• 1955 yılına gidiyoruz. bir efsane doğuyor: ince memed. eşkıyaların efendisi. yaşar kemal’in şahini. ve bu dünyadaki gelmiş geçmiş en büyük emmi yaşar kemal’dir.

    --- spoiler ---

    “bu, sarp yerlerin insanının yürüyüşüydü. sarp yerlerin insanları adım atarken ayaklarını havaya fazla kaldırırlar. dizleri hizasına kadar. sonra ihtiyatlı, “korka korka indirirler. buna alışmışlardır. halbuki, ova insanları tam aksinedir. ayaklarını yerde sürürcesine giderler.” yürüyüş olayını kaptıysak geçelim.

    hasan onbaşı ince memed'e ve mustafa'ya şehir hayatını aktarırken hepimizin dünyası, hülyası değişiyor. o kadar alıştık ki köy hayatına, anlatılanlara okuyucu olarak biz bile şaşırıyoruz. özgürlük savaşı henüz daha yeni başlıyor.

    “kara sevda... zor!"
    "kara sevda deli eder insanı."
    "memed yarı deli zaten...” işte böylece deliliğimiz de tavan yapıyor. köyün ağasının hatçe'yi elimizden alması da ne demekmiş öyle?! biz deliriyoruz, kimse kusura bakmasın, artık onlar düşünsün!

    topal ali diye bir husumet başımıza gark eyleyecek gibi gözüküyor. izci doğmuş topal ali'nin kıymeti pek bir abartılıyor. artık sanki memed için hiç şans kalmamış gibi hissediyoruz. halbuki memed bu, delikanlının hası, adamın dibi.

    “eşkıyalık başlıyor ince memed, sıkı dur!”

    süleyman baba candır. süleyman baba'nın olmadığı bir dünya düşünülemez. memed'e ince bir nefes veren, renk veren bir üstattır. ağayı ve nişanlıyı vurduktan sonra bile bizi takdir etmiş ve dağa çıkma konusunda, eşkıyalık yapma konusunda engin tecrübelerini konuşturmuştur. iyi yürekli, lakin zalimin karşısında da bıçak gibi keskin bir savaşçı: süleyman baba!

    eşkıya durdu'yu memed gibi ben de sevemedim. ama ara sıra sıkı laflar da etmiyor değil kerata: "ilkin adamın dağda, bir hafta uykusu gelmez. yüreğine bir gariplik, bir çaresizlik çöker. dünyada yalnız kalmış gibi olur.”

    mutlaka bu raconsuz eşkıyalık patlak verecekti. yaşar kemal usta bile dayanamamış olacak ki daha kitabın yarısında; memed, cabbar ve recep çavuş müthiş bir muhasebe gücü örneği göstererek, o saf anadolu delikanlısı profilini güçlendiriyor. bize de artık tüm ciltleri tek nefeste okuyup bitirmek düşüyor. ince memed artık yalnız değil. hep beraber tüm zalimlere karşıyız bundan gari! bu arada ince memed an itibariyle 18 yaşında, sadece 18.

    bir ananın yüreği yandığında gözlerinin de tamamen yok olduğunu bakın nasıl akıcı ve anlaşılır anlatıyor yaşar emmi: "gözleri bomboştu. taşlaşmış. gözlerini kırpmıyor bile. körlerden daha beter bir hali var. kör gözlerde; gene bir görebilme telaşı, isteği, çabası sezilir. bunda o da yok. sağır kulaklarda; bir çırpınma, bir gerilme, duymaya doğru bir koşma vardır. bunda yok.”

    o empati bile kuramadığımız mahpusluğu bakın nasıl sade ve net olarak anlatıyor yaşar emmi: “mahpusaneye ilk giren insan şaşırmıştır. dünyadan apayrı düşmüş gibi olur. sanki başka bir dünyadadır. uçsuz bucaksız bir ormanda kaybolmuştur. ondan da beter. topraktan, evden barktan, dosttan, sevgiliden, her şeyden bütün bağlarını koparmışçasına uzaktır. bir derin, ıpıssız boşlukta döner. sonra başka bir hali daha vardır yeni mahpusun, taşı toprağı, duvarı, o azıcık görünen gökyüzünü, kapıyı, demir parmaklıklı pencereleri bile düşman sayar kendisine. hele bir de parası yoksa, bir köşede boynu bükük kalakalır.”

    yaşar emmi, ince memed'in eşkıya olarak köyüne gizlice dönüş senaryosunu öyle akıcı yazmış ki, ben bir ara nefes almayı unuttum diyebilirim. memed'in annesinin akıbetinin koca bir sır olması, bu tekniğin önemli bir parçası.

    recep çavuş'un yarasıyla mücadelesi, bir zor ölüm mücadelesi. bir die hard klasiği. zamanı geldiğinde nasıl iyilik yapılacağını gayet net kavrayabilen bir yapısı var; fakat onunla anlaşmak dağları, tepeleri aşmak kadar sıkıntılı. geçmişiyle koca bir sır. bir hoş bir adamdı şu çavuş. belki de şu çukurova ona çok kötülük etmişti. kim bilir? yalnız, artık eminim ki o çok kıyak bir eşkıya!

    yangından balına kurtulduktan sonra tüm hikâyeyi kendine göre değiştirip halka tek tek anlatan abdi ağa, kötülükte, yalancılıkta ve iki yüzlülükteki sınır tanımaz tavrını ortaya koyuyor. oynadığı oyunlar oscar'a gözü kapalı aday. çok canımızı sıkıyor bu herif, ama ne yaparsın, yaşar emmi öyle uygun görmüş, biz ettik biz de çekeceğiz.

    memed: “siktir et bre cabbar kardaş,” dedi. “sefil ali’nin dediği gibi. hangi günü gördük akşam olmamış.”

    tüfek soğusun diye tüfeği toprağa sokma eylemini belki de ilk ve son olarak bu romanda öğreniyoruz. hayırlısı...

    her şey olağan hızıyla bir iyi bir kötü giderken yaşar kemal bir anda bakın nasıl da çiçekleri anlatıyor: "sarı çiğdem çiçeklerinin sapları, yok denecek kadar kısacıktır. toprağa yapışmıştır. kayaların aralarına, sapsarı bir halı serilmiş gibi olur. güneş rengi. mor sümbüller diz boyudur. menekşeler ıslak, göz gözdür. parıldar. kırmızı çiçekler açar. kırmızıları hiçbir kırmızıya benzemez. billur kırmızısı... tatlı, sıcak. yerden fışkırırcasına bir yeşil türer. bir hoştur. alidağı'ndan aşağılara bakınca yeşilin yağmur gibi yağdığı sanılır. bulanık. kayalar, benek benek, türlü renkle nakışlanmıştır. hava burcu burcu çiçek kokar. eteklere doğru alidağı'nın kayalıkları kırmızılaşır, mora çalar. ak bulutlar değip geçer, alidağı nennilenir. yamaçta, binboğalar'a bakan yönden, seyrek çamların içinde bir pınar kaynar. yeşil. memed sularını oradan getirir. ortalık günlük güneşlik. dikenlidüzü ışığa boğulmuş. her şey, ağaçlar, çakırdikenler, taşlar, kayalar ışığa kesmiş. erimişler. bazı çiçekler de... hatçe mağaranın kapısında başını ıraz’ın dizlerine koymuş. ıraz da başının bitlerini kırıyor. bitler fazla. bütün kışı mağarada geçirdiler. mağarayı ev gibi donattılar. evleri zengin bir köylü ağasının evinden daha da hoştu." emmilerin emmisi kemal emmi, böylece ince memed’in ilk ayağını tamamlıyor ve ikinci kitaba kadar süren 14 yıllık bir suskunluğun dehlizine doğru yol alıyor.
    --- spoiler ---
  • çok güzel bir şeyin uzunca bir girizgâhıdır.

    henüz sondan çok uzakta olduğunuzu bilmenize ve bilseniz bile bunun esaslı bir 'son' olduğunu ısrarla iddia etmenize rağmen, ne oldu nasıl oldu anlamadan bir bakmışsınız sonu gelmiş; ve böyle bir sona rağmen sevinirsiniz elinizde hâlihazırda üç tane daha olduğu için.
  • bugün itibariyle bitirdiğim ve yaşar kemal üstadımızın uluslararası arenada en çok tanınan kitabı. serinin diğer kitaplarını henüz okumadım. bu ilk cilt, sonlara doğru oldukça hızlandı. zaman zaman dili ağır kaçsa da bir çırpıda okunabilir. yazarın kendisine has betimlemeler için bile göz gezdirilebilir. ince memed baya bir cefakar hayata sahipmiş, onu iyice anladık.

    avrupa'da en ünlü ilk üç yazarımızdan biri olan yaşar kemal 'in en ünlü eserine yapılan yorum, belirtilen görüş sayısı okumayı ne kadar çok sevdiğimizi kanıtlıyor zaten.siz gidin alacakaranlık falan okuyun.
  • okuyup bitirilen kitapla, şu an bulunduğumuz yılı korelasyona sokan bir zihine bir şeyler anlatmak zor olacak ama yine de; mevcut oksijeni hala tüketmekte olan birey, belli ki ince memed'i küçükken okumuş; ama anlayamamış.

    söz konusu edebiyat olunca dut yemiş bülbüle dönen o bahsettiğin sözde hukukçu, tıpçı arkadaşlara söylüyorum o zaman; bir el atında şu saygın olarak kabul edilen platformda sabahtan akşama kadar meme, göt muhabbeti dönmesin. beni rahatsız ettiği için eleştiride bulundum; ama bazı bazı arkadaşların zoruna gitmiş. ister öğretmen ol, ister avukat ol, ister doktor ol; bunların hiçbiri edebiyatla ilgili olduğunu göstermez zaten. bir sanat dalıdır. ilgilenmiyorsan çok şey kaybediyorsundur benim için bu böyle, icra ettiğin meslek bu eksikliği kapatmaz.

    not:

    yaşar kemal, ince memed 1'i 1955 yılında yazmış.
    sabahattin ali, kürk mantolu madonna'yı 1943 yılında kaleme almış. mantığa göre şu an 73 küsür baskı gören bu kitabı da milletin okumaması gerekiyor neden mi? çünkü yıl olmuş 2015.

    allah akıl fikir versin sizlere.
  • gördüğüm kadarıyla kitapların önemli bir kısmı dili, içeriği, etkisi, olay akışı, tutarlılığı, barındırdığı tasvirler gibi özelliklerin bir ya da ikisiyle öne çıkıyor. ince memed ise bana göre her anlamda çok iyi bir eser. yaşar kemal vefat ettikten sonra sosyal medyada çokça paylaşılan şu sözden sonra ince memed’i okumaya karar vermiştim: “nerede halkına zulmeden, halkını cehalete sürükleyen, öldüren, bir abdi ağa varsa, orada ince memed'ler de olacaktır elbet.”

    yaşar kemal’in okuduğum ilk kitabıydı. yaşar kemal’i güncel yorumları nedeniyle çok severdim. fakat ince memed’ten sonra bir de yazar olarak kendisine hayran kaldım.
    sanırım anadolu ancak bu kadar güzel anlatılabilir ve türkçe ancak bu kadar güzel kullanılabilirdi.
    kitapta ağalık sistemi ve devletin kokuşmuş bürokratik yapısı ince ince işlenmiş. birçoğumuz ağalık sistemini bildiğimizi sanır ve buna karşı olduğumuzu düşünürüz. ağalık sisteminin gerçekten de ne kadar geri, zulmedici bir sistem olduğunu bu kitabı okuduktan sonra daha iyi anlayacaksınız.
    ülkemiz eğitim sisteminde, tarih derslerinde 20. yüzyıl türkiye’si ve hatta 21. yüzyıl türkiye’sinin bazı bölgelerinde hala uygulanan ağalık sistemi neredeyse yer bulamazken ortaçağ avrupası feodalizminin ne kadar geri, zulmedici bir sistem olduğu sıkça vurgulanmakta. hâlbuki ağalık sisteminin feodalizm ile örtüşen pek çok yanı bulunmakta. ikisinin de temelinde köylüye zulüm bulunmakta. işte ilk basımı 1956 olan ince memed bence bu açığı bir nebze de olsa kapatmayı başarabilmiş bir eser.

    bunların dışında insanımızı ve toprağımızı yaptığı uzunca tasvirlerle mükemmel bir şekilde yansıtan bu eserin, sırf bu yönüyle de olsa okunması gerektiğini düşünüyorum.
    birkaç açından uzun uzun incelenebilecek bir eser. umarım kitabı okuyan okurlar, her bir noktaya ayrı ayrı değinir.

    ----
    dipnot yorumumu ilk olarak 1k'da paylaşmıştım.
  • yaşar kemal'e ait bir roman serisinin ilk cildi.

    bu kitap taş kokuyor, toprak kokuyor. daha ilk sayfalardan itibaren insanı çepeçevre doğallıkla, samimiyetle, saflıkla sarıp sarmalıyor. hatta bana kalırsa ilk üç sayfası ciltler dolusu tasvirlere bedel. sapsade, yalın mı yalın bir manzara... alelade, insanın gözlerinin önüne seriliyor sanki. kahramanlar da kanlı canlı. okurken sanki yoldaş olunuyor her bir karakterle. ama bence yazarda bir "kaygı" var. istiyor ki okuyucu söz konusu kişiliği ya da mevzunun cereyan ettiği mekanı iyice kavrasın. bilsin neyin nesi olduğunu. dolayısıyla çoğunlukla her bölümün başında bir tanıtma, tanımlama; izah ve tarif var. mesela yusuf atılgan'da bu durumun tersi var. okuyucu zamanla, olayın kendi hızındaki seyrini dikkatle takip ederek tanıyor, biliyor, anlamlandırıyor kişileri ve genel mevuzyu. bunun tersine yaşar kemal daha fazla yardım ediyor okuyucuya. ne ki muazzam bir naturellik eşliğinde. açıkçası bana knut hamsun'un iki ciltlik dünya nimeti'ni hatırlattı. gerçek şu ki bu doğallığın, kurgudaki bu detaylı ince işçiliğin nobelle taçlanmamış olması şaşırtıcı.

    --- spoiler ---

    hatçenin ölümü, ıraz ve bebek memedin ayrılışı, abdi ağanın vurulması bana biraz fazla ani geldi.
    --- spoiler ---
  • yaşar kemal’in yazdığı romandır. şiir okuyor gibi oluyorum ne zaman alsam elime bu kitabı. betimlemeleri, o güzelim anlatımı bambaşkadır. bizden bir kitaptır. cigerden kopup, gelip öyle yazılmış gibi.
  • elde harita mevzuyu takip etme hevesi doğuruyor bir yandan okurken. şu ana kadar okuduğum kitaplar içinde "naif" olarak tanımlayabileceğim tek kitap. bende bıraktığı koku odur. naiflik. mevzu hiç huzurlu olmasa da huzur dolu bir kitaptır.
  • ince memed romanı; ince memed’in ne kadar incelikli olduğudur.

    ilk bildiğim ozan aşık veysel’dir benim. şairliğin şuurunu da; şuurun şiirini de ölçüyü de haddi de ondan öğrendim. ilkokulda okuduğum cahit külebi, i. hakkı talas gibi önemli şairlerden sonra içimin ateşini korlandıran bir yan buldum onda. “uzun ince bir yoldayım” diyordu ozan. bu dünyayı uzun ve ince bir yola benzetiyordu. demek ki bir şekilde bu yolda birilerine elimiz, kolumuz ve belki yüreğimiz değecek diyordu. ince yolda, incelikliği bırakmadan; ezmeden, ezilmeden uzun yolu kat etmeye, vazifeyi elden bırakmamaya insanlık vazifesini unutmamaya sözü yormadan bir gönderme yapıyordu.

    vazifeli asker; haytadır. hayta; vazifesinin şuuruna sahip olduğu için asla nöbet vaktinde tembellik etmez; onun memuriyeti vatanın memnuniyetiyle aynı çizgide ilerler. işte bu ince yolda; bu uzun bu sarp yolda bir menzile varacağımızın hayaliyle milim milim ilerleriz. koşa koşa çıktığımız yokuşlar; üçer beşer atladığımız merdivenler de birilerini üzmüşlüğümüze delalettir. çok az insan koşarken birilerine çarpmadan; bir başkasının gönlünü incitmeden ilerler. böyleleri uzun ince yolun inceliklisidir.

    ince memed; uzun ince bir yolda incelikli bir haytadır. görevini, göz açıp kapayıncaya kadar dahi aksatmamış hakikatli bir memuriyet içindedir. haytalığının hakkını verir; hele ki gözlerinin içine bir parıltı çaktığında. ince, keskin bir parıltı uzun ince bir yoldaki inceliklinin tüm bedeninde bir silah görevini alır. her yapacağının g noktası gözlerindedir. rotasını çizer; bir patik örgüsü çevikliğiyle ilmek ilmek örer; dört yandan şişler düşmanını. patik örgüsü çevikliğinin meyvesi de ağızlarını birbirine dayayan öpüşen kuş nakışları olur hatice’nin elinde. bir sevdalığın nakşı olur. insanlığa olan adanmışlığın her ne yaşarsa yaşasın kendi çizgisinden çıkmayanların temsilidir ince memed; koca kafasında taşıdığı tüm fikirlerle; tertemiz, pür-i pak.

    yaşar kemal’in dilini tüm yalınlığıyla tüm şaşasıyla ortaya koyduğu cümle dizilimleri çok oturaklı. gereksiz söz dizimi yok; sözü uzatmadan; bir tablo çizer gibi sözcükleri nakış nakış işlemiş ve insanın zihninde olay örgüsünü bir bir canlandırmış. okurken yaşadım; okurken izledim; okurken ellerim kollarım bağlı abdi ağa’ya kızamamanın, hatce’ye yardım edememenin ıraz teyze’nin rıza’ya olan yakarışına; ağıtına paydaş olamamanın acısını yaşadım.

    yaşar kemal, bu kitabı benim için yazmış; ben okuyayım, anlaşıldığımı bileyim diye. “keçe, sen yalnız değilsin”, dedi bana her satırında. “hislerini yaşayan bir koca memleket dolusu insan var.” ben de “belî, ne dersen öyledir; başım gözüm üstüne”, diyerek okumamı iştahla sürdürdüm. seni okudum yaşar kemal babam, seni dinledim. sen kızına anlatır gibi anlattığın bu romanla gönlümü tarumar ettin; beni bir kez daha tanıdığını hissettirdin. kimseler bilmez senle benim aramdaki o latif iletişimi. sen oturur uzun uzun yazarsın bana zamanın ötesinden yazacaklarını. bir baba sıcaklığıyla anlatırsın. her hikayen, her romanın bana yazılmış bir mektuptur. “ser sera ser çawa.”

    “bir parça araziyi ilk çeviren ve " burası benim" deyip kendisine inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk kişi, sivil toplumun gerçek kurucusudur.”
    jean- jacques ousseau, insanlar arasındaki eşitsizliğin kökeni ve temelleri üzerine düşünceler

    toprağı anadan üryan geldiği gibi kendi malı bellemiş; sivil toplumun vicdansız kurucusu olmuş bütün abdi ağalar;”çiğ süt emmiş”ler için bir ağıttır.
    ince memedlerimiz, kaoslarımız, adaletsizliklerimiz de bunlara karşı koyan kahverengi şalvarıyla gözlerine bir şimşek parıltısı çökenlerimiz de bitmeyecek. ince memed; incelikli memed, çocuğa/yaşlıya/gence umut olan varlığıyla dağların gönendiği tatlı memed… sen baştan aşağı safi yüreksin. sabiliğin bitti; babalığın dağlara değildir artık; yalnız beş köye değildir; tüm insanlığadır; tüm mazlumlaradır.

    bu kesinlikle bir inceleme değil, bir hislenme; iç dökmedir.
hesabın var mı? giriş yap