• astronomide gezegenin yaşam barındırmak için uygun koşullara sahip olduğu, ebeveyn yıldızdan(parent star) uygun uzaklıktaki bölge. güneş sistemimizde sadece dünya goldilocks zone'dadır. habitable zone olarak da tabir ediliyor.
  • bir gezegen yüzeyinde sıvı suyun bulunma olasılığının olduğu yörünge aralığı olup, gezegende canlılık için gereken en temel şartlardan biridir.

    bu yörünge aralığı gezegenin etrafında dolandığı yıldızın sıcaklığı ile doğru oranıtılıdır.
  • mars gezegeni de bu bölgenin sınırlarındadır.ama problemi tam sınırda olmasıdır!
  • bir yıldızı kuşatan ve yörüngesinde yer alan gezegende sıvı su olmasına olanak tanıyan bölge, yaşanabilir bölge. adını goldilocks and the three bears adlı masaldan alıyor. masal, küçük bir kızın önüne konan nesneler arasında aşırı olan her şeyi (çok sıcak, çok soğuk, çok büyük, çok küçük) eleyip en ortalamasını seçmesini anlatıyor.
    (bkz: evren avucunda)
  • güneşten uzaklığı 108m km ile 250m km arasında kalan kısımdır. tabi ki bu bizim güneş sistemimizde bu şekildedir ve sayılar ortalamadır.

    dünya ortalama 150m km ile bu aralıkta yer alır.

    mars ise 250m kmlik sınırda yer alır. bu nedenle de geçmiş zamanda marsta dünyadakine benzer bir hayat oluşumunun olmuş olabileceği düşünülmektedir.
  • bölgenin sınırları her yılız için aynı değildir. yıldızın büyüklüğü ve gücü bölgenin sınırlarını belirler.

    tam olarak anlamı, uzaktan minik parlak bir nokta olarak gördüğünüz ya da göremediğiniz her bir yıldızın, etrafındaki gezegenlere yaşam alanı sunan bölgelerinin olmasıdır.
  • diğer adıyla ''yaşanabilir bölge''. bir gezegenin, yıldızına olan uzaklığının, gezegenin yüzeyinde sıvı su bulundurabilmesine olanak tanıdığı alandır.
  • nasa'nın yüzlerce simülasyon testinden ulaşılan sonuca göre bölgenin destekleyebileceği maksimum gezegen sayısı bulunmuştur;

    bizim (mütevazi) güneşimize benzer yıldızlarda: 6
    diğer (kalburüstü) yıldızlarda: 7

    bölgemizdeki kapasite kullanım oranı ilahi bir müsriflik örneğidir: 0,1666666667

    neden?

    1-)güneş sistemimizdeki gezegenlerin oval bir yörüngede hareket etmesi. daha dairesel olsaydı daha az buluşabilir ve daha kararlı yörüngelere sahip olurlardı.

    2-)diğer gezegenlerin toplam kütlesinin yaklaşık iki buçuk katı kadar büyük olan jüpiter diğer yörüngeleri saptırıyor.

    sonuç=gerekli bir müsrifliktir. bu müsrifliğin var oluşu bildiğimiz evrenin var oluşu demektir.

    *kepler-186f, başka bir yıldızın* goldilocks bölgesi'nde bulunan, dünyaya %11'lik can simidi fazlasıyla en yakın yarıçapa sahip gezegendir.

    17 nisan 2014'ten başlayıp bir ay süreyle kepler-186'dan gelen radyo dalgaları dinlenmiştir, kimsecik bulunamamış veya kimsecik/ler farkedilememiştir.

    *goldilocks bölgesinin temel elemanı olan suya, bölge dışında da rastlanılmaya başlanması bölge hakkında tartışmalara, son derece kötü astrokara mizah esprilerine neden olmuştur.

    edit: imladandır efenim.
  • uygunluk bölgesi olarak bilinir. bunu çeşitli şekillerde açabiliriz. bir habitat için yaşama elverişli bölge olarak da kullanabiliriz organik yaşam için uygun yaşam aralığı olarak da kullanabiliriz. sanırım gerçekte cografi bir bölge olan bu alan artık benzetmeler için de kullanılmaktadır.
    kuantum sınırında yaşam kitabında geçtiği üzere aynı zamanda kuantum seviyede “varlık” oluşumu için de kullanılabiliyor bu benzetme. yazar, bu ara bölgeyi tanımlarken şunu söylemeye çalışmış: süreklilik arz eden ve sonsuza kadar bozulmayan coherence halindeki bir parçacık, dalga formunda olacağı için herhangi bir varoluşa, stabil bir varlığa geçiş yapamıyor. çünkü onun uygun bir state duruma çöküp varolabilmesini sağlayacak bir dışsal faktör yok ya da varsa da bunu sağlayacak güçte değil, tıpkı çift yarık deneyinde olduğu gibi. ne zaman ki başka bir varlığın etkisi oluyor sisteme o noktada dalga formunda her şeyi, her yerde, aynı anda barındıran form, parçacık halinde görünebiliyor. bunun tersi durumunda tamamen gürültü ve kaosun olduğu koşullarda da ortaya düzenli bir yapı cıkmıyor. arka plan gürültüsü o kadar cok oluyor ki bir yapının oluşmasını sağlayacak şartlar yeterli düzenlilikte değil.
    işte bu sebeple bu dengeden uzak, iki bölge arasındaki yarı düzenli ya da yarı kararlı yapılar, her zaman ortaya bir şeyler çıkarma konusunda daha başarılı oluyorlar.
    goldilocks bölgesini bu sebeple yarı kararlı state olarak da düşünebiliriz. erwin schrödinger, yaşam nedir kitabında (şurada detaylı açıklamıştım) yaşamı ya da oluşu, kaostan düzene ve düzenden kaosa değişen ortamların arası olarak tanımlar. yani örneğin biz insanlar kaotik ortamda oluşan düzenli yapıların kaotik bir çalışması neticesinde oluşabildik. nöral kaos eşiği girisinde (şurası) bahsettiğim gibi aslında nöral anlamda beynimizin çalışma şekli ve öğrenme biçimi de böyle çalışıyor. tamamen kaotik ortam, bir şey öğrenmeyi imkansız kılarken; kaotik sınırın eşiğindeki tekrarlayan bir örüntü, öğrenmeyi ve nöral anlamda sinapsların pekişmesini sağlar. şöyle ki tamamen kaotik bir yapı adı üzerinde başlangıç şartlarına aşırı hassastır ve bir output, bir sonraki denemenin inputu olarak sisteme tekrar girerken; buradaki en ufacık bir değişim bambaşka outputlar verir ki bu da tekrara dayalı öğrenme, pekişme sürecini zor hale getirir. diğer yandan tamamen aynı olan süreçler de herhangi bir gelişim, yeni oluşum oluşturmayı sağlayacak yeterli donanım veya ortamdan yoksundur. o zengin ortam yoktur, her şey tektir, olağandır. bu sebeple tamamen aynılık, bir sonuç vermediği gibi tamamen kaotiklik de bir sonuç vermez. çeşitliliği, oluşu, varlığı, yaşamı, atomu, canlıyı, insanı, toplumları, evrenleri oluşturan bu aradaki “potansiyel fark”tır. zira organik canlılığın oluşmasını ilk sağlayan şey, bir okyanusun dibinde, sudan yoksun içerisi ile dışarıdaki suyun birbirinden ayrıldığı durum değil midir? o potansiyel fark değil midir? bu ilkin canlılara koaservat denilmektedir. suyu sevmeyen lipitler, küresel olarak içine kapanırlar ve dışarıda ise suyu sevmeyen bu elementler ile bağ kurmuş ama aksine suyu seven lipitler kalır. haliyle içerisinin iyonize hali ile dışarısının ki birbirinden farklıdır. ilk kapanma anında bu lipit duvarı içinde o ortamda bulunan hangi element kaldıysa o yapı artık o elementlerin birleşimi ile bir yapı olurken, diğeri bir başka yapı olur.
    burada bir dip not vereyim, bugün insan dahil tüm canlıların hücre içindeki tuzluluk oranı o gün ilk koaservat oluşumu anındaki okyanus suyu derişimi ile aynıdır.
    bu noktada canlılık, hücre içi ile dışı arasındaki farktır diyebiliyoruz. buradaki değiş tokuşlar o yapıyı farklı hale getirebildiği gibi, içeriye giren yeni yapılar ile mevcut sistemi beslemesi veya enerji vermesi de mümkün hale gelir. tabi canlılığın tek koşulu bu değildir. autopoiesis gereği kendini kopyalama ve bunu sonraki kuşaklara aktarma, beslenme, enerji ihtiyacını giderme de diğer olmazsa olmaz koşullardır. ancak burada bahsetmeye çalıştığım şey, ilk başlangıcın iç ve dış arasındaki fark ile ortaya çıkması. bu değişim, bu fark aslında yarı kararlı bir haldir. canlı, hücre içi ile dışı arasındaki bu farkı ekstra efor sarfederek koruduğu sürece hayatta kalır. koruyamadığı durumda entropiye yenik düşer. bir bakıma dış çevresindeki kaotik ve yüksek entropili ortamda kendisini geçici olarak kararlı yani yarı kararlı noktada sürekli tutar veya gider-gelir. entropisini düşük tutamadığı, düzenli olamadıgı durumda dengeye ulaşır ve yok olur. bu noktada canlı yaşıyorken aslında dengeden uzaktır. denklemin bir tarafı ile diğer tarafı eşit değildir. eşit olduğu anda yaşam veya varoluş sona erer o canlı için.
    belki de evrendeki ilkin parçacıkların oluşumu veya varlık haline gelmesi de bu eşitsizlik, değişim, kaos ile düzen arasındaki goldilocks bölgesinde gidip gelme, potansiyel fark sebebiyle olmuştur. evrenin henüz oluş haline girmediği, unique ama her şeyi içinde bulunduran, sonsuz bir coherence yani titreşim halindeki dalgadan bugün gördüğümüz haldeki yarı kararlı yapılara veya parçacıklara ve sonrasında gökadalara kadar olan macerası bu iki zıt kutup arasındaki bölgede gerçekleşiyordur. çeşitlilik, oluş buradadır. diğer türlü potansiyeli barındıran bu dalga henüz varlık değildir. ne zaman ki bir disturbance oluşur o noktada, aşırı kaotik durum ile aşırı stabil durum arasında bir alış veriş başlar. sonsuza giden sessizlik bozulur. ta ki bir gün bu kararlı gibi görünen yapılar ömrünü tamamlayıp özüne yani kaotik düzene ve yeni sessizliğe karışıncaya kadar.

    bu noktada bir ekleme daha yapmak lazım gelir. her bir oluş, yarı kararlı yapıya çökme anında bir “belirme”, gestalt ilke ya da emergent property ortaya çıkarır ki artık o varlık veya parçacık için bir ömür tayini, zamanın oku ortaya çıkmıştır. kaotik ve yüksek entropili evren, bu ilkin parçacıkları kendi içinde oluşturduğunda emergent bir özellik ortaya çıkar ve artık o varlık için diyelim bir parçacık yeni özellikler hasıl olur. başka parçacıklar ile farklı örüntü ve düzenlenişlerle bir araya gelerek yeni “belirme” durumları oluşur ki ortaya yepyeni özellikler gösteren başka bir yapı daha ortaya çıkar. iki hidrojen ve bir oksijen molekülünden su oluşması gibi. bu yapılar iki durum arasındaki goldilacks bölgesinde oluşurlarken kendi zaman dilimlerini başlatırlar. ta ki tekrar dengeye ulaşıncaya denk. sistemden ödünç aldıkları bu potansiyel farkı korumak için bir efor gerekecektir. ya da cansız bir varlık için konuşursak; sistemin o varlığı oluşturması için belirli bir süre o yasaları veya örüntüleri oluşturmaya devam etmesi gerekir. örüntü artık kendini göstermez ise o yapı da ömrünü tamamlar.
    burada sonsuz kaotiklik ve yüksek entropi ile sonsuz düzen ve düşük entropi bir yerde aynı anlama gelmekte. tıpkı evrenin en nihayetinde heat dead duruma ulaşması gibi. zira entropi arttıkça bir yerden sonra en düşük enerji seviyesi veya entropi seviyesi ile aynı denge durumuna ulaşır. zira ortada artık alış veriş yapılacak bir durum kalmamıştır.
    bu iki durum bir şeyler oluşturmaz iken, içlerindeki potansiyel ise bir takım alış veriş potansiyelleri yaratır. bu sebeple evrenimiz bir gün her şeyin yok olduğu yüksek entropili heat dead durumuna ulaşırsa, yeni durumda herhangi bir küçük kuantum dalgalanma entropinin aşırı küçük olduğu bir big bang anı yaratabilir potansiyel olarak. bu da aslında fiilen yok olmuş evrenimizin içinde yeni bir evren var etme potansiyeli oluşturur.

    son olarak gestalt ilkeye geri dönersem;
    şu girimde evrendeki yasaların işleyişi ve tekrarlayan örüntülerin seçilim etkisi ve evrenimizdeki oluşun ve yaşamın üzerindeki etkisine değinmiştim. burada ise kaos ile düzen arasındaki bir yarı kararlı, dengesiz (potansiyel fark) durumda “beliren” yapılardan bahsetmek istedim. bu yapılar yine bu bahsettiğim giride belirttiğim gibi tekrarlayan ama tamamen aynı olmayan, döngüsel örüntüler ile (yani bunlara aslında kısaca “doğa yasaları” diyoruz) yepyeni beliren yapılar ortaya çıkarırlar. iki hidrojen ve bir oksijen örneğimi hatırlayın. her bir üzerine koyan yapı, diğerinin meta datasıdır. meta datalar üzerinde şu giride bir girizgah yapmıştım.
    bu şekilde iç içe alt kümeler, ortak kümeler oluşur. her bir meta data, yarı kararlı bir yapı olduğu için bir ömre tabidir, her zaman özüne yani yok oluşuna dönmek ister yani dengeye ulaşır. her bir metadata seviyesinde yeni bir örüntü yani yasa peydah olur. işte biz insanlar bu yasalara farklı farklı isimler veriyoruz. kuantum seviyede bir yapıya bakarken fizik yasaları kullanırken; atom halinde kimya, atomlar yığını haline gelince ise biyolojiyi kullanıyoruz. sonrasında ise sırasıyla sinirbilim, insan davranışı ve psikoloji ve toplumlar için sosyoloji. her bir yapı bir meta data ve arasındaki ilişkiler ise bir yasa, örüntü.
    enteresandır ki beynimizin içindeki nöronlar arasındaki iletişim de yine tıpkı koaservatlarda gördüğümüz potansiyel farkı barındırır. birtakım iyonize elementlerin örneğin potasyum veya kalsiyum elementlerinin alış verişi ile sağlanır. ki sonrasında bu iletişim sayesinde insan davranışı dediğimiz kompleks meta yapılar ortaya çıkar.
    dikkatli baktığımıza bu potansiyel farkı ve örüntüleri (yasaları) evrenin her alanında görmek mümkün.
hesabın var mı? giriş yap