• bütüncülük. bazı bütünlerin bileşen ve parçalarının toplamını aştığı tezini içeren öğreti.
  • bir bütünün onu oluşturan parçaların toplamından daha büyük olduğunu savunan kuramdır.
    (bkz: bir elin nesi var, iki elin sesi var)
  • aristoteles'in "bütün, kendisini oluşturan parçaların toplamından fazlasıdır" önermesine dayanan, metafizik uyarlamalara son derece açık olan kadim düşünce akımı. panteizm ve pananteizmin temel aldığı düşünce olan holism/bütüncülük, klasik bilimin temel taşlarından olan indirgemecilikle zıt kutupta yer aldığından, bilimsel bakış açısının dışında görülmüştür uzun süre.*
    ancak tıpkı durkheim'ın toplumları bütüncül organizmalara benzetmesi gibi, bilim tanımının yenilenmekte olduğu günümüzde bütüncülük, sosyal bilimlerde, siyasette, mimarlıkta, tıpta, hatta modern ekonomide, ve yakın çağlarda ortaya çıkan ekoloji gibi alanlarda yer edinen, gerçekte bilimle ve indirgemecilikle çelişmeyen, tamamlayan ve yeni perspektifler sunan bir bakış açısı haline gelmektedir.
  • rem koolhaasın beijing de cctv binasindaki mimari yaklaşımı bu öğretiye keyifle örnek olabilir.
  • iki yarım bir tam etmez
  • en azından bazı bütünlerin, bileşen veya parçalarının toplamını aştığı tezini içeren öğreti. organizmanın, kendisini oluşturan organların toplamını aşan birtakım işlev ve nitelikler sergilemesi, öğretiye dayanak gösterilen bir örnektir. başka bir örnek toplumsal yapıya iliskindir: bir toplumu veya toplumsal birimi, nitelik ve işlevleri yönünden, toplumu oluşturan bireylere indirgeyemeyiz.

    bütüncülük, özellikle hegel felsefesinde, idealist devlet anlayışının özünü oluşturur. güney afrika devlet adamı jan smuts'ın 1929'da yayımlanan 'bütüncülük ve evrim' (holism and evolution) adlı yapıtı bu tezi işleyen başlıca kaynaktır.
  • holismin arkasındaki ana fikri özetleyen anahtar ifade “bütün, parçaların toplamından daha fazlasıdır”* şeklindedir. holism, insanların yaptıkları şeyleri neden yaptıklarını ve düşüncelerini anlamak için kişinin bütününe bakmanın gerekli olduğunu öne sürer. varlığın tamamını dikkate almanın bu kadar önemli olmasının bir nedeni, bütünün ortaya çıkan özelliklere sahip olabileceğidir. bunlar, bütünde var olan ancak tek tek parçalara bakılarak gözlemlenemeyen nitelikler veya özelliklerdir.

    örneğin hümanist bir psikolog, bireyin çevresini (yaşadıkları ve çalıştıkları yer dahil), sosyal bağlantılarını (arkadaşlar, aile ve iş arkadaşları dahil), geçmişlerini (çocukluk deneyimleri ve eğitim düzeyi dahil) ve fiziksel sağlıklarını dikkate alabilir. (mevcut sağlık ve stres seviyeleri dahil). bu analiz seviyesinin amacı, sadece bu değişkenlerin her birinin kişinin genel refahını nasıl etkileyebileceğini düşünmek değil, aynı zamanda bu faktörlerin nasıl etkileştiğini ve birbirlerini nasıl etkilediğini görebilmektir.
  • genel olarak, bir bütünün parçalarının toplamından daha fazlasını ifade ettiğini düşünen; bir bütünün parçalarına ve bu parçaların birbirleriyle ilişkilerine dair yapılan açıklamayla bütüne ilişkin tam bir bilgi edinmenin mümkün olmayacağını savunan; dolayısıyla bir dizgenin açıklanmasında bütüne parçalardan daha büyük önem atfeden; parçalarına karşı "bütün"ün önceliğini vurgulayan her türden öğretiye verilen ad.
    bu görüşün yandaşları bütünün niteliklerinin parçalarının nitelikleriyle tanımlanamayacağını düşündüklerinden, genelde, parçanın ait olduğu bütüne göndermede bulunmaksızın açıklanmasının ve yorumlanmasının olanaksız olduğunu ya da en azında böyle bir açıklamanın yetersiz olacağını savunurlar.

    çoğunlukla yöntembilgisi çerçevesinde, yöntembilgisel bütüncülük biçiminde ele alınan holism, bütüncülük, felsefede özellikle toplum bilimleri felsefesinin konusudur. bu alanda birçok sorun yöntembilgisel bireyciliğe karşı yöntembilgisel bütüncülük sorununa indirgenmiştir.
    bağdaştırıcı yasalar ya da birarada olma yasaları aracılığıyla daha az karmaşık durumlara ilişkin yasalardan daha karmaşık durumlara ilişkin yasaların çıkarsanamayacağını savunanlar "yöntembilgisel bütüncüler", bu türden çıkarsamaların yapılabileceğini savunanlarsa "yöntembilgisel bireyciler" diye adlandırılmaktadır.
    john stuart mill, max weber, joseph schumpeter, karl popper, friedrich hayek gibi yöntembilgisel bireyciler bütün toplumsal olguların bireylerin eylemleri, inançları ve arzuları aracılığıyla bütünüyle açıklanabileceğini uslamlarken; auguste comte, emile durkheim, karl marx gibi yöntembilgisel bütüncüler açıklamalarında bireysel eylemi ikincil konuma alarak toplumsal yapıların ya da bütünlüklerin belirleyiciliği üzerinde dururlar.
  • 20. yüzyılın başından itibaren felsefenin gelişimine baktığımızda, felsefenin bilimlerden ayrıldığını ve konusunun dil ve dilin mantığı ile sınırlandığını görürüz. ister mantısal pozitivistler ve erken dönemdeki görüşleriyle wittgenstein’ı, ister geç dönem görüşleri ile wittgenstein’ı dikkate alalım, felsefenin metafiziksel olanla ilgili savlarından vazgeçmesi, beraberinde felsefenin ilgi alanında bir daralmaya yol açmıştır. felsefe dil hakkında, özellikle bilimin dili hakkında konuşur. amacı bilgi vermek, sentez yapmak vb. değil, ifadeleri açıklığa kavuşturmaktır. felsefenin yapabileceği en iyi şey tutarlı bir anlam kuramı ortaya koyabilmektir. hatta geç dönem görüşleriyle wittgenstein’ı dikkate alırsak, tek ve bütünlüklü bir dil anlayışı geliştirmek bile olanaklı değildir. felsefe işini bitirdiğinde de dünyayı zaten olduğu gibi bırakır. felsefe 20. yüzyılın ortasına gelindiğinde böyle bir çizgide ilerlemektedir, ancak bu çizgiden bir sapmanın da sinyalleri belirmeye başlamıştır.

    doğalcı ve pragmatist yaklaşımlar peirce ve dewey gibi filozoflar tarafından savunulmaktaydı. insan tıpkı diğer türler gibi, doğanın bir parçasıdır ve doğayla etkileşim halindedir. insanlık, elde ettiği bilimsel bilgilerin herhangi bir aşamasında, mutlak bir kesinliğe ulaşamaz. farklı ve yaratıcı varsayımları dener, söz konusu varsayımlar sonuç verdiği sürece mevcut bilgi dağarının bir parçası haline gelir. bu bakış açısının beraberinde getirdiği bir başka yaklaşım ise herhangi bir bilgi türünün ya da bilim dalının diğerlerine bir önceliğinin olmamasıdır. insanların ihtiyaçlarına bağlı olarak arayışları farklılaşır ve sahip oldukları değerlere göre bilgi edinme yöntemleri değişiklik gösterebilir. bilen ile bilinen arasında ve değerlerle olgular arasında köktenci ayrımlar yapılamaz.

    doğalcı anlayışın felsefeye yüklediği misyon, dilin ve dilin mantığının çözümlemesine dayalı felsefe anlayışından oldukça farklıdır. bu yaklaşıma göre felsefe, diğer bilim dallarının yapamayacağı kapsamlı ve bütünlüklü bir sentezi gerçekleştirmekle mükelleftir. ancak felsefenin bu biçimde yapılabilmesinin önünü açabilmek, dile ve dilin mantığına ilişkin çözümlemeleri esasa yerleştiren felsefe anlayışının kökten bir eleştirisini gerektirmektedir. tarihin bu noktasında böyle bir eleştiriye soyunan ve bu eleştiriden hareketle söz konusu kapsamlı ve bütüncü bir felsefe anlayışını ikame etmeye çalışan felsefeci willard van orman quine olmuştur.
hesabın var mı? giriş yap