesabın var mı? giriş yap