• "arzu tramvayı" olarak da çevrilen tennessee williams oyunu. (bkz: a streetcar named desire)
  • cok uzun ve agir gelen bir tiyatro oyunu*.
  • nereye gittiği kesin belli olan tramvay
  • istanbul buyuksehir belediyesi sehir tiyatrolari'nda sahnelenmeye başlanan tennessee williams oyunu. engin uludağ'ın yönettiği oyunda blanche rolüyle müge akyamaç histerik bir abla tiplemesi ile oyunu sırtlayıp götürüyor, çok başarılı bir performans sergiliyor. hümay güldağ silik ama yaşamla barışmayı bilmiş, geldiği yerin hayalini kurmaktansa içinde bulunduğu koşullara uyum sağlamış kızkardeş stella rolünde. kocası stanley olarak can başak da cüssesi ve kaba saba bir adamı oynama zorunluluğuna rağmen sevimli yüzünü role uydurabilmek için ses tonunu iyi ayarlamakta başarılı tüm oyun boyunca.

    genel olarak aman aman bir konusu yok oyunun, zaten ne olup bittiğinden çok insanların iç dünyalarını kurcalama derdi tasası var sanki. gidip izlemekte faide var; yine de oyun boyunca sizli bizli atışma/kavga sahnelerine alışmak zor geliyor insana.
  • engin uludağ yönetiminde, asude zeybekoğlu çevirisiyle ve nilgün gürkan'ın kostümleriyle sahnelenen tenessee williams klasiğidir. halen muhsin ertuğrul sahnesi'nde izlenebilir. tüm kadronun emeklerine ve bu klasiği sergileyerek gençlere izleme olanağı sağlayanlara sevgilerimizi, saygılarımızı sunarak söylemeliyim ki, oyunun tek derdi reji'dir. oyunculuklarda gözüme batan bütün hataların, sarkan, aksayan sahnelerin bilakis ve tamamen "yönetim" hatası olduğuna inandım. sanırım başrollerin üzerinden yönetmen elini, ilgisini ve dikkatini çekmediği için - oyuncuların yetenekleri ölçüsünde- ya suya sabuna dokunmamış* ya da kötü* olmuş performansları. bu nedenle aziz sarvan'ın mitch'i ve hümay güldağ'ın stella'sı yönetmenin ilgi ve görüş alanından kaçtığı için oldukça başarılıydılar. metnin, seyirci için bir sürprizi yoktu. bırakılmamıştı. blanche dubois daha ilk repliğinde bir şizofrendi. üstüne müge akyamaç'ın abartılı oyunculuğu eklenince okuma bayramı olmuş da biz de topluca kızını izlemeye giden velilermişiz hissine kapıldım. tabii ağlayıp, hıçkırmayı başarı sayacaksak, başarılıydı. üstelik iki başrol oyuncusunun oyun boyunca birbirlerine hitap ederlerken durmadan, "bılanş, bılenş, bılönş" ve "sıtanli, sitenli" varyasyonlarını denemelerine, bay kowalski'nin oyun boyunca düşüp duran lanet pantalon askılarına, blanche'ın aman frikik olmasın bazlı tavırlarına, camdan sessizce uçuveren koca radyo'ya (efekt mi denir buna?), new orleans'ın gültepe mevkiinden kopup gelmiş ev dekoruna, sıradan ışık tasarımına değinmeyeceğim bile. asıl affedilmez olan malesef rejidir. yok, biri çıkıp diyecekse "oyunculara inandım, tennessee'ye güvendim ve onları kendi hallerine bıraktım, o zaman hiç değilse "ölülere çiçek" meselesini izleyici için daha anlaşılır hale getirmeliydi derim. bunu da yapmayacaksa bir yönetmen ne yapar bilemedim...
    unutmadan, sonradan çok düşündüm. abla kardeş kapı eşiğinde otururlarken blanche'ın benim suratıma bakıp "gökyüzü ne güzel değil mi?" repliğine stella'nın başını yukarı kaldırarak katılması iyi bir detaydı. belki hepimiz aslında blanche'ın sorunları olduğunu o sahnede anlayacaktık. ama reji izin vermediği için müge akyamaç zaten yetmezmiş gibi ekstradan özensiz / ezberci/ konsantrasyonu düşük bir profil çizmiş gibi göründü gözüme. böyle.. emeklerine saygımız sonsuzdur, en başta söyledik. bu oyundan bana kalan aziz sarvan ve hümay güldağ'dır. bu da az şey midir?
  • bir dram. sıkıcı olmayan daha uzasa, daha daha, izlenebilecek bir oyun. müge akyamaç oldukça başarılı ama sanki zuhal olcay edalarında..yani öyle hissettiriyor. can başak o kadar çok çığırtkan olmasa, blanceeeeee!!! diye nahoş şekilde bağırmasa daha huzurla izlenebilir. zira bünye(m) bağırtılara dayanmıyor..

    --- spoiler ---
    blance, kendi yoksunluğunda, ilkel stanley için itibarlı ailesinden, çiftliğinden, ona göre zenginlik göstergesi saydığı sütunlardan kaçan stella'ya "bu maymunda ne buldun, geçen yüzyıllar bu adama dokunmamış bile!" derken güçlü kadın tavırlarında ama elinde içkisi olmadan yaşayamamakta. bu tutsaklığın onu ayakta tuttuğunu aşikar gösterirken-daha ilk sahnelerde, bilemez kendi ruhu çok daha gerilerde kalmış..yüzyıllar da neymiş bunun yanında..
    bir aşkın pençesinde kalmış, aşk* fikrini çalmış kendiyle birlikte gömmüş..bulunamayan mezarlığına..
    --- spoiler ---
  • güzel kostümleri ve başarılı dekoru ile, iyi oyuncuları bir araya toplamış, duyguların yoğun yaşandığı, biraz ağır bir oyun. bir tek müge akyamaç'ın oyununu abartılı buldum. konuşması hep aynı tonda, sesi de fazla kalın. bir diğer tüm oyuncular, özellikle hümay güldağ çok başarılı.
  • metne olan bağlılığı gözümden kaçmamış olan, blanche rolündeki müge akyamaç'ın rolünün hakkını verdiği, oyuncularının da genel anlamda oldukça profesyonel oynadıkları, iki kez izlenilmesi mümkün, hoş bir tennessee williams oyunudur.
  • içinde cep telefonu kullanmanın yasak olduğu tramvay.
  • 2017-2018 yılında tiyatro actor studıo tarafından ankara’da sergilenen oyundur. maalesef bu versiyonunu izleme gafletinde bulundum. emeğe saygılı olmak gerekir lakin izlediğim oyunun elle tutulur hiçbir tarafı yok maalesef. öncelikle, oyunu çok dar bir sahnede oynamaya çalışıyorlar. bu durum bir izleyici olarak beni aşırı derecede darlandırdı. sahnen oyun için yeterince büyük değilse bu oyunu oynama arkadaşım.

    oyunculuklara gelecek olursak, o da tam bir facia. blanche rolünü oynamaya çalışan kızcağız (sanırım tutku gül ismi) oyun boyunca düz bir metin okudu sanki. blanche karakterinin kendi içinde kompleks, gelgitleri olan bir karakter olması ve bu karakterin de izleyicilere doğru yansıtılması lazım. ancak bu kızcağızın bu hissiyatları vermesi mümkün olmadı.

    stanley karakterini ise stüdyonun sahibi ve oyunun da yönetmeni olan bahadır tokmak oynuyordu. ancak bu amca, sanki kendisini ispat etmesi gerekiyormuş gibi acayip abartılı oynadı. sanki oyun boyunca diğer oyunculara “bakın da benden oyunculuk öğrenin” demeye çalışıyor gibiydi. ancak bu abartılı oyunculuk çok rahatsız etti beni. bir tiyatro oyununda oyuncular arasında bir ahenk olması gerekiyor bence. bir oyuncu çok düz oynarken bir diğerinin abartılı oynaması izleyiciyi rahatsız eder. yılların oyuncusu olarak bunu bilmesi gerekiyordu bence kendisinin.

    stella karakterini oynayan ablamız ise (sanırım meltem pul oluyor kendileri) fena değildi. ancak stella’nın ihtiraslı bir kadın olması ve kocasını (stanley’i) arzulu bir biçimde sevmesi gerekirken ablamız çilekeş anadolu kadını modunda (beyimdir, döver de sever de mantığıyla) canlandırmış karakteri.

    sonuç olarak, verdiğim paradan ziyade harcadığım zamana değmeyeceğini düşündüğüm bir oyun çıkmış ortaya. bu sebeple hayatımda ilk kez “keşke bir oyuna gitmeseydim” dedim.
hesabın var mı? giriş yap