• muhteşem bir teknik , muhteşem bir ton ve onlarca muhteşem albüm.caz tarihinin yaşayan en önemli isimlerinden biridir.zamanında hubbard'ın all or nothing at all adlı parçayı yorumlayışını ağzı açık dinleyen miles davis tarafından kara listeye alındığı söylenmektedir.
  • asıl adı frederick dewayne hubbard (1938- ) olan, oscar peterson&freddie hubbard * albumunde trippin' adli mustesna eserle beni benden almis iki isimden sadece birisidir. zaten digeri de oscar dededir.
  • gerek kuşak, gerekse tarz olarak joe henderson'ın trompetteki dengidir kanımca. özellikle cti'dan çıkan 1973 tarihli red clay’de -ki joe abiyi de tenorda duymak mümkündür burada- fred abi insan olmadığını muhtelif şekillerde göstermektedir bize. hip-hopun liberoları a tribe called quest de aynı fikirdedir; 20 sene sonra midnight marauders'dan sucka nigga'da sampleı basmıştır red claye nitekim. 1974’te yine cti etiketi taşıyan first light da az değildir, kadro yine eksiksizdir: basta ron carter, gitarda george benson, klavyede herbie hancock... buraları yıkılmaktadır. zihnide keşfedildiği sene başından beri kahvaltı menümüzde yerini almıştır.

    “they don’t fuse like this anymore”
  • 1996 senesinde istanbul'daki diğer konser salonlarında bir sorun ya da başka bir gösteri oldugundan mıydı neydi darüşşafaka spor salonu'na alınmak zorunda kalınmıştı freddie hubbard konseri. salonun bir caz konserine hiç uygun olmayışı, seyircinin o salon için çok az sayıda oluşu ve sahneden çok uzakta oturtulması, akustiğin ve ses düzeninin kötülüğü, bir de üstüne üstlük sanatçının dudağında uzun süredir muzdarip olduğu bir tür mesleki rahatsızlık nedeniyle istediği gibi çalamayışından duyduğu acı ve üzüntüyü seyirciyle belki de içkili olmasının verdiği mesafesizlikle konser boyunca paylaşması hatta ağlaması gibi etmenlerle çok hüzünlü ve acı bir tat bırakmış olan bir konserdi. yine de çalınanların ardında öyle bir dünya ve müzikal birikim saklıydı ki müziğe can ve ruh verişiline tanıklık edebilmiş olmaktan duyulan ayrıcalık hissi güzeldi doğrusu.
  • otuzların sonunda, indianapolis'te doğan frederick dewayne hubbard; kanımca gelmiş geçmiş en iyi birkaç trompetçiden biridir. elbette kenny dorham, dizzy gillespie, miles davis, lee morgan, donald byrd, ve clifford brown gibi büyük ustalar varken neden hubbard? sorusu okuyucudan gelebilir; ancak teknik ve akıcılık, biraz da tarz farklı olarak hubbard'ı tüm trompetçilerin üzerinde tutarım. miles davis kadar mükemmel besteleri yoktur, lee morgan gibi sakin ve derinden de ilerlemez pek; yine de konu eğer trompeti konuşturmaksa, freddie hubbard dünya üzerindeki -her ne kadar şu anda sağlık problemleri nedeniyle aktif olarak trompeti bıraksa da- en iyi isim.

    cool ve modal cazdaki başarısını hard ve post bop üzerinde pekiştiren, aynı şarkıda hem trompet hem flugelhorn çalarak aklımıza mukayet olmamızı zorlaştıran bu büyük efsane, çok da erken denmeyecek yaşta; lisede başlamıştır trompet çalmaya. okul bandosunun sıkıcılığından 'mecburiyet karşısında kendimi eğittim.' diyerek nitelemiş, birkaç yıl içinde indiana senfoni orkestrasında kendine yer bularak biraz sivrilmiş, en sonunda wes* ve monk montgomery kardeşlere katılarak kendini piyasa kavramının içinde bulmuştur.

    on dokuz yaşında new york'a göç etmesiyle, hiçbir şekilde önlenemeyecek yükselişi de başlar. ismi henüz duyulan indianalı çocuk, philly joe jones, sonny rollins ve eric dolphy gibi dönemin seçkin isimleriyle tanışır. önceleri konserlerde adam gerektiğinde çağrılan kişi olarak anılırken, zamanla sideman olarak bilinmeye başlar. lee morgan'ın uyuşturucu sorunları nedeniyle yalnız bıraktığı dizzy'nin yanında bir süre pişip, ardından ilk stüdyo albümünü çıkarmaya karar verir, ve ilginç bir albüm ismi seçer.

    open sesame, debut olarak caz tarihinin en çok ilgi çeken ve başarılı olarak görülen albümlerinden biri olup, aynı zamanda hubbard'ın all or nothing at all yorumuyla miles davis'i çıldırtacak kadar iyi bir tekniği olduğunu doğrulamıştır. tabi, mccoy tyner'ın katkısı asla yadsınamaz. birkaç yıl içinde hank mobley ile goin up'ı, jimmy heath ile hub cap'i çıkaran freddie; kariyerinin zirvesindeyken hub-tones ile -deyim yerindeyse- ortalığı dağıtır. you're my everything'den lament for booker'a; her anlamda cazgeçilmez bir albümdür hub-tones. öyle ki, bu albümde birlikte çaldığı herbie hancock hubbard'a sidemani olmasını teklif edecek, ve freddie hubbard'ın olgunluk çağına adım adım ilerlemesini sağlayacaktır.

    empyrean isles ve maiden voyage. modal müzik, daha doğrusu modal caz tanımının ta kendisi olan birbirinden başarılı iki herbie hancock albümünde trompet ve flugelhornda yine hubbard vardır. zaman geçmiş, artık statik çalan freddie yerine improvizasyonunu çılgınca geliştiren ve village vanguard'ı kendinden geçiren freddie hubbard sahneye çıkmıştır. hancock ile çaldığı süre içerisinde 'sideman olarak yaşayamaz' diyenleri haklı çıkararak, blue spirits'i 1965 sonbaharında piyasaya çıkarır. hard bop, bir trompetçinin gözünden/kulağından ancak bu kadar yansır, bu derece güzel aktarılır. detaylar için (bkz: #14563159)

    gel gelelim, tarih 1970'i gösterdiğinde klasik caz maalesef eski popularitesini kaybetmiş; sadece belli kitlelerce sevilir olmuştu. fusion ve soul funk buram buram akıyor, cazcılar kendini bu alanlara yönlendirip; bir süre sonra depresyone ve bunalıma giriyorlardı. ancak hubbard'ın en bilindik eserleri de tam bu dönemde ortaya çıktı. her caz bar***ın 'cazgeçilmezler' bünyesinde yer alan red clay ve sky diveve straight life isimli üç albüm; herbie hancock, ron carter, jack dejohnette ve joe henderson gibi büyük ustaların hubbard'ın yanında yer aldığı eşsiz kayıtlardı. yine de hubbard klasik caza bağlılığını dexter gordon'ın generation* isimli albümündeki performansıyla kanıtlıyordu. detaylar için (bkz: #14515221) ve (bkz: #14550889)

    yetmişlerin sonundan doksanlara kadar gerek çıkardığı albümler, gerekse çeşitli ülkelerde hancock ve henderson'la verdiği konserler büyük beğeni toplasa da; 1988'deki tokyo/japonya konseri öncesi yapılan röportajda şöyle demişti: "ellilerin sonunu ve altmışların başını çok özledim. biliyorum, bir daha geri gelmeyecek o zamanlar ve ben de o zamanki gibi çalamayacağım." bu, onun eski caz sevdasını gösteriyordu.

    kariyeri boyunca çeşitli başarılara imza atan trompetin altın çocuğu freddie hubbard, ağır sağlık problemleri nedeniyle new york'taki evinde inzivaya çekildi. söylentilere göre kendini toparladığında bir albüm daha çıkaracak; biz tutkunlarını kendine getirecekmiş.

    umuyoruz, ve bekliyoruz seni büyük usta.
  • gün itibariyle sonsuzluğun kapısından trompetiyle geçmiş büyük usta. toprağı bol olsun.

    "kahramanlar daima hatırlanır, ancak efsaneler ölmez."
  • bugun gecirdiği kalp krizi sonucu 70 yasında hayata gozlerini yummus buyuk ustad, bıraktıgı eserlerle sonsuza dek hatırlanacak trompet ustası,
  • povo isimli parçasını dinlemek cazın aynı anda kaç hissi tattırabileceğini ölçtürür insana .yine de damağımda son kalanlar neşedir , keyiftir ...
  • http://www.youtube.com/watch?v=r2wpmspqbjc

    "i advise all the young kids to not overwork. you can't be out there blowing hard. you have to pace yourself."
  • genç cazseverlerin hubbard'ı hard bop tarihinin, hatta durunuz: caz tarihinin en iyi trompetçilerinden biri olarak bilmektense -medyatik süreçlerin de etkisiyle- herbie hancock'ın meşhur cantaloupe island'ındaki sideman yahut yetmişler sonrası "sağlam funkçı" olarak bilmeleri ben incitiyor. özellikle wynton marsalis döneminin ardından, cazın popülist etkiye bir parça daha boyun eğmesiyle birlikte işlerin git gide seksenlerde progressive rock'a yapılan gibi kişiliksizleştirilme yolunda ilerlediği gerçeğini göz ardı edemeyiz. bu nedenle first light ya da sky dive ve sonrasındaki işleri ile anmak üstada haksızlık olacaktır.

    tekniğinin kusursuzluğu dillere destandır hubbard'ın. bunu anlamak için cantaloupe island'ın iki öncesine; empyrean isles'ın açılış parçası one finger snap'e gidebilirsiniz. kimseciklerin desteği olmadan soloyla, gözükaralığın virtüöziteyi kucakladığı; samimi ama modal cazın yeni yayılan büyüsünü cool'dan edindiğini vurgularcasına buz gibi çalar. akor progresyonudur, şudur budur onları yazmaya üşeniyorum inanın; önce hancock, ardından carter'ın* ortadan kaybolduğu parçada adeta tek başına çalması ve ardından confluence olayının ne olduğu hususunda dörtlünün bize ders vermesi yabana atılır değildir. öte yandan, hemen bir yıl sonra yine hancock'ın maiden voyage'ının vurucu eserlerinden the eye of the hurricane'de george coleman'ın yanında öyle numaralar denemiştir ki, bernstein'a göre hancock o kayıttan sonra miles davis'e "böyle çal" demiş, ardından paparayı yemiş ve -miles davis'in meşhur post-bop şaheseri- esp'nin çıkışı aksamıştır.

    tümü bir yana, bir insan ilk albümünde ve henüz yirmi ikisinde ne kadar iyi olabilir diyorsanız; sizi şöyle alalım: all or nothing at all sevgiyle kalınız.
hesabın var mı? giriş yap