• idealar evreninde kafamı kurcalayan soru bir şeyin mükemmel halinin göreceli olup olmadığıdır. "at" diyince hepimizin kafasında bir canlandırma meydana gelir ama bu canlanma kişiden kişiye göre değişir. bu durum da bana "her insanın ayrı bir idealar evreni mi vardır yoksa idealar evreni sadece bir tane midir? sorusunu sordurur...
  • melih cevdet anday'ın zaman mı geçti ne şiirinde üstünde düşünegeldiği soyut alem:

    ölmüşüm orda bir aralık
    unutuverdim konuştuğum dili,
    ama ağacın kendisiydi,
    kavramı değildi görünen artık.
  • bir çok insanın ideaları gerçek-yani zamanda ve mekanda varolan şeyler- olarak anlamasına neden olan,(idealarla gerçek şeyler arasında ontolojik bir bağ bulunmadığını platon kendisi parmenides diyaloğunda farklı şekillerde kanıtlamıştır, en sevdiğim kanıtlaması da idealarla şeyler arasında ontolojik bir bağ olduğu varsayıldığında kıl, tüy gibi şeylerin de idealarının olması zorunluluğudur ki bu saçmadır)idealar zamanda ve mekanda olmadıkları halde mekansal bir anlam taşıdığı için kafa karıştıran bir tamlama.
  • bu düşünceye göre biz bi mağarada yaşıyoruz aslında ve görüp bildiğimiz herşey sadece dışarıdaki esas ve mükemmel gerçekliğin muğlak gölgelerinden ibaret. mağaradaki ateşin elverdiği ölçüde tanıyor ve biliyoruz herşeyi. yazık bize.
  • platona göre asıl gerçek olan, akıl ile kavranan, hiç değişmeyendir.

    şöyle biraz açalım,

    platon, 2 evrenin bulunduğundan hiç kuşku duymamış ve bunlardan birisini, başı ve sonu olmayan, kusursuz yani idealar evreni ötekisini ise ölümlü, mükemmel olmayan ve bir başlangıcı olan nesneler evreni olarak tanımlamıştır. ona göre, insan bedeni nesneler evrenindedir ancak insan ruhu bir zamanlar idealar evreninde bulunmuş olduğundan bu evren hakkında kesin olmayan bulanık bilgilere sahiptir.

    ona göre insan yaşadıkça daha önce idealar evreninde karşılaştıklarını, öğrendiklerini hatırlar. platon buna ruhun hatırlayışı diyor ve yaşam öncesi hayatın varlığına inanıyor.

    bu hatırlanan idea bilgilerinede episteme demiş eflatunumuz aynı zamanda.

    platon evreni algılayışını felsefe dünyasında çokça bilinen mağara benzetmesi dediğimiz bir dekor altında nakletmiştir. bu benzetmeye şöyledir;

    bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkumdurlar. başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler. içlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve tekrar içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar ama içerdekileri, duvarda gördüklerinin zâhiri olduğuna ve gerçeğin mağaranın dışında cereyan etmekte olduğuna inandırması imkansızdır.
  • orhan gencebay'ın aklım takıldı adlı şarkısına esin kaynağı olduğunu söyler lümpen hermeneutik severler (bkz: #15862730).
  • varlıkların çokluğuna ve çeşitliliğine karşın, özlerindeki anlam itibariyle varlıkları meydana getiren yaşamdaki temel özellikleri tespit etmeye yönelik çok değerli, saygı duyulası bir görüştür. bu, baktığının ötesini görebilmektir. varlığın hakikatini anlayabilmek adına, çokluğu sadeleştirme eğilimidir. örneğin yastığı fiziksel varlığının ötesinde anlamsal bir değerlendiriş ile dünyadaki tüm yastıklar ile ortak bir noktada buluşturabiliriz manası itibariyle. bir sonraki aşamada ise yastığı kavramsal olarak meydana getiren anlamları, yastığın hangi özelliklerin entegrasyonu ile var olduğunu anlamaya çalışırız ki, bu özelliklerin diğer varlıklardaki karşılıklarını da bulmak suretiyle bütünde bu özelliklerin öz kaynakları olan manaları anlayabilelim. eski çok tanrılı uygarlıkların tanrıları da aslında bu varlığı, dolayısıyla yaratıcıyı tanıma ihtiyacını karşılar. varlıkların anlamsal bileşenlerini belli başlıklar altında toplayıp, kategorize edip, yaşamı oluşturan bu terkiplerin ana malzemelerini bilme ihtiyacı. zira bu çok önemli bir ihtiyaçtır, kitap yazmak için alfabeye ihtiyaç duyduğumuz gibi bu bilgi de yaşamın alfabesidir, formülüdür. çünkü insan doğada tespit ettiği her kuvveyi aynı anda kendi hakikatinde de tespit etmiş olur. nitekim insan kainatın birimsel bir kopyasıdır... ancak bu konudaki hassas nokta varlıkları meydana getiren temel kuvvelerin doğru şekilde kategorize edilmesidir.
    esma-i hüsna ise aynı konunun hz. muhammed'in risalet mertebesinden yaşamı "oku"ması neticesinde bildirdiği islam dinindeki karşılığıdır.
  • varlığını savunanlar zihnimizde doğuştan gelen bilgilerin olduğunu söyler. çünkü ruhumuz bir zamanlar bu evrendeydi ve orada edindiği her şey zihnimizde. biz dünyada nesnel olarak gördükçe o ideleri hatırlarız. yani burada yaptığımız sadece hatırlamaktır. platon böyle der. mesela rene descartes için de, zihnimizde doğuştan allah'ın koyduğu bilgiler vardır, ki meşhur tanrı'nın varlığına ontolojik delili, bu fikirle başlar.

    diğerleri örneğin john locke ise zihnimizin boş bir levha (tabula rasa)olduğunu, algılarımız vasıtasıyla işlendiğini söyler.
hesabın var mı? giriş yap