• lütfi ö.akad'ın köyden kente göç ile birlikte ortaya çıkan ekonomik, toplumsal ve kültürel problemleri ele aldığı, hızlı ve ciddi bir değişim yaşamakta olan insanımızın içinde bulunduğu dramatik tabloyu çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdği filmleri(üçlemesi).
  • ömer lütfi akad'ın film üçlemesi..1973-1975 tarihleri arasında çekilmişlerdir. kısmen ilk ikisi mutlu sonla biter sonuncusu ise acı başlar acı biter. erol taş'ın canlandırdıgı bilal usta karakterinin bir sözü vardır filmde acıyı acıyla yeneceğiz der. yenebildiler mi? bilinmez.

    bu üç filmin ortak noktası köyden kente göçüşte ailenin erkeklerinin bu düzene kendini kaptırması, para vb. uğruna ne kendilerine ne de ailelerine acımamasıdır. her üç filmde de başrolde hülya koçyiğit vardır, düzene baş kaldıran en yürekli kişidir fakat ne yaparsa yapsın olacakların önüne geçemez. üçlemenin en beğendiğim filmi ise düğündür.
  • türk sinema tarihinin sanırım ilk üçlemesi. hülya koçyiğit üç filmde de güzel oyunculuk çıkartmıştır. gerektiğinde konuşan ve ayakları yere basan karakterdir. ancak buna mukabil iki filmde tokat diğerinde ise hafif bir bıçak yemiştir.
    tüm seride para hırsı ve bunun sebep olduğu hazin sonuçlar epey vurguludur. serinin ilk filmi olan gelin'de çok güzel bir anadolu çomarı tasviri vardır. ailenin yozgatlı olması da ayrıca ironiktir.
  • değindiği konular itibariyle kıymetli bir ömer lütfi akad üçlemesi. hülya koçyiğit, kamran usluer, erol günaydın, kerem yılmazer, ali şen, hakan balamir, erol taş gibi isimler oyunculuklarıyla dönemin insanlarını çok iyi göstermişlerdir. üç filmde de başrol olan hülya koçyiğit'i bir kenara koyarsak, ilk iki filmde boy gösteren kamran usluer ne büyük oyuncu olduğunu ispatlamıştır.

    önü alınamayan göç nedeniyle istanbul'un geçirdiği değişimi, kısa yoldan yolunu bulmak maksadıyla şehre hücum etmiş anadolu insanını anlatıyor filmler. herkesin tek umudu olmuş istanbul taşıyor ve verdiğinden fazlaca götürüyor insanlardan, darmadağın ediyor. para hırsının insanları ne denli kör ettiği, uğruna nelerin feda edilebileceği muhteşem oyunculuklarla izleyiciye sunuluyor.

    üç filmde de hülya koçyiğit'in beyaz yemenisiyle maneviyata yolculuk ettiği bölümler vardır ki bu kısımlar hayli kasvetlidir.
  • köyden kente göçün ve gelişmemiş bir ülkenin arka sokaklarının işlendiği seri. her üç filmde de memleketindeki yoksulluktan kaçıp istanbul'a sığınanların bir süre sonra para hırsından yollarını kaybetmeleri işlenmiş.

    seri içinde beni en çok etkileyen gelin filmi oldu, 1973'te çekilmiş ama eminim buna benzer binlerce aile hala yaşıyor.

    kadının söz hakkının olmaması, kadının kadını ezmesi, cehalet, çocuklara değer verilmemesi vs hepsi bir yana ama kazanılan parayı sadece daha çok para kazanmak için kullanan, hayatın hiçbir anından keyif almayı bilmeyen, kendini gerçekleştirmeye dair tek amacı “daha zengin ve daha güçlü olmak” olan aileler. ayrışmamış evlilikler, ortadan kalkmış sınırlar, kadının söz hakkının olabilmesi için ancak yaşlanması ve erkek çocuk doğurması gerekmesi... her şey korkutucu derecede aynı.

    ben seriyi izlerken yaşananlara “kapitalizmin çarkları” penceresinden bakamadım, konu bence cahillik de değildi. çünkü hasta olan kendileri olunca, evdeki dedenin, tıbba başvurduğunu görüyoruz. daha çok para kazanmak için bakkalda alkol satabilmeleri ve yine dedenin bunu görmezden gelmesi konunun din de olmadığını gösteriyor. para hesabı yapmayı kolaylaştırabilmek için teknolojinin nimetlerinden de faydalanıp yeni bir kasa alabiliyorlar.

    demek ki konu yukarıda bahsedilenler değil, kadının ve çocuğun hayatının değersizliği. konu ikiyüzlülük.

    --- spoiler ---

    değişen bir dünyaya karşı
    kerpiç duvarlar gibi katı
    çakır dikenleri gibi susuz
    kayıtsızca direnerek yaşarlar.
    aptal, kaba ve kurnazdırlar.
    inanarak ve kolayca yalan söylerler.
    paraları olsa da yoksul görünmek gibi
    bir hünerleri vardır.

    her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
    yağmuru, rüzgarı ve güneşi
    bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden düşünemezler...
    ve birbirlerinin sınırlarını sürerek topraklarını büyütmeye çalışırlar.

    (bkz: köylüleri niçin öldürmeliyiz)

    --- spoiler ---
  • sanırım aralarında en çok son filmi sevdiğim üçlemedir. ustasız usta lütfi akad memleketin en üretken adamlarından biri olarak öyle güzel filmler ortaya çıkarmıştır ki ertuğrul muhsin istibdatı ile ket vurulan dönemi bitirerek özellikle 60'ları sürükleyen kişi olmuştur. filmlerle ilgili yazan yazar arkadaşlar üzerine ekleme yapmaya gerek yok -biraz da uzun uzun incelemeye mana vermediğimden- sinema görseldir. izler, kendi çıkarımlarında bulunursun. incelemeler seyirci hissiyatı için engelleyici unsurlar olabiliyor.
    üçlemeye dönecek olursa benim tek uktem hiç beğenmediğim hülya koçyiğit değil de türkan şoray olsa ne olurdu diye düşünmek.
  • türk toplumun elli sene önce çekilen hareketli fotoğrafıdır.

    gelin

    gelin, ailenin son partisinin de memleketten istanbul’a gelmesi ile başlar, yerleşik bir bakkal dükkanı mahalle arasında aileyi sırtlamış, aile de, avlu içindeki ev de yozgat’taki düzende yaşamıştır. meryem’in oğlunun rahatsızlığı ortaya çıkar. meryem memleketlisi ve fabrika işçisi bir arkadaşı ile gittiği doktorda durumun ciddi olduğunu öğrenir meryem kurban bayramı’ndan önce çocuğunun ameliyatı için kayınpederinden söz alır, ama çocuk bayramı çıkaramaz, bayram sabahı ailenin kurbanı olarak ölür. meryem de avludaki kurbanlık koçu azat eder ve evi terk eder. fabrikaya girer, aile meclisi namus temizleme güdüsünü harekete geçirir.

    düğün

    film, urfa’da geçim koşullarının daralması ve amcaları bekir’in önerisi ile halil ve kardeşlerinin istanbul’a göçmesi ile başlar. habibe ve cemile fabrikaya işçi olarak girerler, evi çekip çeviren zelha kısıtlı bir alanda kıymalı pide ve lahmacun yapar, ibrahim bunları satar. borç harç bir üç tekerlekli bir araba alınır.

    bu arada zelha’nın sırf ailesi için ayrıldığı sözlüsü ferhat da istanbul’da kamyon şoförlüğü yapmaktadır. habibe’yi ise mahalle kasabının kardeşi zeki sevmektedir, habibe de karşılık verir, ama halil ve bekir’e ticaret yapmayı öneren cabbar da habibe ile evlenmek ister, araba ile lahmacun, sucuk ekmek satışı sırasında aynı işi yapan başka kişiler ile çıkan kavgada ibrahim birini öldürür, kavga sırasında araba elden gider. habibe cabbar’a verilir. zelha düğün yerine gider. ağabeyi halil ve amcasına çok ağır konuşur, habibe’yi alıp gitmek ister. cabbar çektiği bıçak ile mani olmak ister, ibrahim araya girer. bu arada zelha yaralanır, ama ibrahim ile beraber habibe’yi alıp düğünü terk ederler.

    diyet

    salim bey’in babası adına yönettiği fabrikada bir makine işçilerin yaralanıp sakat kalmalarına neden olur, en son mustafa bu makinede bacaklarından olmuştur. bilal usta istanbul’a yeni gelen hasan’ı mustafa’nın yerine aldırır.

    fabrikada sendikalaşma çabası vardır. bilal usta sendikaya karşıdır. sendikalı olanlar, kocası tarafından terk edilen iki çocuklu hacer’i de yanlarına çekmek isterler. sendikacıların isteklerini fabrika sahibi kabul etmez hasan’la hacer evlenir. salim bey işçileri sendikalı - sendikasız diye ayırır. hacer sendikalılar arasında, kocası hasan sendikasızlar arasında yer alır. hasan, bilal usta ile karısının tutumu yüzünden tartışırken kolunu makineye kaptırır ve kolu kopar. olay yerine gelen hacer, "alın diyetinizi" diye kocasının kolunu salim bey ve ibrahim usta’ya fırlatır.

    üçlemede değinilen sorunlar günümüz iktidarı tarafından sistematikleştirildi ve taraftar bile buldu. kadınların ve çocukların toplum nezdindeki değersizliği, kazanılan paranın erkte toplanıp erkin kendi çıkarına ve keyfine kullanması gibi davranışları gözümüze sokarak köyden kente göç etmiş ilkel ve zorba atalardan bahsediyor. değişen ortama rağmen aileye nevi lider kültü ve reisi dikte edilmektedir. birlik ve beraberlik mesajı içerisinde net şekilde iç sömürü düzenine dikkat çekmektedir.

    izlerken aklımızda canlanan ve hiç yadırgamadığımız bu davranışların bahsi geçen ailelerin şehirde doğmuş ikinci ve üçüncü nesilde varlığını sürdürmesi ile alakalıdır. her birimizin aile öyküsünde rastlayacağımız türden olaylardır. öyle ki ailenin erkeklerinin davranışları fırsatçı, engel tanımaz sömürü ve kazanç üzerine kuruludur. bu uğurda kadın, kardeş ve çocuklar feda bile edilir.

    filmlerde fabrika ve aile iki ayrı sömürü mekanıdır. şehir ise kurtlar sofrası olarak sunulur. aile üyeleri ise kurtlara kaptırılmayacak sermayedir. bütün tasarruf sadece aile 'reis'indedir.

    üçlemeye eğer dördüncü film eklenmiş olsaydı adı şu olurdu sanırım;

    miras/@damdamaymun

    "kurban bayramın mübarek olsun hacı ilyas. ağa babası, kurbanın helal olsun!"
hesabın var mı? giriş yap